Son dakıka

31 May 2008

Ayasofya; Cami mi , Kilise mi?


Sen!..
Suskunken; sızlamaz mı, kemikleri Fatih'in
Sen!..
Mahzunken; bükülmez mi boynu Eyub'un
Sen!..
Kilitliyken; kırılmaz mı gönlü milletin

Hıristiyan Dünyasının Ayasofya' ya karşı olan düşünceleri asırlardır değişmemiştir ve değişmeyecektir elbette.

Ayasofya'nın camii olarak açılması nasıl ki Müslümanlar için hasret ise, batı alemi için kilise olarak tekrar açılması en büyük emelleridir. İlerleyen satırlarda bunları göreceğiz.

10 Ağustos 1948 de Yunan tebaasından Vasilios Ph. Karamanolis yazdığı iki sayfalık mektupta şunları kaleme alır...'Ayasofya'nın üzerinde meşru hakkı olanlara devredilmesi ve kuruluş amacına yönelik faaliyet gösterir hale getirilmesini. Yunanistan'ın yapacağı yardımlarla yeni yapılacak binanın barışa hizmet edecek manevi bir merkez halinde yeniden meydana getirilmesini' istemiştir.

1955 veya 58 yılında Almanya'nın Münih kentinde yapılan Bizantologlar toplantısında Kardinal konuşmasını şöyle tamamlar.'Ayasofya'nın kubbesindeki haçın ışığı hiç bir zaman sönmeyecektir.

Konuşma sonunda dakikalarca ayakta alkışlanır bu sözler. Ve bu durum Avrupa'nın Ayasofya hakkındaki görüşlerini apaçık ortaya koymaktadır.


Çok değil daha 1989 yılında tamiratı biten patrikhanenin açılış merasime katılmak üzere çeşitli ülkelerden parlamenterler İstanbul'a gelirler. Aralarında Yunanlılar da vardır. Papazların nezaretinde Ayasofya ziyaret edilir. Heyet Hz İsa ikonasının önünde şükür secdesine varır. Heyette bulunan Atina üniversitesi Rektörü Statopulas 'Neden önce Patrikhane değilde Ayasofya yı ziyaret ettiniz' sorusuna


-"Bir Yunan için Ayasofya her zaman Patrikhaneden daha önemlidir," cevabını verir. 'Burası bir müzedir. Müslümanlar dahi burada ibadet yapamıyorlar. Siz rahatlıkla yapıyorsunuz; ama kanunlar buna izin vermiyor, yani ibadet etmek yasak. Siz nasıl yapıyorsunuz?" sorusuna verdiği cevap aklı selim olanlara manidar gelecektir.

- Ayasofya sizin için müze olarak kullanılıyor. Ama bizim için ebediyen kilisedir. Ayasofya kilisedir ve öyle kalacaktır.


*
Arzu ederseniz biraz daha yakına gelelim... Altı sene öncesine...

Tarih 1 Şubat 2002

Avrupa Parlamentosu'nda AKPM üyelerinden Romen Corneliu Vadim Tudor öncülüğünde 15 i aşkın Avrupa Ülkesinden 27 milletvekilinin imzasıyla 'Ayasofya'nın Hıristiyan Dünyasına İadesi' başlıklı bir karar önergesi sunulmuştur.

Bu önergeye karşı, dönemin Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi başkan Yardımcısı ve Türk Delegasyonu Başkanı Uluç GÜRKAN, AKPM başkanına bir mektup göndererek 'İstanbul'un Contantinipole adıyla anılmasına ve İşgal altındaki görkemli Hıristiyan kenti olarak tanımlanmasına sert tepki gösterir. Ayasofya'nın y.y boyu cami olarak kullanılmasının ardından Cumhuriyet'in ilanıyla birlikte dinlere saygı anlayışı çerçevesinde müzeye çevrildiğini ifade eder.

1967 yılında Efes'e gelip inancı gereği hacı olan Papa 6.Paul Efes'ten İstanbul'a geçer. Ayasofya' yı ziyaret eder. Cami kısmında diz çöker, yanında devrin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil olduğu halde, nezaketen bakandan izin istemiş, ancak cevabını beklemeden istavroz çıkarmış, ibadetini tamamlamış yere kapanıp zemini öpmüştür.

18 Temmuz 1932 yılında ilk defa Türkçe ibadet denemesi Diyanet İşleri Başkanlığı'nın 636 sayılı yazısı ile Ayasofya camiinde denenmiştir.

30 Kasım 1965 yılında Manisa Milletvekili Sami Binicioğlu ile Kütahya Milletvekilli Kemal KACAR Meclis başkanlığına bir önerge vererek Ayasofya camiinde ezan okunmasını istemişlerdir.

Ecevit-Erbakan hükümeti döneminde Ayasofya müze bölümüne dokunulmadan camii kısmı ibadete açılır diye ümit edilmiştir. Bir basın toplantısında Ecevit'e ' Ayasofya'yı ibadete açacakmısınız ?' sorusuna Ecevit'in şöyle cevap verdiği nakledilir.

'Ayasofya'da bir takım resimler vardır, Müslümanlar resimlerin bulunduğu yerde namaz kılmazlar.'

Burada şunu belirtmekte fayda vardır. Ayasofya'nın cami kısmında her hangi bir resimli mozaik bulunmamaktadır.

1994 yılında Isparta Milletvekili Ertekin Durutürk, Ayasofya Camii'nin ibadete açılması ve Topkapı sarayı Kutsal Emanetler Dairesi'nde sürekli Kuran-ı Kerim okunması ile ilgili kanun teklifini, TBMM başkanlığına vermiştir.

Sayın Ertekin bey'in bu teşebbüsü 1994 yılı Nisan-Temmuz ayı görsel medyasında büyük yankı uyandırmıştır. Koalisyonun SHP kanadı, işi koalisyonu bozmaya kadar götürmüş, SHP genel sekreteri olan Fikri SAĞLAR, Ayasofya İbadete açılırsa, bizde hükümeti bozarız sözlerini sarfetmiştir. Son olarak Kültür Bakanı İstemihan ATALAY zamanında, üç minarenin hoparlörü kaldırılmış, ezan okunan minare sayısı bire indirilmiştir.

Konu uzun ve derin...

Dağıtmamaya çalışarak, arşivimden ancak bu kadarını toparlamak nasip oldu... Yazımın başında bulunan bukle Necati Çavdar'a aittir.

Sevgi ve Hürmetlerimle...

30 May 2008

555. yılında Kutlu Fetih Mübarek olsun!


