Son dakıka

16 Haz 2008

Türkiye'nin İşi Lozan'da Bitirilmiştir!




Yazar Behiç Kılıç

Röportaj: A. Metin TORSUN - Fazıl DUYGUN



Behiç Bey, anti emperyalist bir gazeteci olarak, Türk-Amerikan ilişkilerini, Amerikan'ın Türkiye üzerindeki emellerini değerlendirebilir misiniz?
Amerika emelleri için Türkiye'yi, Cumhuriyetin kurulduğu dönemi bir dönem olarak ele alırsak, o zamandan beri yaptığı plân çerçevesinde, Ortadoğu'da açık üs olarak görüyor bizi. Yani, yüzde yüz teslim olmuş Türkiye'nin kara parçasını açık üs olarak görüyor. Türkiye'yi yönetenleri de, bu üs emellerine uygun şekilde, kendisiyle işbirliği yapacak bir şekilde tesis edilmesini istiyor. Bunun için de, çıkan bütün fırsatları dünyanın yeniden yapılanması döneminde değerlendirmiş. O, emperyal güç olmanın verdiği güçle Türkiye'yi bloke etmeyi başarmış. En büyük adımını ikinci dünya savaşından sonra, Wilson prensiplerinin dayatılması aşamasında, Truman doktriniyle gerçekleştirmek için İsmet İnönü dönemini kullanmış Türkiye'nin o sırda bu emellere uygun şekilde önünün açık hale getirilmesini sağladıktan sonra, bir parantez açarsak, bunu kiminle yapmış derseniz, Erbakan'ın bu konuda bir tezi var, gerçekten çok doğru bir tez; Lozan'da İsmet İnönü'nün yanına takılan Haim Nahum...

O zamanki Türkiye'nin hahambaşı...
Evet. Haim Nahum denen bir danışman var. İnönü, danışmanın doktrini çerçevesinde hareket ederek Türkiye'nin Amerikalılara açık alan haline gelmesini kolaylaştıracak kapılar sonuna kadar aralanmış, açılmış.

Bunu ilk önce Türkiye gündemine sokan Sayın Erbakan değil de, Üstad Necip Fazıl Kısakürek 1940'larda yazmıştır. Orada "açık kapı bırakmıştır" dediniz, meselâ Patrikhane mevzuunu İsmet İnönü Lozan'a koymamıştır hüküm olarak. Sadece Lord Curzon'un sözünü senet olarak kabul ettiğini beyan etmiştir. Bugün Patrikhane'nin ekümeniklik iddiası da oradan geliyor.
Evet. Ben tabi Erbakan'dan duyduğum için onu söyledim bilmiyordum. Şimdi Haim Nahum'a baktığımız zaman, Lozan'da İsmet İnönü'nün yanında danışman olarak bulunması bir yana, Türkiye'nin sermaye yapısı kurulurken de ne kadar etkin olduklarını, o blokajın ne kadar önemsendiğini görüyorsunuz. İşte Koç grubunun içerisinde Türk isimli bir Vehbi Koç simge ama hakikaten bütün şirketleri, sermayeyi idare eden Nahum'lardır. Bernar Nahum vs. Şimdi, neden böyle o blokajın o zamanlar başladığını görüyorsunuz? Meselâ gazetelerin arşivlerini açın, Cumhuriyetin onuncu yıl dönümü için Cumhuriyet Gazetesi'nin hazırladığı bir ilave vardı. Cumhuriyet Gazetesi'nin arkasını çevirin, ya General Motor veya büyük bir Amerikan şirketinin tam sayfa reklamı vardır. Bakın o tarihlerde... Bu nasıl gelmiş, işte o aracıyla gelmiş. Bu, bunun göstergesi.

