Son dakıka

8 Eki 2009

HAYIRLI CUMALAR





Kendin Ol - İmmea Olma

Hiçbir zaman başkası olmaya gayret etme. Çünkü bu gerçekten sonsuz bir sıkıntı sebebidir. Adem aleyhisselamdan bugüne insanoğlundan biri diğeriyle aynı surette yaratılmamıştır. Sen özelsin. Geçmişte hiç kimse senin suretinde yaratılmadı. Bundan sonra da yaratılmayacak. Sen Ahmet'ten Mahmut'tan farklısın. Bu yüzden kendini başkasında diriltmeye kalkışma. Hayata 'sen' olarak atıl.

Yaratıldığın gibi yaşa. Sesini, yürüyüşünü değiştirme. Senin özel bir tadın, rengin var. Seni bu tadınla, renginle tanıdık ve böyle görmek istiyoruz. Çünkü sen böyle yaratıldın.

İbn Mes'ud (r.a.) bir gün arkadaşlarına:

"Sakın herhangi biriniz "immea" olmasın!" dedi. Onların

"Ey Eba Abdirrahman! İmmea da nedir?" diye sormaları üzerine de şunları söyledi:

"İmmea "Ben halka bağlıyım. Onlar doğru yolda olurlarsa ben de doğru yolda olur; onlar dalalette (sapıklıkta) olursa ben de dalalette olurum" diyen kişidir. Allah'a yemin ederim ki halk tamamen kâfir olsa dahi siz kendinizi kâfir olmamak için zorlamak mecburiyetindesiniz."

İnsanoğlu tabiatı itibariyle meyve ağaçları gibidir. Kimisi uzun kimisi kısa. Kimisi tatlı kimi ekşi. Elma gibiysen başka mevye olmaya gayret etme. Çünkü güzelliğin, değerin elma olmandadır. Renklerimizin, dillerimizin, güçlerimizin velhasıl tüm özelliklerimizin farklı oluşu Bari Teala'nın ayetlerinden bir ayettir.
 


Bizleri yaratan ve bizlere her türlü nimeti veren, insanlığın en karanlık döneminde bir hidayet rehberi olarak Hz. Muhammed’i (s.a.v.) gönderen alemlerin Rabbi Allah’a (c.c.) sonsuz hamd-u senalar, O’nun Sevgili Kulu ve Peygamberine (s.a.v.) salat-ü selamlar olsun!

Allah’ım, nefsime takva ver. Onu temizle, nefsi en iyi temizleyen Sen’sin, nefsimin velîsi ve Mevlâsı Sen’sin.

Her vaktiniz hayr olsun cumanız mübarek olsun..

7 Eki 2009

Dünya madem fânidir.

Dünya madem fânidir.

Hem madem ömür kısadır.

Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur.

Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır.

Hem madem dünya sahibsiz değil.

Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerim bir Müdebbiri var.

Hem madem ne iyilik ve ne fenalık, cezasız kalmayacaktır.

Hem madem (Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar) sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur.

Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır.

Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler, kabir kapısına kadardır.

Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin; kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin; selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.

(Bediüzzaman Said Nursi – 16. mektuptan)

BAKIŞ AÇISI


"Hindistan'da yüksek bir dağın doruğuna yapılmış "BİN AYNALI TAPINAK"
adlı görkemli bir tapınak vardı.

Günlerden bir gün bir köpek dağa tırmandı, tapınağın merdivenlerinden
çıkarak "BİN AYNALI TAPINAK"a girdi.

Tapınağın bin aynalı salonuna geçtiğinde bin tane köpek gördü.
Korkarak tüylerini kabarttı; kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırdı;
korkutucu hırıltılar çıkararak dişlerini gösterdi. Ve bin köpek de
tüylerini diktiler; kuyruklarını bacaklarının arasına alıp korkunç sesler
çıkartıp dişlerini gösterdiler. Köpek paniğe kapılarak tapınaktan
kaçtı.

Ve o andan itibaren bütün dünyanın tehlikeli, korkunç köpeklerle dolu
olduğuna inandı.

Bir süre sonra bir başka köpek gelip dağa tırmandı. O da tapınağın
merdivenlerinden çıkıp "BİN AYNALI TAPINAK"a girdi. Tapınağın bin
aynalı salonuna geldiğinde bin tane köpekle karşılaştı ve çok sevindi:
Kuyruğunu salladı; neşeyle oradan oraya zıpladı ve köpekleri oynamaya
çağırdı.

Bu köpek tapınaktan çıktığında dünyanın dost ve sevecen köpeklerle
dolu olduğuna inanıyordu."
Bakış açınızı şekillendirmek sizin elinizde... tercihiniz...