Kutlu Fetih Mübarek olsun!Sene 1453 Peygamber Müjdesine mazhar olmak ve Haçlı Bizansın merkezi İstanbul'u da alarak bu topraklara İslam Mührünü vurmak için çıkılan kutlu seferin bu sene 555. yıldönümünü kutluyoruz..
İstanbulun Fethi şüphesiz her açıdan önemlidir...Ve bir devrin sona erip yeni bir devre kapı aralayıcı özelliği ile de önem arzeder..Bugün haçlı ve emperyalistlere vurulan her tokatta bu Şanlı Fetih hatırlanmaktadır.. velhasıl Haçlı sürüleri bu Büyük Fethi İşgal olarak dünyaya lanse etmeye ve Başta Kutlu Fethin Sembolü AYASOFYAYI yerli işbirlikçileri vasıtası ile tamamen KLİSE ye çevirmeye çalışmaktadırlar ...Bugün İstanbul başta olmak üzere Osmanlıdan miras kalan bu toprakların üzerinde ki siyonist ve Haçlı oyunları devam etmekte olup Osmanlı ve İslam mührünü kazıma faaliyetleri de tüm hızı ile devam etmektedir...
Bugün emperyalizmin işgaller ve sömürülerle kan deryasına çevirdiği , fetih sonrası tabloya muhtaçtır.Dünya Fatihin açtığı Yeni çağa ve de bugün bizlerin eli ile kurulacak o tarihi birikimlerin ışığında Yeni bir Nizama Muhtaçtır...
Yeniden Fethedilerek aslına rücu ettirilmesi gereken İSTANBUL,Fatih Sultan Mehmet Han hz.lerinin bize bıraktığı mirastır ve bugün batıcı -hristiyan kültürün işgalindedir.. bu işgal Silah ile gerçekleşmiş bir istiladan daha tehlikeli olup İnsanımızı ve de bu toprakları içten kemirici özelliği ile de yeniden FETH'e memuriyetimizi ve de mecburiyetimizi ihtar eder...Karada Gemilerin, Denizde KüheylanlarınYürüdüğü Fetih


İstanbul'un fethi İznik'ten, Bursa'dan Eskişehir'den ve en son olarak da Edirne'nin fethinden başlamıştı. İstanbul fethedilmeliydi, çünkü Efendimiz'in (sas) kutlu işareti vardı.Allah Rasûlü (sas) Rabbimiz'in bildirmesiyle Arap Yarımadası'nın, İran ve Kıbrıs gibi bazı yerlerin fethedileceği müjdesini kendleri hayattayken vermişti. O'nun gelecekle ilgili emir ve müjdelerinden biri de, İstanbul'un fethedilmesiyle ilgiliydi.İstanbul Elbet Fetholunacaktır...!


Asr-ı Saadet'ten başlayarak hemen her devrin büyük kumandan ve bahadırları hem bir müjde hem de bir vazife olarak kabul ettikleri bu kutlu habere muhatap olabilmek için defalarca İstanbul'a kadar gelmiş ve geriye dönmüşlerdi.
Milletimizin aziz misafiri Ebu Eyyûb El-Ensâri Hazretleri de aynı gayeyle, ilerlemiş yaşına rağmen İstanbul sırtlarına kadar gelmiş; vefat edeceği sırada ordunun komutanına "Burada ölsem de beni İstanbul'un bağrına defnedin." ricasında bulunmuş ve asırlarca sonra gelecek kahramanların kılıç seslerini, tekbir sadâlarını kabrinden duymak istediğini belirtmişti.Yıldırım Bayezid, Fetih için Anadolu Hisarı'nı inşa ettirmiş, Moğol fitnesi yüzünden projeleri akim kalmıştı. Fatih'in babası II. Murad da birkaç kere İstanbul'u kuşatmayı denemiş ama fetih için yeterli hazırlığının olmadığını görmüştü.
Bir gün Ankara'dan bir misafiri olduğu söylenmiş; karşısında devrin gönül sultanı Hacı Bayram Veli Hazretleri'ni görünce heyecanlanmış ve hemen "Hocam, size mâlum olur; yoksa İstanbul bize nasip olmayacak mı?" deyivermişti. Hak Dostu şöyle bir murâkabeye dalmış ve sonrasında da "Sultanım, Fetih sana ve bize nasip olmayacak. Ama Cenab-ı Allah, İstanbul'un anahtarlarını senin göz nurunla bizim çırağa nasip edecek." demişti.Fetih asırlar süren sabırlı bir plan ve projenin ürünüydü. İstanbul, Anadolu yakasından değil Avrupa yakasından gelinerek fethedilmiştir. Devletin merkezi Avrupa'da yani Edirne'dedir.
Bizans'ın Avrupa ile bütün bağlantıları kesilip Anadolu'dan da bir çıkış bırakılmamış ve son saldırıyla tarihin en büyük imparatorluklarından biri olan Doğu Roma tarihe gömülmüştür.Anadolu Hisarı'nın karşısına Boğazkesen Hisarını (Rumeli Hisarı) yaptırmak başlıca bir deha ürünüdür. Surların şekli kûfi yazıyla Arapça "Muhammed" (sas) kelimesi şeklindedir. Devrin harikası olan şahi topları Topkapı denilen bölgeyi dövüyordu. Fakat, 50 gün boyunca devam eden hücumlara rağmen şehir bir türlü düşmüyordu. Genç sultan yerinde duramıyor, atını denize sürüyor, "İstanbul, ya sen beni alırsın ya da ben seni!.." diyordu.Fetih Ateşleri Geceyi Aydınlatıyor

Artık pazartesiyi salıya bağlayan geceye gelinmişti. Tarihler 29 Mayıs'ı gösteriyordu. Osmanlı İslam ordusu, bu geceyi "Mum donanması" yaparak ateş ve ışık şenliğiyle geçirdi. İstanbul'u tamamen kuşatan deniz ve kara birliklerinde kandiller, fenerler, meş'aleler ve ateşler yakılarak Kostantiniyye bir ışık çemberi içine alınmıştı.
Tekbirler ve tehliller İstanbul semalarını inletiyordu. Bizanslılar ise Ayasofya'ya sığınmış azizlerin yardımını bekliyordu. O gece iki tarafa da uyku yoktu.Yarının "Fatih"i olacak Sultan 2. Mehmet bir o yana, bir bu yana koşturuyor; askerlerini coşturmaya çalışıyordu. Fatih, bir aralık hocası Akşemseddin'in yanına gidip onun himmetini istemiş; bir zamanlar babasının kendi hocasına sorduğu gibi "Yoksa bize nasip olmayacak mı?" demişti. Akşemseddin de kendi hocası gibi murakabeye dalmış; ağlamış, ağlamış. Sonra da
"Sultanım, Allah bizi mahcup eylemeyecektir. Biz hele O'na teveccüh edip zaferi O'ndan bekleyelim; O bizi eli-boş geri çevirmeyecektir." cevabını vermişti.
Atını Denize Sürdü

İstanbul kuşatması esnasında Papa, Bizans'a yardım maksadıyla gemiler göndermişti. Bu gemilerin gelmekte olduğu II. Mehmed'e bildirildiğinde hemen atına atlayıp: "Hadem ü haşemle deniz kenarına indi."Bizans tarihçisi Dukas'ın ifadesiyle:
"Atı ile beraber yüzerek ve denizi yararak kadırgalara doğru, sesi çıktığı kadar bağırıyor, emirler veriyordu."Onun bu konudaki azmi, samimiyeti, hedefine ulaşmak için maddi-mânevî herşeyini ortaya koyması sonunda, bin yıllık Bizans İmparatorluğu ve karanlık bir çağ aydınlık yolun ay yüzlüleri önünde eriyip gidiyordu.Nasrun Minallahi ve Fethun Karîb!