İttihat Terakki savaşı kaybedince Osmanlı Hazinesi'ndeki örtülü ödeneği Haim Nahum'a şu şartlarda emanet ettiği söyleniyor: "Sana bunu emanet ediyoruz ama tekrar Anadolu kurtulduktan sonra geleceğiz, senden geri alacağız." Nahum da, Lozan'da o ihanet gerçekleştikten sonra Koç'a verdiği-Koç'un Nahum'un gayri meşru çocuğu olduğu söyleniyor ve bunun devlet arşivlerinde kayıtlı olduğu söyleniyor- Nahum, Lozan'da işi bitirdikten sonra Mısır'a gitti, Mısır'ı İngilizlere hediye etti. Koç'un sermayesinin Nahum'dan gelen Osmanlı hazinesi olduğu, şu ânda devletin elinde böyle bir belge olduğu, bu belgeye dayanarak Koç'un bütün malvarlığına el koyma hakkının olduğu söyleniyor.
Ben gayri meşruluk işini bilemiyorum, öyle bir şey var mıdır, yok mudur? bilemiyorum. Ama realitede şu var: Cumhuriyet kurulduktan sonra kendi sermayesi yok. Konuyu belki dağıtıyoruz ama... Dolayısıyla Kurtuluş Savaşı ve Silahlı Kuvvetlerin kurduğu bir cumhuriyet görüntüsü... Bu yetmez devleti oluşturmak için. Sermaye yapısı lâzım.

Üstelik savaş yarım kalmış bir pozisyonda...
Bu sermaye yapısını oluşturmak için bir takım seçilmiş insanların yürümesi lazım. Dolayısıyla onlara kabaca söylersek yol verilmesi lazım. Kim? Ankara'dan Vehbi Koç'u, pamuk tarlalarını ele geçirmiş Ermenilere karşı Kayseri'nin Çukurova'ya götürülmüş Sabancı'nın babası vs. gibi. Fakat bunun görünüşte vitrine konulmasına büyük güçler izin verse bile içlerini sermaye ile teçhiz ederken kendi adamlarının denetiminde yapmışlar. İşte bu Naum'lar vs. Kurtuluş Savaşı gibi çok kutsal bir mücadeleden sonra bir devlet kurulursa, bu devleti kuranların akil adamlarla bir araya gelip, ne yapacaklarına kendilerinin karar vermeleri lâzım. Yani kendi sermayelerini, kendi sosyal statülerini, kendi yapılarını, yani bu cumhuriyetin şekli ne olacak? Parayı nereden kazanacak? İnsanları nasıl eğitecek? Bunlara kendisinin karar vermesi lazım.

Bağımsızlık meselesi aslında...
Tabii, evet. Kendisini karar vermediği için kolaycılığa kaçıp, çünkü mücadele sırasında da görüyoruz işte Halide Edip'ler vesaireler. "Hiç uğraşmayalım". Bu Türk devletini oluşturacak halkın özü var. asgari müşterekleri var. Yani Kürd'ü var, Müslüman'ı var. bunların fikirlerini bir kenara çekip de parayı verenin kuralını koyduğu bir devlet yapısına götürmüş işte… Parayı veren de kuralı koyduğu zaman, petrolün 1800'lü yıllardan itibaren artı değer olduğu bir sanayi devrimini desteklediği bir dönemde, Türkiye Cumhuriyeti devletinin coğrafyasını elbette bunlar kendi çizgilerine göre bakarak, açık alan haline getirmek isteyecekler. Onun için seni, yine bir devşirme olan büyükelçinin cenazesini bahane ederek, Missouri zırhlısını sokuyor, kapından içeri. Ondan sonra böyle bir yani muhafazakâr insanları bamteline hitap eder diye sanki muhafazakârmış gibi ama yüzde yüz teslimiyetçi bir Demokrat Parti.