4 Eyl 2009

Rasulllah(sav)'den iletişim dersi



Birgün uzaklardan bir kişi Efendimiz'i görmeye mescidi nebeviye geliyor. Soruyor sahabeye;
"Muhammed hanginizdir?"
Hiç birimiz değiliz, neden arıyorsun onu diyor sahabeler. O da cevap veriyor.
"Onu görmek ve konuşmak istiyorum." diyor.
Birazdan namaz kıldırmaya gelecek bekle diyor sahabelerimiz de.
Merakla çevresine bakmaya başlıyor yabancı, mescidi izliyor bu sırada küçük abdesti geliyor. Dışarı çıkıp müsait bir yer arasa Efendimizi göremem diye telaş edeceğini düşünüp mescidin sakin bir köşesine gidiyor. Onun yaşadığı toplumda bu uygun göründüğü için hemen kalkıyor gidiyor, Sahabeyi kiram çok şaşırıyor tabi hemen yanına gidip yabancıyı yaka paça tartaklamaya başlıyorlar.
Bu sırada Efendimiz mescidi teşrif ediyor. Durun! Kim bu adam diye soruyor. Sahabe anlatıyor durumu onu şikayet ediyorlar Efendimize. Efendimiz yabancının elinden tutup tebessüm edip şöyle diyor sahabeye;
"Sizler şimdi hayırlı bir iş yapmak istermisiniz" diyor.
"Evet ya Resulullah " diyor sahabe.
" Ohalde gelin su getirin, temizleyin mescidi "diyor Efendimiz.
Sahabe ortalığı temizlerken Efendimiz yabancıya nereden geldiğini, neler yaptığı soruyor. O da anlatıyor Yemenden geldiğini, onu görmek istediğini..
Efendimiz sahabeye dönüp "Uzaklardan gelmiş olan bu kardeşinizi kim doyurmak istiyor." Herkes seferber oluyor, misafir doyuruluyor. Efendimiz arada sırada yabancının elini ve dizini okşuyor, diz dize oturuyorlar. Yabancı çok mutlu oluyor . Orada bir sohbet veriyor ve yabancı çok etkileniyor. Efendimize tabi oluyor, şahadet getiriyor.Bir süre daha kalıp Yemen' dönüyor.
O gittikten sonra Efendimiz sahabeye soruyor;
"Sizinle benim misalim neye benziyor biliyormusunuz" diyor.
"Neye benziyor Allah Resulu "diyorlar.
Sizde ben atı kaçmış adama benziyorsunuz. Siz kaçmış atınızı bulmak, yakalamak için elinize bir sopa alıp hiddetli, şiddetli sesler çıkararak ata doğru seyirtiyorsunuz, Ben ise kaçmış atımı yakalamak için elime atın yem torbasını alıyorum içine atın çok sevdiği yemi koyup onu da ata göstererek dilimde onun sevdiği bir ses yavaş adımlarla yaklaşıyorum. Şimdi söyleyin bakayım kaçmış olan atı siz mi yakalıyabilirsiniz yoksa ben mi?
"Siz yakalayabilirsiniz Ey Allah'ın Resulu" dedi sahabe.
Bu misal Efendimiz'in talebelerine verdiği bir iletişim dersiydi. Bir atı ya da insanı kazandıracak prensıpler temelde fark etmiyordu,aynıydı.Kaçmış olan atı yakalamak bir bakıma onunla yeniden iletişim kurmak demekti.İletişim kurduğumuz kişiyide gönlünden yakalamış oluruz. Bir gönle girmek, iletişim kurmak ,bir sevgiye layık olmak ancak sağlıklı iletişimle mümkündü.
İşte bu yolu Efendimiz, Güzeller Güzeli 1400 kusur yıl önce sadelikle anlatıyordu, açıklıyordu. Bir gün Medine açıklarında bir grup kişi gördüler, düşman olabileceklerini düşünüp Efendimiz' e haber verdiler. 100lerce atlı medineye geldi. Bir baktılar başlarında bizim yabancı, meğer Yemen'de bir komutan, kabile reisiymiş Efendimiz'i anlatmış onlara biat için gelmişler. Böylece efendimizin iletişimi binlerce kişiyi kısa bir zamanda etkileyip bereketlenmiş.

30 Ağu 2009

AFFETMEK

Bir öğretmen bir gün derste öğrencilerine bir teklifte bulunur: 'Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?'

Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler. 'O zaman' der öğretmen. 'Bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin' Öğrenciler bunu da yaparlar.


'Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!' Öğrenciler, bu işten pek birşey anlamamışlardır.


Ama ertesi sabah hepsinin sıralarının üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen:


-'Şimdi, bugüne dek affetmeyi reddettiğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun.'


Bazı öğrenciler torbalarına üçer-beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur. Öğretmen, kendisine 'Peki şimdi ne olacak?' der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar:


- 'Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde? hep yanınızda olacaklar.'


Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikayete başlarlar:


'Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor.' 'Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf bakıyorlar bize artık. Hem sıkıldık, hem yorulduk?'


Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir:
-'Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkum ediyoruz.


Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir.'

27 Ağu 2009

Teravih namazının günlere göre ayrı ayrı fazileti vardır

• Teravih namazının günlere göre ayrı ayrı fazileti vardır

1. gece teravih namazını kılanın: Bütün günahları bağışlanır.

2. gece teravih namazını kılanın: Kendisinin ve eğer mü’min iseler ana ve babasının günahları bağışlanır.

3. gece teravih namazını kılana: Melekler müjde vererek derler ki: “Ey falan kişi! Sana müjde olsun ki, Allah (cc) senin amelini kabul edip umduğuna nail eyledi.”