29 Mayıs 1453 sabahı, şafak sökmeden önce başlayan top atışlarıyla surlar sarsılıyor, mehter takımı İstanbul semalarını inletiyordu. Bugün büyük bir gündü. Şahî adlı büyük top bugün Topkapı denilen yerdeydi. Fatih'in keşfi olan geliştirilmiş havan topları, Beyoğlu sırtları ve Galata surlarından aşırtma atışlarla Haliç'teki düşman gemilerini batırmaya başlamıştı.
Toplar gümdürdedikçe yaşlı surlar birer birer gedik vermeye başlıyor, Osmanlı askerlerinin biri düşse diğeri surlara doğru saldırıyordu. Ulubatlı Hasan da bu yiğitlerdendi. Surlardan atılan taş, ok ve kızgın yağlara (Rum ateşi/Grejuva) rağmen ilerliyorlardı. Ulubatlı'nın vücudu delik deşik olsa da surlara çıkmış; elindeki mukaddes bayrağı en yüksek burca taşımıştı.Kavga, Toprak Kavgası Değildi

Fetih hadisesi, bir toprak istilası ve yağma operasyonu değildir. İslam'ın özünü oluşturan cihad kavramı, insanları Allah'ı bilmeye ve O'nun rızasını aramaya götüren yollardaki engelleri kaldırma gayretidir. O güzel komutan ve güzel askerlerin asıl derdi şehri kuşatan kaleleri değil, insanlarla Allah'a iman arasındaki surları yıkma hedefiydi. Bundan dolayıdır ki, fetih ordusunun gayrimüslim halka tanıdığı güven, rahatlık, kazanç imkanlarını ve Müslümanların üstün ahlakını gören Bizanslılar'ın çoğu Osmanlı idaresini bir nimet ve kurtuluş olarak kabul etmişlerdi. Bu anlayışın bir sonucu olarak, Grandük Notaras, "Konstantinapolis'te kardinal şapkası (latin serpûşu) görmektense, Türk sarığı görmeyi tercih ederim." diyordu.

ve Fatih,şanlı Fetih gerçekleşerek tarihe 'İSANBUL İSLAMIN ŞEHRİDİR' mührü vuruluyor.

http://anadoluhaber.blogspot.com/2008/05/kutlu-fetih-mbarek-olsun.html

29 May 2008

Fatih'i Fatih yapan niyetinin buyuklugudur

Hedefe ulasmak, once hayal etmekle baslar. Ideallerimize zihnimizde planlamadan ve gereken iradeyi, calisma ve gayreti sergilemeden ulasamayiz. Hedefe ulasma adina hayal etme elbette yeterli degildir. Hayaller gerekli olan maddi ve manevi donanimla desteklenmezse hedefe ulasilmasi imkansizdir. Istanbul fatihi, Fatih Sultan Mehmet daha cocuk yasta bu yola gonul koymus, duygu ve dusunce dunyasini fetih hayalleriyle suslemis, oyunlarinda Istanbul'u bir degil belki yuzlerce kere fethetmisti.

Fatih, Istanbul'u fetheden muzaffer bir kumandan olmasinin yaninda, medresede kendisine ayri oda tahsis edilecek seviyede ilim ve ayni olcude bir kalp ve ruh insaniydi. Bir diger ifadeyle o, madde ve manayi birbiri icinde butunlestirip bunyesinde barindiran bir alperendi. Su tek ornek, onun tevazu ve edebini gostermek icin yeter ve artar: Hocasi Aksemseddin'in olsun, devrinin isik insanlarindan Molla Husrev ve Molla Gurani'nin olsun, hocalarinin yaninda, bir talebenin hocasina karsi takinmasi gerekli tavri takinir, saygili davranir ve edep icinde onlarin huzurlarinda otururdu. Zaten bizim dunyamizdaki fetihler, hep boyle ruh, mana, edep ve aksiyon insanlarinin elinde gerceklesmis ve insanliga armagan edilmislerdir.

O, hep buyuk dusunmustu

Fatih, "ni'mel emir-ne guzel komutan" madalyasiyla sereflenirken niyetindeki buyuklukle dogrudan dogruya Peygamber Efendimiz tarafindan taltif edilmistir. O, bu mujdeye nail olabilmek icin Istanbul'un fethini daha cocuk yaslarinda planliyordu. Hep buyuk dusunuyordu, buyuklerle beraber oluyor, onlarla istisare ediyor ve yaptigi isin buyukluguyle kiyaslandiginda kucuk denecek bir yasta buyuk isler basariyordu.

Fatih'in degeri, dikkat edilince anlasilabilecek bir mazhariyettir. Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm) Islam'in izzetini bayraklastiran, Bizans ve Avrupa'nin ustune tirmanip cikan Fatih'i bizzat ve cok onceden mujdelemistir. Fatih bu zamanda 21-22 yasinda bulunuyordu ki bu yaslar ayni zamanda beserî arzularin baskisinin en cok hissedildigi bir doneme tevafuk etmektedir. Zamanimizda bu yastaki cocuklar ya liseye ya da universiteye gitmesine ragmen o, devletin basinda bulunan bir idarecidir. Bu cok buyuk bir pâyedir ve Fatih bu pâyeyi, niyetinin saglamligiyla beraber, ruhunu guzel kullanmak ve iradesinin hakkini vermek sûretiyle liyakatle kazanmistir.

Efendimiz Niye Fatih'i Ovuyor?

Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de bize gore 14, ona gore ise 7-8 asir evvel, "Istanbul'u fetheden emir, ne guzel emir, onu fetheden asker, ne guzel askerdir!" buyuruyor. O ordunun icinde Aksemseddin de vardir. Onun da muhakkak ki o buyuk sultanin Istanbul'u fethinde buyuk hizmetleri olmustur. Ama Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) ovgusu Fatih'e olmustur. Cunku Fatih'in kanatlari, altinda Aksemseddinler, Molla Guraniler gibi pek cok ilim adami ve Allah dostu yetistirmeye musaittir. Nitekim o ilme ve ilim adamlarina cok ehemmiyet vermis, onlari korumus, Istanbul'u butun dunyaya ilim isiklari sacan bir merkez haline getirmisti.