Üstad'ın ve Kumandan'ın kitaplarında geçer: 1950'lerde Amerikan büyükelçisi merkeze bir rapor yazar. "Artık Türk politikasına, Türk siyasetine müdahale etmeye hiç gerek yok. Çünkü Türkiye'de, Amerikan kafasında, Amerikan'ın istediği şekilde düşünecek politikacılar yetişmeye başlamıştır" diyor. Biz şuna inanıyoruz: Amerika ve Batı Türkiye'yi iki kanattan bağlıyor. Aşırı laik kesim CHP ve TSK, ona karşı ılımlı İslâmcı AKP. Türk halkı bu iki kol arasında sallanıp duruyor. Ama iki kol da aynı merkeze bağlı baktığınız zaman.
Yüzde yüz aynı merkeze bağlı. Neden öyle oluyor? Türkiye'yi şekillendirmeye başladıkları zaman, şimdi çok kullanılan derin devlet diye terennüm edilen bir acente güç oluşturmak zorundalar. Buraya eskisi gibi, bundan önceki 19. yüzyıldaki gibi sömürge valilikleri yeni dünya düzeninde kalktığı için, sömürge valilerinin görevini yapacak insanları yerli işbirlikçilerinden seçiyorlar. Bunlar da kim? Oluşturdukları sermaye yapısı. Dört beş aileden çekirdek oluşturan sermaye yapısı. O sermayenin kendi üretimi yok. Tamamıyla acente. Acente olduğun zaman ne yapacaksın? Senin bayrağın, sancağın falan orası. Yani o devlet de değil. Yani sen General Elektrik'in temsilcisiysen o ne derse o olur. Yani öyle bir konsey oluşturuyorsun burada, siyaseti de, ticareti de bunlar yönetiyor. Onlar ne derse o oluyor. Kuralı da onlar koyduğu için ona göre gelişiyor. Bakın 60'lı yıllarda sermaye nerededir? Şimdi nerede? Sermayede ne değişmiş ki? Söylemleri aynı, belki babaları yaşlandığı için oğullarda, torunlardadır, ama o zaman Deniz Gezmiş'lere, sola vatan haini diyorlardı, sağ bunların akreditasyonu içerisindeydi. Şimdi tam tersi oldu. Neden öyle oldu? Büyük patronun bakış açısı öyle icab ettiği için, öyle oldu. Bunu, şunun için söylüyorum: Sizin dediğiniz gibi, piramide doğru çıktığınızda aynı yere çıkıyorsunuz. Ne yazık ki, bunun içerisine ihtilâli yapan askerler de dahil, sistemin içerisindeki her parti de dahil. Kim yükseliyorsa mutlaka onlar istediği için yükseliyor.

28 Nisan bildirisi için şöyle söyleniyor: Ordu içerisinde gizli bir AKP'ci grup var. Bunlar, bildiriyi okudu ve AKP'nin oyunu yüzde 50'lere çıkarttı. Biliyorsunuz,seçimlerden önce yüzde 25lerde kıvranan AKP, seçim aşamasında hiç çalışmadı, sadece bu bildirinin meyvelerini yedi.
Ben onu tam öyle söyleyemem, bilgim olmadığı için. Bilgim olmadan böyle bir şeye inanmak da istemem. Ama daha başka somut örnekler, işte 28 Şubat çok bariz.

28 Şubat'ın en büyük meyvesi AKP…
Yani tabii ki, orada bile bile, meselâ o zaman ki iktidara bakıyorsunuz
Meselâ asker kadrosunda Çevik Bir... Bakıyorsunuz Çevik Bir'e o dönemde iktidarla, Erbakan'la, Refah Partisi'yle itiş-kakış içerisine giriyor ama Abdullah Gül'ü yanına alıyor, Amerika'ya JINSA'nın önüne çıkıyorlar.

Yahudi lobisiyle beraber...
Yahudi lobisiyle Çevik Bir'i anlayabilirsiniz. Ondan bir önceki Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş anlatmıştı, dedi ki, Somali için "Amerikan Genelkurmay Başkanı Colin Powell benim devre arkadaşım. Colin Powell telefon etti. 'Somali'ye bir korgeneral göndereceğiz. Müslüman olduğunuz için Türkiye'den gönderelim' dedi. Ben de 'peki' dedim. Ben daha belirlemeden 'Çevik Bir'i gönder' dedi. Zaten karargâhta, boşta olarak Korgeneral bir o vardı. Ben de onu düşünüyordum ama o isteyince şüphelendim." Şimdi, ilişkilere bakın yani. Oraya akredite, Colin Powell'a akredite bir general JINSA'ya Abdullah Gül'le beraber gidebiliyor. Beraber oturuyorlar. Onlar 28 Şubat hareketini yaparken ne yapıyorlar? Efendim "irtica geliyor, laiklik gidiyor" vs. onuncu yıl marşı eşliğinde bir darbe yapıyorlar. Ama kolladıkları bir başka kişi daha var. Cemaatinin paralarını da tokatlayan Enver Ören'e dokunulmuyor.

Evet...
Meselâ Enver Ören de yükseliyor.

Fetullah Gülen meselâ...
Fethullah Gülen'i izah edebiliyoruz biraz, değil mi?

Bir yere kadar...
Neden? İşte, Amerikalılar. Enver Ören, işte o da Amerika'ya akredite olduğu için.

Ali Baransel'in TGRT'nin başına geçmesinin sebeplerinden biri de, yatırım yaptığı kendi hisselerini bir nevi korumak için aslında. Öyle deniliyor...
Günahları boynuna. Onun öyle ayrıcalıklı ilişkileri var deniliyor. Enver Ören'le Çevik Bir askeri liseden arkadaşmış da, falan filan...