4. gece teravih namazını kılana: Allah (cc) Tevrat, İncil, Zebur ve Kuran’ı okumuş kadar sevap ihsan eder.

5. gece teravih namazını kılana: Allah (cc) Mescid-i Haram’da namaz kılanın sevabı kadar sevap ihsan eder.

6. gece teravih namazını kılana: Allah (cc) Beyt-i Mamur’u tavaf edenin sevabı kadar sevap ihsan eder.

7. gece teravih namazını kılana: Allah (cc) Musa'nın (a.s) yanında firavun ve haman ile mücadele etmiş sevabı ihsan eder.

8. gece teravih namazını kılana: Allah (cc) Bedir savaşında Peygamber Efendimiz (asm) ile beraber olmuş gibi sevap ihsan eder.

9. gece teravih namazını kılana: Allah (cc) Davud (as) ile beraber ibadet etmiş sevabı verir.

10. gece teravih namazını kılana: Allah (cc) dünya ve ahiret selameti verilir.

11. gece teravih namazını kılana: Kabul edilmiş umre sevabı verilir.

12. gece teravih namazını kılan: Sıratı yıldırım gibi geçer.

13. gece teravih namazını kılana: Beytullah’ı imar etmiş gibi ecir verilir.

14. gece teravih namazını kılana: Allah (cc) Kadir gecesini sabaha kadar ihya etmiş gibi sevap verir.

15. gece teravih namazını kılanın: Allah (cc) hacetini ve duasını kabul eder. Ahirette yüksek dereceler ihsan eder.

16. gece teravih namazını kılan: Kıyamet gününde kabrinden kalkarken “Lailahe illallah” diyerek kalkar.

17. gece teravih namazını kılan: Dünyadan çıkmadan Cennet-i Ala’daki makamını görür.

18. gece teravih namazını kılana: Şehitlere ve gazilere verilen ecir gibi ecir verilir.

19. gece teravih namazını kılanın: Allah (cc) dünya ve ahirette yardımcısı olur.

20. gece teravih namazını kılan: Rasulullah Efendimiz’i (asm) rüyasında görmeden dünyadan çıkmaz.

21. gece teravih namazını kılana: Yerde ve gökte ne kadar melek varsa hepsi onun için istiğfar eder. Ve Allah (cc) o kuldan razı olmadıkça dünyadan ahirete göçmez.

22. gece teravih namazını kılan: Ümmet-i Muhammed’in yetimlerini ve dullarını doyurmuş gibi sevap alır.

23. gece teravih namazını kılan: Ümmet-i Muhammed’in esirlerini azad etmiş gibi sevap alır.

24. gece teravih namazını kılan: Beraatını sağ elinden alır.

25. gece teravih namazını kılana: Ölüm meleği en güzel surette gelir, onu cennet nimetleriyle müjdeler.

26. gece teravih namazını kılanı: Allah’ın emriyle melekler şeytanın şerrinden korurlar.

27. gece teravih namazını kılana: Allah’ın emriyle cehennemin kapıları kapanır.

28. gece teravih namazını kılana: Allah’ın emriyle cennetin kapıları açılır, hangi kapıdan isterse o kapıdan girer.

29. gece teravih namazını kılana: Eyyüb'ün (as) sabır sevabı ihsan edilir ve bütün günahları bağışlanır.

30. gece teravih namazını kılana: Allah’ın emriyle arşın altından bir münadi şöyle seslenir: “Gece teravih namazını kılan kullar cehennemden azad olmuş kullardır. Korktukları cehennemden kurtulup umdukları ve Allah’ın Cemâl’ine nail olanlardır” Allah (cc) buyurdu ki: “ İzzetim ve Celalim hakkı için bu kullarıma af ile muamele eyledim. Cehennem ateşini vücutlarına haram eyledim”
Sonra Allah emreder ki; o kullara -erkek olsun, kadın olsun- cehennem azabından kurtulmak ve sıratı kolaylıkla geçmek için beraat yazılır.

Her kim inanarak 30 gece teravih kılsa Allah (cc) o kula şeksiz şüphesiz ihsan eder.

(İmam-ı Gazali)

Kaynak: www.SoruSorCevapBul.com - Teravih Namazı'nın Her Gündeki Fazileti Ayrıdır

22 Ağu 2009

Dünya 11 ayın sultanı Ramazan için hazır

Dünya 11 ayın sultanı Ramazan için hazır / FOTO

Dünya Müslümanları, 33 yıl sonra yeniden bir yaz günü karşılayacakları mübarek ayın heyecanını yaşıyor.

Perşembe, 20 Ağustos 2009 17:01

Dünya Bülteni / Haber Merkezi

Müslümanlar özlemle beklediği bir Ramazan'a daha kavuştu. Dünyanın dört yanında müslümanlar 33 yıl aradan sonra bir ağustos ayında oruç tutacak.


Ramazan önümüzdeki 8 yıl boyunca yaz aylarına rastlayacak. Bu yıl yaklaşık 15 saat oruç tutulacakken, her geçen yıl oruçlu geçen süre artacak. Ramazan ayının hazirana denk geldiği 2015'te 16 saate yakın oruç tutulacak.