Islam'in izzeti icin kendinden 7-8 asir evvel yasamis Zât'i (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine rehber yapmis ve O'nun adiyla ayrica bir seref kazanmis olan Fatih, Rumeli Hisari'ni yaptirirken, onun mimarisini, Nebinin yuce adini hisara islemek icin, yukaridan bakildiginda Arapca "Muhammed" yazilacak sekilde planlatarak, hisari o mubarek ad'a benzetmeye calismis ve ruhuna isledigi Efendimiz'in yuce adini denizin kenarina da islemis ve hayati boyunca milli-manevi degerlerini cok aziz tutmustur.

Simdi biz de ayni sorumluluk altinda bulunuyoruz. Bir muminin hedefi Rabbimiz'in yuce adini ve Insanligin Iftihar Tablosu'nun (sallallahu aleyhi ve sellem) nurlu mesajlarini gunesin dogup battigi her yere ulastirmaktir. Bu yonuyle himmetler, cehdler ve azimler âli tutulmalidir. Cunku Allah, ote âlemde muamele yaparken bu niyetimize gore bize muamele yapacaktir. Zira mu'minin niyeti amelinden daha hayirlidir ve mu'minin niyetinin ufku cok genis olmalidir.

Istanbul'un fethinin 'manevi' boyutu

Hoca Muhammed Kasim anlatiyor: Bir gun Hâce Ubeydullah Ahrar hazretleri Semerkand'da persembe gunu ogleden sonra otururken soyle dedi: "Filân atimi egerleyip getirin." Getirdiler. Muridlerinden bir kismini da beraberinde alarak binip gitti. Sehrin baglarindan cikmak uzere idiler ki, muridlerine: "Sizin gelmenize ihtiyac yok, donunuz" dedi. Hepsi donduler. Ubuydullah Ahrar hazretleri, Abbas Colu (Dest-i Abbas) diye bilinen sahraya yoneldi.

Edebe riayet etmeden bir miktar daha Hoca'nin ardindan yurudum. Ubuydullah Ahrar hazretlerinin binmis oldugu atla bir o yana bir yana segirtmeye basladigini gordum. Ubuydullah Ahrar hazretleri bazen gorunuyor, bazen de gorunmuyordu. Daha sonra evlerine donduler. Yine kustah bir tavirla o halinden kendisine soruldu. Soyle buyurdular. Anadolu padisahi Sultan Mehmed kâfirlerle karsi karsiya gelip bizden yana muteveccih oldu, bizden yardim istedi. Ona yardim etmemiz icab etti. Allah'a hamdolsun mansur ve muzaffer oldu."

Hoca Muhammed Kasim soyle devam ediyor: Babam Abdulbaki, Anadolu'ya gelip Sultan Bayezid bin Sultan Mehmed ile bulustuktan sonra bize soyle bir sey nakletmisti: Sultan Bayezid benden Hoca'nin nasil bir elbise giydigini, mubarek simalarinin nasil oldugunu, boz bir atinin olup olmadigini sordu. Ben de anlattim. Bunun uzerine soyle buyurdular:

"Babam Sultan Mehmed hazretlerinden isittim ki filan zamanda, ogle¬den sonra filân yerde kâfirlerle karsilastik. Kâfirlerin ordusunu galibiyete yakin gorunce Hoca Ubeydullah hazretlerine teveccuh ettim. Ve sizin anlattiginiz elbise ile ayni sima ve at ile bir velinin zuhur ettigini gordum. Bana soyle dedi: "Ey Sultan Mehmed, korkma!" Ben: Nasil korkmayayim ki kâfirlerin ordusu cok kalabalik deyince. Bu sefer mubarek yenlerini acip: "Iceri bak" buyurdu. Baktim, buyuk bir sahra icinde, hadsiz hesabsiz Musluman askeri. Ilâve etti: "Bunlarin hepsi sana yardimcidir.

Simdi su tepenin uzerine cik, dur. Davula uc defa vur. Orduna savasmalarini emret. Sultan Mehmed soyle diyor: Vezirlerim, o esnadaki halimi, dusman askerlerinin coklugu sebebiyle soylendigimi, hayretimi ifade ettigimi zannettiler. Cunku onlar Hoca'yi gormuyorlardi. Buyurduklari gibi yaptim. Ubuydullah Ahrar hazretlerinin at surdugunu gordum. Dusman hezimete ugrayinca Hoca'dan hicbir eser gormedim."

Fatih devrindeki esnaf ahlâki

Fatih, zaman zaman tebdil-i kiyafet eder ve halkinin arasina karisirdi. Istanbul'un fethinden once yine bir gun, kiyafet degistirerek halkin arasinda dolasmaya basladi. Rastladigi ilk dukkana girdi ve bir okka tuz, bir okka seker ve bir okka da sabun istedi. Dukkan sahibi bir okka tuzu tartip Fatih'e verdi ve dedi ki: "Lutfen diger istediklerinizi de karsidaki komsumdan alin. Zira, komsum henuz sabah siftahini yapmadi." Memnun bir edayla dukkandan cikan Fatih, obur dukkana girdi ve iki kalem mal istedi. O bakkal da mali verdi ve dedi ki: "Diger istediginizi de yandaki komsumdan aliniz. Cunku o daha siftah etmedi." Sultan'a o bakkal da ayni sekilde davraninca Fatih'in gozleri dolmus ve boylesine ustun bir ahlaka sahip olan halkin hukumdari olmaktan buyuk mutluluk duymustu: Sukurle, "Ben boyle bir halkla, degil Istanbul'u dunyayi dahi fethederim" demekten kendini alamamistir.

Maddi fetihleri, manevi fetihler saglar

Calismak, gayret etmek, elinden geleni yapmak Musluman'in uzerine dusen gorevdir. "Netice"yi, "zafer"i, "nusret"i ve "feth"i nasip etmek de bizzat Rabbimiz'in celalinin sânidir.

Alemde meydana gelen hadiseler "sebepler"e bagli olarak olusuyor. Ama bu, "sebep"lerin tek ve belirleyici kaynak oldugu anlamina gelmiyor. Cunku imanimizla biliyoruz ki, sebepler perdesi altinda is goren, tum kâinati kudret elinde evirip ceviren tek guc Rabbimizdir. Hicbir sebebin asli tesiri yoktur. Ancak "izin"le netice verebilir. Sebepler uzerindeki asil tesir Rabbimize aittir. Biz tabii ki O'nun emri ve hikmeti geregi "sebeplere" muracaat ediyoruz; ama O'nu unutmadan ve yine O'ndan isteyerek.