Enver Ören'in de Selanik göçmeni olabileceği söyleniyor.
Bu hemşericilik ya da göçmenlik meselesinin ötesinde. O belli ki, Amerikan çıkarları doğrultusunda akredite edilmiş. Düşünün, muhafazakâr TGRT televizyonu, film oynatırken bile…

"Müzik haramdır, biz müzik yayınlamayan tek kanalız" diyen TGRT...
Evet, film oynatırken bile muhafazakâr filmleri seçen bir kanal, birden bire fahişe kadınların sponsoru haline geliyor. Yani bu bir günde nasıl değişir. Neden? Tavana oynayan bir görüntü var. Şimdi bunların hepsi tabii büyük oyunun parçaları, o anlaşılıyor. Büyük oyunda da, buraların bloke edilmesi çok önemli. Yani burada emperyalizm için, Batı emperyalizmi için... Emperyalizmi kim temsil ediyor? Petrol şirketleri, yedi kız kardeş vs. Şimdi Arap yarımadasını sarmışlar meselâ. Petrolün asıl denizini, önceki yüzyılda nitelenen Türkiye'yi konuşuyoruz ya, oranın blokajını... Oralardaki kendi kremasını kurmuş. Bugün bizim konuştuğumuz gibi, Araplarda da meselâ üstte bir tabaka oluşturmuş, altı elit. Şimdi, bu aslında emperyalizmin, emperyalizmi oluşturan hâkim güçlerin kendi ülkelerinde de uyguladıkları bir strateji.

Tabii Amerika da, o mânâda yahudilerle işbirlikçilik ediyor.
Yani bu şöyle bakmıyor. Biz, meselâ bize bırakılsaydı, ülkemizi kendimiz teçhiz etsek en dip noktadaki insan için bile içimiz titrer değil mi? Aman aç kalmasın, açıkta kalmasın diye.

"Türkiye, Türklere bırakılmayacak kadar önemli bir ülkedir". "Türkiye'yi Türklere bırakmayacağız" diyorlar, açık açık.
Yani biz çocuğu bile sokakta bırakmayız. Bu ona aldırmıyor. Bu yukarıya çekilmiş, bir imparatorluk kurmuşlar, o imparatorlukta inanılmaz gelişmiş bir teknoloji, işte bu konuştuğumuz şeyler. Dünya bunların üzerine kurulsun istiyorlar. Aşağıda da büyük bir...

Kaos diyelim...
Tüketici olsun. Herkes, yani evsiz dahi tüketici. Bir tane ispirto almıştır. O bile çarkı döndürecek bir tüketici. Yüzde yirmilik bir krema koymuşlar her ülke için o da tavan, bizim için yüzde beşlerde altılarda. Yüzde yirmilik gelişmiş, refah ülkeleri için. O yüzde yirmiler refah içerisinde olsun...







Geri kalan gecekonduya gidip tüketsin.
Evet. Şimdi, bu zihniyetin olağanüstü zenginliğini, varlığını sürdürmesi için sonsuz bir sömürü düzeni kurulması lâzım. Petrol de bunun şu andaki mevcut sistemin içerisinde en temel enerji kaynağı. Onun için, öncelikle Türkiye sonra Kıbrıs Adası, açık alan olarak bu bölgeye hakimiyet konusunda uzay kadar önemli. Onun için, bu varlıklarını sürdürebilmek için kendileri açısında ne yapılması lazım geliyorsa bunu yapıyorlar. Onun için Irak Savaşı'nda bir ayda silaha harcayacağı parayı bir yıllık bütçe yapıp, Türkiye'yi bloke edecek insanları kolayca satın alıyorlar. İşte medyanın hâli, medyanın blokajı, her gün evlere enjekte ettiği zehir bu. Yani Amerika'nın kabaca perspektifini böyle anlatabilirim.

Burada bir şey söyleyebilir miyiz? Sayın Mirzabeyoğlu'nun güzel bir sözü var: "Türkiye'yi 3000 aile yönetiyor" diyor.
3000 bana göre çok... 200-300

Genel olarak, bu yakın çevresiyle beraber. Hukuk da emniyette polis de bunlar için, bunların çıkarlarını koruyacak şekilde. Bu millet için değil.
Evet, çok doğru. Şöyle, yani şuradan çıkıp da sistemin efendileriyle karşılaşsak, meselâ bir trafik kazası yapsak, son derece açık bir şekilde polise de adliyeye de düşsek...