Dünyanın büyük bölümünde müslümanlar yarın ilk oruçları için bu gece sahura kalkmaya hazırlanırken, Amerika kıtasındaki müslümanların oruca cumartesi günü başlaması bekleniyor.


Bu fark, hilalin önce dünyanın doğusunda görünmeye başlaması nedeniyle oluşacak. Kuzey ve Güney Amerika'da yaşayan müslümanların hilali cuma akşamı görmesi bekleniyor.

"Hilali Gözetleme" grubunun yayınladığı son hava haritalarına göre, Ramazan ayını müjdeleyen hilal, dünyanın doğusunda cuma günü açık bir şekilde görülüyor olacak.

Suudi Arabistan Yüksek Mahkemesi müslümanları perşembe gecesi hilali gözlemeye çağırırken, bu yıl geçtiğimiz yıllara oranla Ramazan'ın başlangıcı konusunda çelişkili haberlerin gelmemesi de müslümanları sevindirdi.

DÜNYA RAMAZAN'I NASIL BEKLİYOR?


ENDONEZYA RAMAZAN'I GELENEĞİYLE KARŞILIYOR


Ramazan ayı dünyanın en fazla Müslüman nüfusuna sahip Endonezya'da gelenekle ihya ediliyor. İslamonline'ın Endonezyalı Müslümanlarla yaptığı 'Ramazan özel sohbeti'nde halkın nezdinde Ramazan'ın nasıl yaşandığına ışık tuttu.

Endonezyalı Müslüman kadın Syuhada Umsan, Ramazan'ın ilk gününde 40 kişilik bir iftar yemeği hazırlayıp komşularıyla Ramazan ayına gireceğini söyledi.

Ramazan ayında kadınlarla hep bir arada bulunup duaların okunduğunu belirten Umsan, Amme-Tebareke surelerini okuduklarını kaydetti.


PAPUA'DA RAMAZAN


Papua-Yeni Gine, Avusturalya kıtasında bulunan bir ada ülkesi. Adadaki Müslümanlar ülkenin tek İslam Merkezi olan Papua İslam Merkezi'nde ilk iftarlarını açacaklar. Ülkede Müslümanlar en büyük üçüncü azınlık topluluğunu oluşturuyorlar.

MAKEDONYA'DA RAMAZAN EKRANI

Makedonya'daki Müslümanların Ramazan gündemi ise dopdolu. Makedonya'daki Müslüman Gençler Kurumu radyo ve televizyonlarda Ramazan ayına özel programların başlatılması için hazırlıklarını tamamladıklarını söyledi. Müslüman Gençler Kurumu Başkanı Rıfat Şerifi, bu yıl Balkanlardaki Müslümanlar için dopdolu bir Ramazan programları sunacaklarını belirtti.

FAS'TA RAMAZAN

Fas'ta milyonlarca Müslüman Ramazan ayı hazırlıklarını tamamlayarak, mübarek ayın ilk gününü heyecanla bekliyor. İslamonline'a konuşan Faslı genç Ahmed Al-Mahdi, Fas'ta Ramazan ayında camilerin dopdolu oldğunu kaydederek, halk arasında teravih namazlarından sonra da insanların diğer aulardan farklı olarak birlikte daha fazla vakit geçirdiğini söyledi.

Al-Mahdi, Ramazan'ın son 10 gününü Faslıların bir kısmının itikafla geçirdiğini belirterek, ülkedeki Müslümanların Kur'an-ı Kerim'le irtibatlarının daha da arttığına dikkat çekti.

GUYANA DA RAMAZAN'I HEYECANLA BEKLİYOR


Karayipler'de bulunan Guyana'daki Müslümanlar, ülkenin en büyük İslam merkezi Guyana İslam Merkezi'nin başkent Georgetown'daki merkez binasında mübarek aya özgü faaliyetleriyle değerlendirecekler. İslam Merkezi'nin Başkanı Fazeel Ferouz, Müslümanları merkez sayesinde Ramazan'da bir arada tutacaklarını belirtirken, iftar Guyana İslam Merkezi'nde açacaklarını belirtti. Ferouz, Ramazan ayı boyunca İslam Merkezi'nde teravih namazlarını da beraber eda edeceklerini kaydetti.

RAMAZAN MÜJDESİ


RAMAZAN MÜJDESİ
Ramazanda oruç tutmak hakkındaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyle:
(Ramazan ayı mübarek bir aydır. Allahü teâlâ, size Ramazan orucunu farz kıldı. O ayda rahmet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar bağlanır. O ayda bir gece vardır ki, bin aydan daha kıymetlidir. O gecenin [Kadir gecesinin] hayrından mahrum kalan, her hayırdan mahrum kalmış sayılır.) [Nesai]

(Ramazan ayında oruç tutmayı farz bilip, sevabını da Allahü teâlâdan bekleyerek oruç tutanın günahları affolur.) [Buhari]

(Ramazan orucunu tutup ölen kimse, Cennete girer.) [Deylemi]

(Ramazan ayı gelince, “Ey hayır ehli, hayra koş! Şer ehli, sen de kötülüklerden el çek” denir.) [Nesai]