Her turlu basariyi, sifayi, nusreti, galibiyeti gerektirecek isleri yapiyoruz ama neticeyi "sebepler"den degil, Rabbimizden bekliyoruz. Her isimizde oldugu gibi ordularimiz savaslarimizda da Rabbimizden galibiyet nasip etmesini dua etmistir. Basta Istanbul'un fethi olmak uzere Canakkale'de ve Istiklal Harbi sirasinda gorulen harikulade haller nedense son yillarda "hurafe" olarak tanimlanmaya baslandi. Kendisi az sesi cok bu gruba bakarsak hicbir harbimizde sanki ilahi yardim bu millete nasip olmamis. Sanki tamamen ilahi yardimlardan mahrum birakilmisiz. Ama hadise boyle degil.

Manevi olan her seye karsi olan, bizatihi Cenab-i Hakk'a inanmayan bu insanlar tabii ki "manevi yardimlara" da karsi olacak. Bundan normal ne olabilir ki! Ancak, "pozitivizme ve sebeplere" asiri deger veren ve Cenab-i Hakk'in acik vaatlerini goz ardi eden bazi Muslumanlar da ne yazik ki benzer sekilde dusunebiliyor. Onlar da, "Gokten yardim beklemeyelim, kendi isimizi kendimiz halledelim!" dusuncesindeler. Tamamen yanlis olan bu dusunceyi binlerce tarihi olay tekzip ediyor.

Isin dogrusu, en basta Bedir harbi olmak uzere butun harplerimizde ancak ve ancak nusret-i ilahiye ile muzaffer olmusuzdur. Hicbir harbimizde nusret-i ilahiye olmadan zafer nasip olmamistir. Cunku Rabbimiz, "nasrun minallahi ve fethun karîb" buyuruyor. Yani, "Yardim/zafer Allah'tandir ve fetih de yakindir!" Yardim ve zafer'in "bir kismi" denmiyor, "tamami" Allah'tandir. Cunku biz inaniyoruz ki, "gayret" bizden "tevfik" (muvaffak etmek, galip etmek, neticeye ulastirmak) Allah'tandir. Bir kisim Muslumanlarin "Canim biz isimizi Allah'a birakmayalim. Her seyi kendimiz halledelim. Yukaridan medet ummayalim!" seklinde goruslerini duyabiliyoruz. Ama bu tarihî gerceklerle asla uyusmuyor. Bu fikrin "calisalim, gayret edelim, elimizden geleni yapalim" kismi cok dogru. Ama ondan sonraki kismi tamamen yanlis. Cunku sanli tarihimiz manevi fetihlerle doludur.

Bedir'de 3 bin melek yardima kostu

Mesela Bedir harbi icin Rabb'imiz 3 bin donanimli melekle mu'minleri te'yit ettigini bizzat kendisi ifade ediyor.

Yine Hendek harbinde musrikleri perisan eden ve mu'minlere zaferi getiren o gune kadar gorulmemis bir firtinadir.

Huneyn gunu ise cok onemli bir tecrube gunudur. Mekke daha yeni fethedilmis, ordunun sayisi o gune kadar gorulmemis bir sekilde 12 bine ulasmisti. Zafer o kadar kolay gorunuyordu ki. Cunku "sebepler"e baktigimizda her sey hazirdi: Kalabalik, silah gucu... Ama savas basladiginda sahabe efendilerimiz "ordunun sayisina" guvenmemenin gerektigini hemen anladilar. Galibiyeti "sayi"nin getirmedigi bizzat tattilar. Cok ciddi bir sinama donemi yasandi. Icinde Resulullah Efendimiz'in oldugu ordu bozuldu. Savasin kargasasi icinde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) savas alaninin bir kosesine cekildi..

Câbir'den yapilan bir rivâyete gore Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kacisan Muslumanlara, "Nereye gidiyorsunuz ey insanlar! Ben Resûlullah'im, Ben Muhammed bin Abdullah'im" diye sesleniyordu. Fakat develer birbirine giriyor, insanlar alabildigine kacisiyordu. Bunun uzerine Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm yanindaki Hazreti Abbas'tan Muslumanlari cagirmasini istedi. Hazreti Abbas yuksek sesle "Ey Akabe'de biat eden Ensar, gelin! Ey Ridvan agaci altinda bey'at edip soz veren Muhacirler, donun! Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) buradadir! Nereye gidiyorsunuz?" diye bagirmaya basladi. Bu cagriyi duyanlar "lebbeyk" diyerek kosup Resûlullah'in cevresinde toplanmaya basladilar.

Resûlullah, yerden bir avuc toprak alip dusmanlarin uzerine firlatti. Carpisma siddetle surerken Allah'in arslani Hazreti Ali (radiyallahu anh), Havazin kabilesinin sancaktarini oldurmeye muvaffak oldu. Bu olay Muslumanlarin savas azm ve iradelerini bir kat daha artirdi. Savas oylesine siddet kazanmisti ki, dusman bu kesin taarruza karsi koyamayarak hezimete ugradi ve kacmaya basladi. Allah'in yardimi bir kere daha yetismisti. Bu savastan sonra nazil olan bir âyette bu durum soyle dile getirilmektedir: "Su kesindir ki Allah size bircok savas yerlerinde yardim etti, Huneyn gunu de... O gun ki sayica coklugunuz sizi boburlendirmis ama bu, size fayda etmemisti." (Tevbe, 9/25).

Istanbul'un fethi kutlu mujdenin yerine gelmesiydi

Istanbul'un fethi Iznik'ten, Bursa'dan Eskisehir'den ve en son olarak da Edirne'nin fethinden baslamisti. Istanbul fethedilmeliydi, cunku Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) kutlu isareti vardi.

Allah Rasûlu (sallallahu aleyhi ve sellem) Rabbimiz'in bildirmesiyle Arap Yarimadasi'nin, Iran ve Kibris gibi bazi yerlerin fethedilecegi mujdesini kendleri hayattayken vermisti. O'nun gelecekle ilgili emir ve mujdelerinden biri de, Istanbul'un fethedilmesiyle ilgiliydi.

Asr-i Saadet'ten baslayarak hemen her devrin buyuk kumandan ve bahadirlari hem bir mujde hem de bir vazife olarak kabul ettikleri bu kutlu habere muhatap olabilmek icin defalarca Istanbul'a kadar gelmis ve geriye donmuslerdi. Milletimizin aziz misafiri Ebu Eyyûb El-Ensâri Hazretleri de ayni gayeyle, ilerlemis yasina ragmen Istanbul sirtlarina kadar gelmis; vefat edecegi sirada ordunun komutanina "Burada olsem de beni Istanbul'un bagrina defnedin." ricasinda bulunmus ve asirlarca sonra gelecek kahramanlarin kilic seslerini, tekbir sadâlarini kabrinden duymak istedigini belirtmisti.