İkinizin göreceği muamele çok farklı olur...
Bu, son derece net bir şekilde ortada. Yani o zaman dediğinizin doğru olduğunu görüyorsunuz.

Ama halk da biliyor bunu...
Halk da bildiği için, işte bizim içimizde hiç sökülüp atılamayan bir hasret var. o yüzden hâlâ bu ülkenin çocuğunu askere gönderiyoruz falan.

Bu ülkenin bir devlet geleneği var.
Var, bunu yıkamıyorlar. Bu hem İslâmî kimlikten, hem de vatan sevgisinden gelen izahı olamayan ilahî bir sonuç. Bu da onların açısından şaşırılmayacak sonuçlar. Yani istediklerinde kim olursa olsun Türkiye'yi çok iyi okudukları için istedikleri blokaj yapılsın, hem siyasette hem hükmedecek sermayede rahatlıkla kurabiliyorlar. Umutsuz olduğumuz, çaresiz olduğumuz için de teslim oluyoruz.

Şöyle diyebilir miyiz? Gerçi siz yazılarınızda da belirtiyorsunuz. Bizim için, Türkiye için, Türkiye'deki Amerikan üslerinin, Batı işgal üslerinin kapatılması lazım. Dolayısıyla, kapatılması bağımsızlığı getirir. Ondan sonra diğer meseleler diyebilir miyiz? Öncelik olarak.
Bugün buna ben şu açıdan mümkün, olabilir diyemem. Neden? Buna karar verecek olan halkın bütünlüğüdür. Bu yapıldığı zaman, sizin, benim, herkesin, sokaktaki insanın bunu göğüsleyecek kadar yüreklerinin açık olması lazım. Şimdi, bu seçimde her şey açık seçik ortada olmasına rağmen gördük, yani nelere tenezzül edilerek, nerelere gidildiğini. Yani insanlar baş başa kaldıklarında, yaptıklarının ne olduğunun farkında oluyorlar ama yani zoru göğüsleyebilecek nitelikte, şimdi üçümüz karar verip de bunu yapmaya kalksak, kapının önüne çıktığımızda boğuluyoruz. Onun için, o dediğiniz şimdi mümkün görünmüyor. Bunu aşmak için son derece sabırlı biçimde taban oluşturmak lâzım. Yaygınlaştırmak lazım. Onun, ona karar vermesi lâzım. Yani halkın otoriteye veya lider olacak kimliğe güveni yok. Öyle birisi yok veyahut ta öyle bir kurum yok, kuruluş yok. Kime güvenecek? Sizin dediğiniz kadar iddialı bir hareketin arkasında gitmek için, çok rafine kimliklerin ortaya çıkması lâzım. Bir lokma bir hırkanın doğru olması lâzım. Anlatabiliyor muyum? Yok işte, o yok.

Halkı inandırabilecek, örgütlenmiş vatansever kadrolar...
Yani, o olsa her şeyi göze alırsınız. Bugün meselâ Irak'ta kendisini patlatıyor. Neden? Ben böyle yaşayacağıma...

Şerefimle ölürüm...
Yani, var mı öyle bir şeyimiz? Çünkü biz alıştırılmışız.

Kaybedecek çok şeyimiz var. Biz alıştırılmışız, diyorsunuz.
Tabii, onun için bunun temellerini oluşturacak bir insan yapısına kavuşmamız lazım, sabırla.

Tabii bu arada insan her şeyini kaybediyor.
Tabii, zaten bu gidişin sonu iyi değil.

Irak'ta olan bir hakikat, yanı başımızda. Aslında o bizim topraklar için de geçerli.
Ama felaketi yaşamıyorsunuz.

Sizi oradan uzaklaştırıyor, sanal dünya ya mâhkum ediyorlar….
Irak'taki ıstırabı, Iraklının duyduğu kadar, bırakın her türlü ıstırabı, burnunun dibinde çocuk ölüyor. Sen televizyonu açıyorsun haberlerde, bilinçli olarak hamaseti dinliyorsun on beş dakika, on beş dakika sonra Seda Sayan çıkıyor, ondan sonra bitiyor. Hop, lay lay lom gidiyorsun. Hatırlamıyorsun bile. Ben size söylüyorum bakın önce, bırak Amerikan üssünü, bu zihniyete hizmet eden televizyon kanalının önünde onu vazgeçirecek gösteri yapabiliyor musun?