(Ramazan bereket ayıdır. Allahü teâlâ bu ayda, günahları bağışlar, duaları kabul eder. Bu ayın hakkını gözetin! Ancak Cehenneme gidecek olan, bu ayda rahmetten mahrum kalır.) [Taberani]

(Ramazan-ı şerif ayı geldiği zaman, Allahü teâlâ meleklere, müminlere istiğfar etmelerini emreder.) [Deylemi]

(Farz namaz, sonraki namaza kadar; Cuma, sonraki Cumaya kadar; Ramazan ayı, sonraki Ramazana kadar olan günahlara kefaret olur.) [Taberani]

(Peş peşe üç gün oruç tutabilenin, Ramazan orucunu tutması gerekir.) [Ebu Nuaym]

(Ramazan orucu farz, teravih sünnettir. Bu ayda oruç tutup, gecelerini de ibadetle geçirenin günahları affolur.) [Nesai]

(Bu aya Ramazan denmesinin sebebi, günahları yakıp erittiği içindir.) [İ.Mansur]

(Ramazan ayında ailenizin nafakasını geniş tutunuz! Bu ayda yapılan harcama, Allah yolunda yapılan harcama gibi sevaptır.) [İbni Ebiddünya]

(Ramazanın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise, Cehennemden kurtuluştur.) [İ.Ebiddünya]

(İslam, kelime-i şehadet getirmek, namaz kılmak, zekat vermek, Ramazan orucunu tutmak ve haccetmektir.) [Müslim]

(Cennetteki güzel köşkler, sözü hoş, selamı çok, yemek yediren, oruca devam eden ve gece namazı kılan kimselere verilir.) [İbni Nasr]

(Oruç tutan müminin susması tesbih, uykusu ibadet, duası müstecap ve amelinin sevabı da çoktur.) [Deylemi]

(Bilhassa oruçlu iken çirkin, kötü söz söylemeyin! Birisi size sataşırsa, ona “Ben oruçluyum” deyin!) [Buhari]

(Gerçek oruç, sadece yiyip içmeyi değil, boş ve hayasızca sözleri de terk ederek tutulan oruçtur.) [Hakim]

(Allahü teâlânın, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin hayaline bile gelmeyen nimet dolu sofrasına, ancak oruçlular oturur.) [Taberani]

(Allah yolunda bir gün oruç tutanın yüzünü, Allahü teâlâ yetmiş yıl ateşten uzaklaştırır.) [Müslim]

(Temizlik imanın yarısı, oruç da sabrın yarısıdır.) [Müslim]

(Oruçlu iken ölene, kıyamete kadar oruç tutmuş gibi sevap yazılır.) [Deylemi]

(Oruçlu iken ölen Cennete girer.) [Bezzar]

(Oruç tutan, namaz kılan kimse, mükafatını kıyamette aklı kadar alır.) [Hatib]

(Oruç şehveti keser.) [İ. Ahmed]

20 Ağu 2009

Ayetlerin Düşündürdükleri


Soru
Rahman suresinde "Allah iki doğunun ve iki batının rabbidir" diye bir ayet var. İki doğu ve iki batıdan kasıt nedir? Ayrıca Mearic Suresinde de "Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki" denilmektedir. Allah, kendinden bahsederken neden farklı birinden bahseder gibi “rabbine” demiştir?

Cevap 1:

"O hem iki doğunun, hem iki batının Rabbidir. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?" (Rahman Suresi, 17-18)

Âyet şunları düşündürür:

a- Güneş, Allah'ın emriyle doğar ve batar; bu doğup batma, her gün farklı açılarla gerçekleşir.

b- Dünyanın da güneşin de Rabbi O'dur. Bunların ayrı ayrı sahipleri olsaydı, bu uyum olmazdı.

c- Doğu, batı ve ikisi arası herşeyi yaratan Allah'tır. Kâinatın hikmetli nizamının sahibi O'dur.

Hem iki doğunun Rabbi, hem iki batının Rabbidir O yaratıcı Rahmân, yani yalnız insan ve cinnin başlangıçtan yaratıcısı olmakla kalmayıp, bütün varlık yönlerinin hatta varlık ve yokluk nimetlerinin hepsinin sahibi ve bütün tekamül (gelişme) mertebelerinin Rabbidir.

“O hem iki doğunun, hem iki batının Rabbidir” ( Rahman, 55/17) mealindeki ayette yer alan "iki doğu -iki batı" ifadesi, birden çok gerçeğe işaret etmektedir:

a- Bu ayetten önce geçen "Güneş ve ay bir hesap iledir" âyetinden anlaşılacağı gibi, güneş ve ayın doğu ve batıları demektir. (krş. Hâzin(Mecmau’t-tefasir), 6/139; Alûsî, 26/105)

b- Yaz ve kış mevsimlerinde günlerin uzayıp kısalmalarına göre doğular ve batılar demektir. (Zemahşerî, IV/445, el-Beydâvî,VI/139) Buna göre, âyette mevsimlerin her iki tarafı zikredilmiş ve bu iki uç kısımlar arasındaki her günkü doğu ve batı mefhumu insanların aklına havale edilmiştir. "Doğuların ve batıların Rabbine yemin olsun" (Meâric, 70/40). âyetinde ise, doğu ve batı kelimeleri çoğul kullanılarak her günkü durumlarına işaret edilmiştir.