Yildirim Bayezid, Fetih icin Anadolu Hisari'ni insa ettirmis, Mogol fitnesi yuzunden projeleri akim kalmisti. Fatih'in babasi 2.Murad da birkac kere Istanbul'u kusatmayi denemis ama fetih icin yeterli hazirliginin olmadigini gormustu. Bir gun Ankara'dan bir misafiri oldugu soylenmis; karsisinda devrin gonul sultani Haci Bayram Veli Hazretleri'ni gorunce heyecanlanmis ve hemen "Hocam, size mâlum olur; yoksa Istanbul bize nasip olmayacak mi?" deyivermisti. Hak Dostu soyle bir murâkabeye dalmis ve sonrasinda da "Sultanim, Fetih sana ve bize nasip olmayacak. Ama Cenab-i Allah, Istanbul'un anahtarlarini senin goz nurunla bizim ciraga nasip edecek." demisti.

Fetih asirlar suren sabirli bir plan ve projenin urunuydu. Istanbul, Anadolu yakasindan degil Avrupa yakasindan gelinerek fethedilmistir. Devletin merkezi Avrupa'da yani Edirne'dedir. Bizans'in Avrupa ile butun baglantilari kesilip Anadolu'dan da bir cikis birakilmamis ve son saldiriyla tarihin en buyuk imparatorluklarindan biri olan Dogu Roma tarihe gomulmustur.

Anadolu Hisari'nin karsisina Bogazkesen Hisarini (Rumeli Hisari) yaptirmak baslica bir deha urunudur. Surlarin sekli kûfi yaziyla Arapca "Muhammed" (sallallahu aleyhi ve sellem) kelimesi seklindedir. Devrin harikasi olan sahi toplari Topkapi denilen bolgeyi dovuyordu. Fakat, 50 gun boyunca devam eden hucumlara ragmen sehir bir turlu dusmuyordu. Genc sultan yerinde duramiyor, atini denize suruyor, "Istanbul, ya sen beni alirsin ya da ben seni!.." diyordu.

Fetih atesleri geceyi aydinlatiyor

Artik pazartesiyi saliya baglayan geceye gelinmisti. Tarihler 29 Mayis'i gosteriyordu. Osmanli Islam ordusu, bu geceyi "Mum donanmasi" yaparak ates ve isik senligiyle gecirdi. Istanbul'u tamamen kusatan deniz ve kara birliklerinde kandiller, fenerler, mes'aleler ve atesler yakilarak Kostantiniyye bir isik cemberi icine alinmisti. Tekbirler ve tehliller Istanbul semalarini inletiyordu. Bizanslilar ise Ayasofya'ya siginmis azizlerin yardimini bekliyordu. O gece iki tarafa da uyku yoktu.

Yarinin "fatih"i olacak Sultan 2. Mehmet bir o yana, bir bu yana kosturuyor; askerlerini costurmaya calisiyordu. Fatih, bir aralik hocasi Aksemseddin'in yanina gidip onun himmetini istemis; bir zamanlar babasinin kendi hocasina sordugu gibi "Yoksa bize nasip olmayacak mi?" demisti. Aksemseddin de kendi hocasi gibi murakabeye dalmis; aglamis, aglamis. Sonra da "Sultanim, Allah bizi mahcup eylemeyecektir. Biz hele O'na teveccuh edip zaferi O'ndan bekleyelim; O bizi eli-bos geri cevirmeyecektir." cevabini vermisti.

Aksemseddin'in gozyaslari

Aksemseddin Hazretleri'nin oglu der ki: "Sultan ayrilip gidince ben babamin ne yaptigini merak edip onun cadirina gittim. Meger kimseyi almamalari icin muhafizlara talimat vermis. Ben geri donuyor gibi yapip cadirin arkasina dolastim ve perdeyi biraz acip babamin haline baktim. Bir de ne goreyim... Babam surekli "Allah'im takatim kalmadi. Ya fethi nasib eyle, ya da canimi al." diyor ve oyle agliyordu. Cubbesi bir tarafa, sarigi diger tarafa dusmus aglarken birden dogruldu; mujde almis gibiydi. Tebessum ediyor; 'Bize zaferi nasip eden Allah'a hamdolsun.' diyordu."

Ayni sekilde Sultan Mehmet de secdelerde, Rabb'inden nusret diliyordu. Cunku o da biliyordu ki, sebeplerle ancak bir yere kadar gelebilirdi. Calismak, gayret etmek onun vazifesiydi, ancak zaferi verecek olan tek guc Allah'ti (celle celaluhu). Sultan, Rabb'ine yakariyor, "Yâ Rabbi, bize fethi muyesser kil!" diye dua ediyordu.

Nasrun minallahi ve fethun karîb!

29 Mayis 1453 sabahi, safak sokmeden once baslayan top atislariyla surlar sarsiliyor, mehter takimi Istanbul semalarini inletiyordu. Bugun buyuk bir gundu. Sahî adli buyuk top bugun Topkapi denilen yerdeydi. Fatih'in kesfi olan gelistirilmis havan toplari, Beyoglu sirtlari ve Galata surlarindan asirtma atislarla Halic'teki dusman gemilerini batirmaya baslamisti.

Toplar gumdurdedikce yasli surlar birer birer gedik vermeye basliyor, Osmanli askerlerinin biri dusse digeri surlara dogru saldiriyordu. Ulubatli Hasan da bu yigitlerdendi. Surlardan atilan tas, ok ve kizgin yaglara (Rum atesi/Grejuva) ragmen ilerliyorlardi. Ulubatli'nin vucudu delik desik olsa da surlara cikmis; elindeki mukaddes bayragi en yuksek burca tasimisti.

Kavga, toprak kavgasi degildi

Fetih hadisesi, bir toprak istilasi ve yagma operasyonu degildir. Islam'in ozunu olusturan cihad kavrami, insanlari Allah'i bilmeye ve O'nun rizasini aramaya goturen yollardaki engelleri kaldirma gayretidir. O guzel komutan ve guzel askerlerin asil derdi sehri kusatan kaleleri degil, insanlarla Allah'a iman arasindaki surlari yikma hedefiydi. Bundan dolayidir ki, fetih ordusunun gayrimuslim halka tanidigi guven, rahatlik, kazanc imkanlarini ve Muslumanlarin ustun ahlakini goren Bizanslilarin cogu Osmanli idaresini bir nimet ve kurtulus olarak kabul etmislerdi. Bu anlayisin bir sonucu olarak, Granduk Notaras, "Konstantinapolis'te kardinal sapkasi (latin serpûsu) gormektense, Turk sarigi gormeyi tercih ederim." diyordu.

27 May 2008

İstanbul’un fethinin bilinmeyenleri

Bu yıl İstanbul'un fethinin 555. Yıldönümü. İstanbul'un fethi dünya tarihinin en büyük olaylarından biridir. Tarihçi Erhan Afyoncu, İstanbul fethinin bilinmeyenlerini yazdı…

KUŞATMA BAŞLIYOR

Uzun bir hazırlık döneminden sonra 6 Nisan 1453′te Osmanlı ordusu Bizans surlarının önündeydi. 6 Nisan gecesinden başlanarak surlar top ateşi ile dövülmeye başlandı. Surlarda yıkılan yerler, müdafiler tarafından hemen dolduruluyordu. 7 ve 12 Mayıs tarihlerinde iki büyük saldırı gerçekleştirildiyse de, bir netice alınamadı. Bunun üzerine Osmanlı toplarının çoğu Topkapı-Edirnekapı arasına kaydırıldı ve saldırılar şehrin en zayıf bölgesinde yoğunlaştırıldı. Kuşatmanın uzaması, Avrupa'dan gelebilecek yardım yüzünden Osmanlı ordusunu zor duruma sokmuştu.