O şuurda kitle yok, evet.
Yani çok böyle nokta hedef, haysiyetlerine dokunursa üç beş kişi gidiyor. Ama "Sen ne yapıyorsun kardeşim? Senin yaptığın nedir?" diye gidebiliyor musun? Onun için temizliğe oradan başlarsanız, kendi kapınızın önünü süpürürseniz, Amerikalı zaten öyle şuursuzca duramaz. Şimdi Amerika rahat rahat, kendi yeri gibi geliyor, benimle alay ediyor, dalga geçiyor.

Çünkü bütün değerlerimiz zaten Batılı o manada.
Şimdi, bu Cumhurbaşkanı olan arkadaş Amerika'ya gidiyor. Ben sabahtan beri Amerikan basınının haberlerine bakıyorum. Alay ediyor resmen. "Niye geliyor bu?" diyorlar. "Tayyip'le rekabete geliyor" diyorlar. Altı yok.
Yani, böyle bir naylon görüntü vermişin, "Ya bu Abdullah Gül niye böyle yapıyor?" dediğin zaman senin tepene biniyor taraftarları, isyan ediyor. Neden? Satın almış adam kömür torbasına.

Evet.
Acı yani bunun sonu. O tabanı oluşturmadığımız sürece, ne şekilde olursa olsun...

Anti Amerikancılık, anti emperyalizm çizgisinde gerçek vatansever bir ittifak oluşturulmadığı müddetçe diyorsunuz...
Şöyle olacak. Yani şu, bu vs. insan adam olacak, haysiyetli adam olacak.

Samimi olacak.
Hiçbir şekilde, kişisel saplantılarımız, şu sağcıydı, solcuydu v.s onlar ikinci planda. Ama adam gibi adamlardan oluşan bir kadro yönetecek!..






Peki Behiç Bey, Amerika'nın şu anda Irak'ta işi zor biliyorsunuz, kaçamıyor da. Afganistan'da da öyle. Afganistan'a 5 bin askerle geldi, NATO 50 bin askerle çıkamıyor sokağa. Şimdi dağılmanın, batışının eşiğinde. Sizce Amerika daha ne kadar götürebilir?
Bütün tepe noktalarını, piramidin tepelerini her ülkede tutan bir ülke olduğu sürece bu varlığını sürdürür. Yani, Amerika'nın battığını biz neye göre söylüyoruz? İçeride görünen bir takım ekonomik açmazlara, gelir gider dağılımındaki dengesizliklere. Bunların ne kadar gerçek ne kadar manipüle olduğunu bilmiyoruz. İkincisi, insan kaybı oluyor. İnsan kaybında da demin konuştuğumuz gibi Amerika'nın Irak'a gönderdiği insanları çok önemli değil onun için.

Tabii, o açıdan baktığınız zaman.
Oraya gönderdiği, asker yaptığı adamlar göçmenler sağdan soldan topladığı...

Parasız işçiler...
Yani, şimdi bu öyle bir oyun oynayabilir ki, bir sene sonra gidiyor Cumhuriyetçiler, Demokratlar geliyor. Demokratların tezleri aslında temelde aynı sömürü düzenine hizmet etmek olsa da üsluplarında...

Daha soft mu?
Farklı. Şimdi ne yapacak? Amerika bir anda, biliyorsunuz oraya çöreklenen petrol şirketlerinin tümü bütün dünyanın petrol tröstünü oluşturmuyor. Şimdi Japonlar, Asya'nın parayla oynadığı bir dönemde Avrupalı Fransız'ın, Alman'ın, Rusya'nın taleplerini karşılayacak ortak bir nokta bulmakta zorlanıyor Amerika bu petrol alanında. Büyük parseli toparlayacak de facto bir durum yaratmak için ben öyle zannediyorum ki Demokratları bekliyor. Yani Vietnam'da da yenildiler, sonuçta eline aldılar orada büyük şirketler.

Ama 5 yıldır Irak'ta bulunuyor fakat petrol çıkartamıyor, çıkarttığı petrolün 10 katı 20 katı masraf yapıyor Irak'a.
Yok, öyle değil. Şimdi petrol çıkarmıyor. Bundan sonra, ileriki yıllarda çıkartacak!

Çöreklenmesi çok zor, mevzuu orada...
O kadarını bilemeyeceğim...