c- Yerin küre şeklinde yuvarlak olması sebebiyle her yarım küre parçasına göre bir doğu, bir de batıya işaret edilmiştir. Buna göre, âyet dünyanın yuvarlak olduğuna da delâlet etmektedir. Bunda doğu kabul edilen bir nokta aynı zamanda batı, batı kabul edilen bir nokta ise aynı zamanda doğu kabul edilir. (İbn Aşûr, 26/247; Hamdi Yazır, 7/370-371)






d- Şafak'ın doğuşu ile güneşin doğuşu, güneşin batışı ile şafak'ın batışı. Bu görüş ibn Abbas'a izâfe delmiştir. (Alusî, 26/105)

Bunu şöyle açıklamak mümkündür: Yerküreden çok büyük olan güneşin ışınları, yerkürenin kendisine dönük olan yüzüne isabet ettiğinde o taraf gündüz olur. Güneş ışınları, aynı zamanda yer kürenin iki yanından geçer gider. Bundan dolayı kürenin iki yanı, ışınların oraya tam isabet etmemesinden dolayı yarı aydınlık halde kalır. Yerkürenin güneş ışınlarına dönük olmayan kısmının ortaları ise tam karanlıktır. Neticede, yuvarlağımsı biçimde olan yerkürede: tam aydınlık ve az aydınlık; tam karanlık ve az karanlık şeklinde bölümler ortaya çıkar. Böylece iki aydınlık ve iki karanlık meydana gelir ki, iki doğu ile iki batı mânâsı da anlaşılmış olur. (bk. Niyazi Beki, Rahman suresi, ilgili ayetin tefsiri)

e- Güneşin ve diğer gök cisimlerinin doğuş ve batış yerleri.

f- Güneş gibi maddî, akıl gibi manevî ışık kaynaklarının doğuş ve batış noktaları veya ışıyıp sönmeleri. Elmalılı burada asıl amacın, Allah Teâlâ'nın gerek yiyecek gibi var edilerek gerekse hastalık gibi yok edilerek oluşan bütün nimetlerin sahibi ve yöneticisi olduğuna dikkat çekmek olduğunu belirtir.

Bunlardan hangisi olursa olsun, asıl kasdedilen mânâ, Allah'ın var olan ve olmayan bütün nimetlerin sahibi ve yöneticisi olduğunu beyan etmektir. Görülüyor ki bu âyetler, hem nimeti hem kudreti hatırlatmaktadır. Nimeti hatırlatmak, şükrü gerektirir, kudreti hatırlatmak da, nankörlüğe karşı kınamayı takviye eder. (Yorumlar için bk. Râzî, XXIX, 99; İbn Âşûr, XXVII, 247; Elmalılı. VII. 4670-4671; Kur’an Yolu:V/145)

Cevap 2:

"Hayır, Allah'ın nizamı onların sandığı gibi değildir! Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki, Biz onların yerine kendilerinden daha hayırlı insanlar getirmeye kadiriz. Bizim elimizden kurtulan, gücümüzün yetmediği hiçbir şey yoktur. (Mearic Suresi 40-41)

Allah’ın Zat-ı Akdesini bilmek mümkün değildir. Kur’an’da, onun sıfatları takdim edilerek kendisini tanımamız istenmiştir. Demek ki, Cenab-ı Hakkı ancak onun isim ve sıfatlarıyla tanıyabiliriz. Onun içindir ki, Kur’an’ın sureleri “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” manasına gelen Besmeleyle taçlandırılmıştır.

Allah’ın kâinat çapında yansımaları görülen en açık vasfı rububiyet (Rab olma, kâinatı tekvinî vahiyle, insanlık camiasını ise teşriî vahiy ile terbiye edip idare etme) vasfıdır. Kur’an’ın ilk suresi Fatiha’nın başında “Rabbul-âlemîn-Alemlerin Rabbi”, son suresinin başında “Rabbi’n-nas-insanların Rabbi” vasfının kullanılması, tevhid-i rububiyetin idrak edilmesinin ne kadar önemli olduğunun göstergesidir.

İnsanlık camiası için geçerli olan teşriî vahyin muhatabı Hz. Peygamber(a.s.m) olduğu için, Kur’an’da sık sık “Rabbin” ifadesine yer verilmiştir. Nitekim, ilk inen Alak suresinin ilk ayeti “Yaratan Rabbinin adıyla oku” mealindeki ifadeyle başlamıştır.

İşte Maaric Suresinde yer alan “Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki..” mealindeki ayetin ifadesinde de, inkârcıların kör gözlerine sokulacak Rab olma/rububiyet gerçeği vurgulanmaktadır. Güneşin doğuşu ve batışı, gösterdiği harika bir nizam ve intizam penceresinden, bu nizamı kuran Allah’ın -ilim ve hikmetle bezenmiş- sonsuz kudretini göstermektedir. Bu ifadeyle Kur’an adeta şöyle diyor: “Dünyayı, ayı, güneşi, yıldızları bir sapan taşı gibi evirip çeviren, koca güneşi bir gizleyen bir ortaya çıkaran Allah’ın, ölümle batan insanları yeniden güneş gibi, -hayat ışığıyla- ortaya çıkarması, dünyayı kaldırıp yerine ahireti koyması O’nun sonsuz kudretine ağır gelebilir mi? Ve imtihana tabi tutulan cinler ve insanlar, hesap vermeden sonsuz ilimle yoğrulmuş bu sonsuz kudretten kaçıp kurtula bilirler mi?”