Bu sırada Venedik donanması Ege'ye gelmişti. 25 Mayıs'ta Bizans'a son kez teslim ol çağrısı yapıldı. Bizanslılar'dan şehri teslim etmek isteyenler oldu. Ancak İtalyanlar buna şiddetle karşı çıktılar. Bu sırada Macarlar'ın, yardıma geldiği haberleri Osmanlı ordusunun moralini bozmuştu. Tehlike büyüktü. Vezirizam Çandarlı Halil Paşa, baştan beri savunduğu kuşatmayı kaldırma fikrinde ısrar etti. Ancak Zağanos Paşa, Şehabeddin Paşa, Turahan Bey ve Akşemseddin saldırıya devam edilmesi gerektiğini söylediler.

Büyük bir saldırıya geçilmesi için karar alındı. Askere şehir alındığında üç gün yağma izni verildiği duyurusu yapıldı. 28 Mayıs 1453′te bütün orduya İstanbul'a yapılacak son saldırı için hazırlanmaları emri verildi. 29 Mayıs sabahı gün ağarmadan genç padişahın emriyle savaş naraları atarak saldıran askerlerin sesleriyle son hücum başladı. Hiç durmadan çalan mehter askeri coşturuyordu. Bizanslılar bu seslere karşılık vermek için şehirdeki bütün kiliselerin çanlarını çaldılar.

SON HÜCUM

Osmanlı askerleri şehre dur-durak bilmeden saldırıyorlardı. Fatih ilk olarak azapları ve ordusundaki Hıristiyanlar'ı surlara saldırttı. Osmanlı ordusunun en seçkin birlikleri surlara saldıran askerlerin arkasında düşmanın yorulmasını ve sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlardı. Saatler süren çatışmaların ardından II. Mehmed son darbeyi vurmak üzere yeniçerileri savaşa soktu. Binlerce askerini arka arkaya şehit veren Osmanlı ordusu karşısında Bizans'ın dayanma direnci kalmamıştı. Şehre her taraftan saldırılıyordu. Ancak asıl savaş Topkapı-Edirnekapı arasındaki surlarda oluyordu.

Fatih, şehrin en zayıf kısmı olduğunu anladığı Topkapı-Edirnekapı arasındaki surları günlerce süren top ateşiyle ve lağım patlatarak tahrip ettirmişti. Bu yüzden asıl hücum bu bölgeden yapılmaktaydı. Bir gülle parçası şehrin en büyük savunucularından olan Cenevizli Giustiniani'yi yaraladı. Adamlarının komutanlarını alarak Haliç'teki gemilerine gitmeleri, Bizanslılar'ın son direncini de kırdı.

Bu sırada Topkapı civarındaki surlara çıkan Türk askerlerini gören Bizanslılar haykırarak şehrin iç kısımlarına doğru kaçmaya başladılar. Topkapı surlarında ardı ardına Türk bayrakları dalgalanmaya başladı. İstanbul bir anda "Şehir düştü, şehir düştü" sesleriyle çalkalanmaya başladı. Surlarda dalgalanan Bizans Kartalı ve Aziz Markos'un aslanı bulunan bayrakların yerini Türk sancakları almıştı. Şehrin savunması çökmüştü. Binlerce Türk askeri içeriye girmeye başladı. Bizanslılar evlerine, ailelerinin yanına giderken, bir kısım ahali ile yabancılar Haliç'teki gemilere kaçıyorlardı. Öğlen olduğunda şehir tamamen Türkler'in eline geçmişti.

AÇIK UNUTULAN KAPI

İlk büyük Osmanlı tarihçisi Hammer'den Romancı Stefan Zweig'e kadar birçok Batılı tarihçi ve edebiyatçı İstanbul'un fethinin son safhasını şu şekilde anlatırlar; "Surların arasında dolaşan birkaç Türk askeri Edirnekapı ile Eğrikapı arasında bulunan Kerkoporta (Cambazhâne) denilen yayalara ayrılmış küçük kapılardan birisinin aklın alamayacağı bir unutkanlık yüzünden açık kaldığını görürler. Diğer askerlere de haber verilir ve Türkler bu kapıdan girerek İstanbul'u fethederler. Herkesin unuttuğu bir kapı olan Kerkoporta, küçücük bir rastlantı, dünya tarihinin gidişini değiştirmiştir".

Bu bilgi sadece o sırada Midilli'de olan, yani şehrin fethini bizzat görmeyen Dukas Tarihi'nde vardır ve dönemin diğer kaynakları ile uyuşmaz. Dönemin Türk kaynakları ile Barbaro, Dolfin ve dönemin diğer Latin ve Bizans kaynakları incelendiğinde fethin son aşamasının hiç de bu şekilde olmadığı anlaşılmaktadır. Açık kapı söylentilerinin gerçekle alakası yoktur.

Fethin şokunu atlatmak ve şehrin Türklerin eline geçmesini küçümsemek için çıkarılmıştır. Bu rivayet Batı'da çok yaygındır. Ancak yerli ve yabancı tarihlerin çoğuna göre Türk askerleri bugünkü Topkapı'ya yakın bir yerden savaşarak şehre girmişlerdir. Nitekim bu bölgenin ismi de, surların gördüğü tahribat sebebiyle, fetihten sonra Top Yıkığu Mahallesi olarak anılmıştır.

İSTANBUL'UN FETHİ BiZE BÜYÜK BiR iMPARATORLUĞUN YOLUNU AÇTI

İstanbul'un fethi genç padişaha sonsuz bir kudret ve otorite sağlamıştı. Fetih öncesi büyük karışıklıklar içerisinde çalkalanan Osmanlı Devleti bu fethin getirdiği büyük prestijle hem İslâm dünyasının en parlak devleti haline geldi, hem de düşmanları üzerinde psikolojik yılgınlık yarattı.
Fatih fetihten hemen sonra iktidarını sınırlayan Çandarlı'yı görevden aldı ve bir müddet sonra öldürttü. Aynı şekilde hükümdarlığı üzerinde bir tehdit olarak gördüğü Osmanlı şehzadesi Orhan Çelebi de fetih sırasında ortadan kalkmıştı. Fatih'in veziriazamlarının sonuncusu hariç hepsi kapıkulu kökenlidir. Bu durum hükümdara aristokrat Türk ailelerinin nüfuzundan kurtulması imkânını vermiştir. Ancak her şey devşirmelere bırakılmamış, dinî, idarî ve malî bürokrasi Türk kökenlilerden teşkil edilmiştir.