O kadar ağır kayıplar veriyor ki… Ayrıca petrol boru hatları her yıl 100 defa havaya uçuruluyor…
Zaten çöreklenmemesi halinde, yenilir…

Amerika çekilecek ama yenilgisiz, şerefli bir çekilme. "Şerefimle yenildim"e getirmek istiyor. Onu makyajlama peşinde.
Onu nasıl yapacak?

Türkiye'nin önemi burada devreye giriyor işte.
Oradaki savaş zaten şu ara her şey…

Eğer biz satmazsak, biz direnirsek Amerika sadece Irak'ta değil burada da çok korkunç bir şekilde yenilecek.
Gayet tabii... oraya göz kulak olacak bir bekçi arıyor… Kuveyt'te, nasıl Kuveytliyi yakmış, oraya da birisini arıyor. Bakıyor, Barzani mi olacak? Talabani mi olacak? Olmuyor onlarla. Barzani'yle Talabani'yle Türkiye'yi birleştireyim, bunların hepsine pay vereceğim. Ama bizim alacağımız pay devede kulak, yine onların elinde kalacak.

Amerika uzun bir süre sonra TSK'nın Kuzey Irak operasyonuna kerhen izin verdi, hatta teknolojik destek sağladı. Medyada bu çuval olayını örttüler. Ama dün bir haber çıktı. Amerika ve İsrail bu operasyonu Türkiye'den Yüksekova'da bir üs istemek için desteklemişler.
Yüzde yüz. Çünkü şu anda oraya kendi toprağı olarak bakıyor. Yani nereye? Irak'taki bölgesine. Oraya kimseyi yan gözle baktırmayan Amerika bir anda uçaklarına izin veriyor. Yani bunun faturasını bizim önümüze koymayacak mı? Beyaz Saray'a gidiyor, Başbakan oturuyor, Beyaz Saray'daki masanın önüne yazmışlar, açmış şey diyor, efendim ne olacak; PKK terör örgütü? Yani birden bire kafana taş mı düştü de PKK'nın terör örgütü olduğunu anladın. Bizimkiler de, bizimkiler dediğim...

Bizi yöneten işbirlikçiler.
Bizi yöneten işbirlikçiler, doğru söylüyorsunuz. Onlar da bu oyunun içerisinde. Biz de koyun gibi bakacağız. Şu yaşadığımız olaylar bile bizim canımız üzerinden yapılan pazarlık yani. Böyle şey olmaz. Şimdi Türkiye Cumhuriyeti devletinin insanlarının gücüne bakın; Avrupa'da 50 bin tane -belki daha da fazla olabilir, bendeki rakam eski- öğrencisi, nitelikli üniversitelerde okuyor. Çalışanlarının oralarda bankalardaki paralarının hacmi olağan üstü büyük.

200-250 milyar Euro...
Önce orada başladı bakın. Alevi-Sünni, Türk-Kürt diye orada bölündü. Şimdi, bizim içimizde böyle bir bölünme olmasa Türk-Kürt, Alevi polemikleri olmasa bu Türkiye Cumhuriyeti devletinin coğrafyasının insanlarının sadece Avrupa'daki gücü Avrupa'ya hükmedecek nitelikte.

Tabii. İçeride gerçek mânâda tam bağımsız bir devlet olsanız oradaki insanlarla, Avrupa'yı kendinize bağlarsınız.
İşte, başa dönüyoruz. Haim Nahum'a dönüyoruz. Eğer Kurtuluş Savaşı'ndan sonraki doktrini Haim Nahum değil de oturup kendileri yazsalar böyle olacak diye bugün kimsenin derdi olmaz, her şey huzur içerisindeydi. Bize sonuçlandırmaz, bırakmazlar? Neden bırakmazlar? İnsan karizmamızın kalibresini, kalitesini düşürdüler. Hepimiz paraya tapar hale geldik. Dediğim gibi Amerikan üslerinden önce televizyon stüdyolarının önüne gitmemiz lazım.

Haklısınız... Peki Behiç Bey çok teşekkürler.
Sağolasınız, ben teşekkür ederim.


BARAN Dergisi 54. Sayısı'ndan (17 - Ocak 2008)

Hiç yorum yok:

Google Gruplar
irfanmektebi@hotmail.com grubuna kayıt ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Benim Peygamberim

İlgili aramalar: müzik - ilahi -  ilahi