18 Ağu 2009

Sana hayranlığımı Senin öğrettiğin sözle ifade ediyorum


Ölesine çok güzellikler yaratırsın ki,
hayranlığım Senin methine yetmez.
Seni,Senin öğrettiğin gibi övüyorum;

SUBHANALLAH



Öyle bol nimetler verirsin ki,
Şükrüm SANA teşeküre yetmez.
Sana Senin öğrettiğin gibi hamd ediyorum;

Elhamdülillah



Öyle hoş lutuflarda bulunursun ki,
Ne kadar minnettar kalsam lutfuna denk gelmez.
Sana,Senin öğrettiğin sözle minnetimi ifade ediyoum;

BAREKALLAH



Öyle güzel işler eylersin ki,
Ne kadar düşünsem hikmetine aklım ermez.
Sana hayranlığımı Senin öğrettiğin sözle ifade ediyorum;

MAŞAALLAH
--
bismillahirrahmanirrahim

HER AN BİR SIRATTIR


Sırat

Ötelerde değil, yanı başımda ve şimdi

İçinde yaşadığım, bulunduğum ‘an’da adımlıyorum o köprüyü.

Ya geçiyorum ya da düşüyorum.

Dünyanın,

Sırat köprüsünün görünen kısmına verilen diğer bir isim olduğunu kavrıyorum o an.

Varlık âlemi, nasıl da bir var bir yok arası titreşiyor, hayret!

Resmen titriyor.

Sanki, sonsuz bir karanlıkta an-be an flaşlar patlıyor.

Her şey,

Varlık sahnesinde boy göstermeye başladığı an da,

Yokluğun uç sınırına da varıveriyor.

Atom boşluk, hücre boşluk, dünya boşluk, uzay boşluk

Zerreden küreye her şey boşlukta asılı durmakta,

Ve yokluğun o uç sınırına kadar geliveriyor.

Öyleyse, ‘yokluğun uç sınırıdır dünya’ diyorum,

‘Adımladığımız sırattır.’

Önce, felsefe gözüyle bakıyorum.

O sıratın altındaki boşluğu ve yanı başındaki yokluğu gözlüyorum.

En küçüğünden en büyüğüne,

Her şeyin nasıl olup da yokluğa yuvarlanıvermediğine hayret ediyorum.

Müthiş bir hızla adımlıyorlar sıratlarını ama düşmüyorlar!

Neden sonra, yumuşak ve sonsuz bir iple varlık âleminde asılı olduklarını fark ediyorum.

Acizliklerine rağmen, ne kadar da haşmetli duruyorlar öyle.

‘O gördüğün vahdet ipidir’ diyor bir ses, ‘seni dağılmaktan kurtarıyor.’

Kulak veriyorum, uzaklardan ama yanı başımdan geliyor:

‘Uzatılan rahmet ipine neden bağlanmıyorsun?’ diyor,

‘Din gününün sahibi olan âlemlerin Rabbine.’

Önce uzak görüyor, ciddiye almıyorum.

Oysa Yaratıcıyla aramdaki bağı kopardığım her an da,

Sırattan düşüyorum ve kaybediyorum.

Bir koca deveyi yardan uçuran bir tutam ot misali.

Mânen dağılıyorum.

Dıştan bakınca var gibiyim, ama gerçekte yok oluyorum.

İşte o an cehennem hayatı da başlayıveriyor.

Sonra, yokluğun sınırından döndürülen her şeyi hatırlıyorum; vahdet ipini.

Din gününün sahibi olan âlemlerin Rabbini.

Kendimi de dâhil ediyorum, o müthiş tevhidin, her şeyin içine.

Kurumuş olan aklım, yeşermeye başlıyor vahyin ışığında.

Koca koca âlemleri içine alan bir kalbe sahip olduğumu fark ediyorum.

En önemlisi de, sevildiğimi.

İsteyerek, ‘iyyake na’büdü ve iyyake nestain’ diyorum.

Nurlanıveriyor sıratım.

Önde Resul-i Ekrem ve ardından milyonlar geçiyor o köprüden.

An be an.

‘İhdinas’sırat el-müstakîm. Sıratallezine en amte aleyhim’ diyerek.

Derken, felsefenin ayak seslerini duyuyorum cehennem tarafından.

Düşüyorlar maalesef, düşüyorlar

‘Gayril mağdubi aleyhim veleddallin.’ diyorum, hamd ederek.

Düşmemek için, Rabbime ‘Fatiha’ ile arz ediyorum halimi.

Açmak ve aşmak için o köprüyü..

Sırat! Ötelerde değil, yanı başımda ve şimdi.

Vahdet ipine sımsıkı sarıldığım ‘an’ da geçiyorum onu.