Böylelikle kapıkulları ile Türkler arasında bir denge kurularak devlet yönetiminde tek söz sahibinin padişah olması sağlanmıştır. Osmanlı tarihçilerinin en önemli ismi Prof. Dr. Halil İnalcık, fetret devrinin gerçek bitişinin İstanbul'un fethi ile olduğunu söyler. İstanbul'un fethi öncesinde sallanan imparatorluk, fetihle kazandığı büyük itibar sayesinde dünya siyasetine yön verecek bir imparatorluk olma yoluna girdi. Halil İnalcık, fetih sayesinde II. Mehmed'in kendisini cihanşümul bir imparatorluğun temsilcisi olarak gördüğünü, mutlak ve hudutsuz bir iktidar kazandığını söyler.

Bu durum merkeziyetçi devletin kurulabilmesini ve devamlı fütuhat faaliyetlerinde bulunulabilmesini sağladı. Fatih'in cihanşümul hakimiyet fikrinin temelleri geniş bir yelpazeden oluşuyordu: Türk-Moğol hükümdarlık geleneği, İslâmî hilafet telakkisi ve Roma imparatorluk fikri. Fatih, fetihten sonra kendisini Roma İmparatorluğu'nun yegâne varisi sayarak, Bizans İmparatorları ile akraba bütün sülaleleri (Trabzon Rum İmparatorluğu, Mora Despotları vs) ortadan kaldırmak için faaliyete geçmişti. Fatih'in şahsında Türk-İran-İslâm ve Roma hükümdarlık geleneklerini birleştiren Osmanlı padişahı tipinin doğmuştu.

(Bugün, 2008)

***FIKIH***

- Fıkıh, fıkıh okumak değil fıkhetmek, yani düşünmek, akletmektir. Fıkhı, düşünmeyi öğrenmek için okuyunuz. Sizden öncekilerin dinin temel metinleri üzerinde ne denli kafa yorup ceht sarfettiğinin en güzel fıkıh okuyarak öğrenebilirsiniz.

- Fıkıhlı yaşayınız. Fıkıhlı yaşamak hukuklu yaşamaktır. Hukuksuzluk demeye gelen fıkıhsızlık anarşizimdir. En büyük nizama aşık olan birinin hayatında nizamsızlığa ve intizamsızlığa yer yoktur.

- Yaptığınız her bir işin İslam şeriatındaki yerini öğrenmeyi şiar edininiz. Bu müslümanlığınızın olmazsa olmaz bir parçası olsun.

- İbadet fıkhını bilmek gibi meslek ve iş fıkhını bilmekte boynunuza borçtur. Herke mesleği ile ilgili fıkhı mevzuatını bilmek zorundadır. Bu farz-ı ayndır o kişiye, tıpkı gündelik işleri konusundaki fıkhı (ilm-i hal) bilmede olduğu gibi. İbadetlerinizi atanızdan gördüğünüz gibi değil Peygamberin yaptığı gibi yapınız. bunun içinde ibadet fıkhını öğreniniz.

- Taklite değil tahkik ehli olmaya gayret ediniz.

- Takip ettiğinizi taklitçisi olmak yerine tahkikçisi olunuz. Gölgesi olmak yerine Şahsiyet olunuz. Eğer illede taklit edeceksenin en iyiyi taklit ediniz. Allah'ın size örnek gösterdiğini taklit ediniz.

İpini yanlış kılavuzun eline verenin encamından korkulur. Unutmamak gerekir ki kayıtsız şartsız taklidi caiz olan tek beşer ' Allah'ın ahlakıyla ahlaklanan' masum Nebiler ve dolayısıyla onların son ve kamil mümessili Muhammed (A.s)dir.

Mustafa İslamoğlu

25 May 2008

*** ABD OSMANLIYA PARA ÖDEMİŞTİ...

Avrupa standartlarina gore mutevazi da olsa, yeni bir denizci devlet olan ABD, denizlerde tek basina bayrak gezdirmeye basladi... Daha 25 Temmuz 1785'te, Atlantik'te Cadiz aciklarinda, bu yeni bayragi tasiyan ilk gemi Cezayir aciklarinda Osmanli Gemileri tarafindan ele gecirildi.

Bu gemi, Boston limanina bagli, Kaptan Isaak Stevens'in idaresindeki Maria idi. Arkasindan, Philadelphia limanina bagli, Kaptan O'Brien'in Dauphin'i ayni akibete ugradi.

1793 Ekim ve Kasim aylarinda 11 ABD gemisi daha Osmanlilarin eline gecti...
Kongre, 27 Mart 1794 yilinda, Osmanli denizcilerine karsi koyacak gucte savas gemileri insa edilmesi veya satin alinmasi icin, Baskan George Washington'a 700.000 altina yakin harcama yetkisi verdi.

Osmanlilarin olusturdugu deniz tehdidi sayesinde, ABD donanmasinin temelleri atiliyordu.
5 Eylul 1795'te ABD bu tehdide karsi bir anlasma yapmayi kabul etti.
Bu antlasmaya gore ABD, Cezayir'deki esirlerin iadesi ve gerek Atlantik'te, gerekse Akdeniz'de ABD sancagi tasiyan hic bir tekneye dokunulmamasi karsiginda, 642.000 altin ve yilda 12.000 Osmanli altini(216.000 dolar) odeyecekti.

Dili Turkce olan ve 22 maddeden olusan anlasmaya, Baskan George Washington ve Cezayir Beylerbeyi Hasan Pasa imza koydular...
Boylece ABD yillik vergiye baglanmis oldu.

Bu, ABD'nin iki asri askin tarihinde, yabanci bir dille imzalanan tek anlasma oldugu gibi, yabanci bir devlete vergi odemeyi kabul eden tek Amerikan belgesidir...

ABD tarihinde kendi dilinde olmayan tek uluslararasi anlasma Turkce'dir ve
ABD tarihinde vergi vermeyi kabul ettigi tek ulke Osmanli Imparatorlugudur....

ABD baskani George Vasington Efendi Osmanli Imparatoru tarafindan muhatap gorulmemis ve anlasma Cezayir Beylerbeyi tarafindan imzalanmistir.
Akil alacak gibi degil,Evet.
Ama inanin 200 yil once biz buyduk. Belgesi mi?

Yale Universitesi'nde yayinlanan Turkcesinden Ingilizce kopyasi icin asagidaki adrese tiklayin.

http://www.yale.edu/lawweb/avalon/diplomacy/barbary/bar1795t.htm
Google Gruplar
irfanmektebi@hotmail.com grubuna kayıt ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Benim Peygamberim

İlgili aramalar: müzik - ilahi -  ilahi