Ahirete aktarabildiğim ‘an’ da..!



alıntı

16 Ağu 2009

Ayete'l-Kürsi


Hiç düşündünüz mü: Ayete’l-Kürsi (2:255), niçin Kur’an tahtının sultanıdır?

Cevabı açık: Allah’ın unutmadığını ve uyumadığını hatırlattığı için. “Unutan” ve “uyuyan” bir Allah tasavvuru, sadece modernlere tebelleş olan bir sapma değil, insanoğlunun en kadim sapmalarından biridir. Hani, “herkesi kendi gibi bilmek” derler ya; bazı insanlar bu “herkes” arasına, haddini aşıp “Tanrı’yı” da dâhil etmişlerdir.

Bu bir akıl savrulması. Mantık tutulmadan, mantûk tutulmaz. Nutkun tutulması, mantık tutulmasından bin kat ehvendir: “Fe ennâ tu’fekûn: Nasıl da savruluyorsunuz?”

Unutan ve uyuyan bir Allah tasavvuruna duçar olanlar üç kısımdır:

1. Kendileri unuttuğu ve uyuduğu için Allah’ı da öyle bilenler. İlleti cahilliktir.

2. Kendilerini uyanık sandıkları için unutan ve uyuyan bir Tanrı temenni edenler. İlleti suçluluktur.

3. Kendileri unutmadıkları halde, Tanrı’nın unutmasını isteyenler. İlleti haddini bilmezlik ve küstahlıktır.

“Resmi Hizmete Mahsus” cenazenin arkasından yazılıp çizilenler, bilinen o acı gerçeği bir kez daha gözümüze soktu: Had’siziz: Hadsiz, hudutsuz, sınırsız, zeminsiz, yersiz…

İmanın bir tanımı da şudur: Haddini bilmek. Hz. Ali, “Her şeyin bir haddi, bir de matla’ı vardır” derken, bir yandan da “Kader nedir?” sorusunu cevaplamış oluyordu. Yani kader, ölçüleri olmaktır. Modern zihnin en bariz vasfı, ölçüyü reddederek yerine ölçüsüzlüğü ikame etmesidir. Bu tavır, özünde imanla taban tabana çelişen bir tavır. İşin ilginci, bu çelişkiye okumuş-yazmış iman sahiplerinin çok kolay düşmeleridir. Bunun da temelinde, imanına “Furkan aşısı” yaptırmayanları pençesine alan “sekülerleşme virüsü” yatmaktadır.

Çelişki, sadece tasavvurda kalmıyor. Oradan başını uzatıp duygu ve düşünceleri kullanarak sınır tecavüzlerine başlıyor. İman-inkâr sınırına yönelik tecavüzlerin inkâr cephesinden gelmesinin şaşırtıcı hiçbir yanı yok. Karanlık için alacakaranlık bir utanç değildir, fakat aydınlık için alacakaranlık bir utanç ve lekedir.

Asıl şaşırtıcı olan, iman cephesinde konuşlanıp da iman-inkar sınırına yönelik tecavüzlere göz yummak, hatta bizzat yeltenmektir. Peşinen söyleyeyim: Bu tarz, sınırların daha da bulanıklaşmasından başka, hiç kimseye hiçbir hayır sağlamayacaktır. Belki küçük hesap yapanlara “çıkar” sağlayacak, kendini tatmin peşinde olanlara “haz” sağlayacaktır. Ama asla “hayır” sağlamayacaktır.

Önce kafalar karıştı, sonra kalpler, sonra itikatlar. İman-inkâr sınırına yönelik her tecavüzün, imanın aleyhine işleyeceği göz ardı edildi. Bu sınırın tanınmaz ve kaygan bir hale gelmesinin ilk olumsuz etkisinin ahlaki sınırlarda görüleceği unutuldu. İşte bu yüzdendir ki, iman-inkar sınırına titizlenmeyenlerin ahlak sınırına titizlenmeleri, laf olsun torba dolsun kabilindendir. Bu ikisi arasındaki farkın büyüklüğü, Mekke Haniflerinin önde geleni Ümeyye b. Ebi’s-Salt’la, Peygamber arasındaki fark kadardır.

Burada, görevi “sınırları korumak” olanlara büyük sorumluluk düşmektedir. Heyhat ki gördüğümüz hiç de sorumluluğa yakışır şeyler değildir. Alın ekranda tevafuken denk geldiğim son bir örnek: Hocaefendi ölen devletlûnun cenazesini kıldırıyor. Kendince mesaj verecek ya, kafasına göre meallendirdiği bir ayet okuyor. Okuduğu ayet Mumtehane (Mumtahine değil) 4. ayetten koparılmış bir parça. “İbrahim babasına “kesinlikle senin için Allah’tan mağfiret dileyeceğim” dedi.”

Siz bundan, “Hz. İbrahim’in babasına rahmet dileme teşebbüsü, Allah tarafından kabul etmediyse bile, hoş görüldü” sonucunu çıkarırsınız, değil mi? Kur’ani gerçek bunun tam tersi. Hz. İbrahim’in bu tavrı, onun örnekliği dışında tutulması gereken “tek istisna” (illâ) olarak sunuluyor. Zira İbrahim babasına kendisi için Allah’tan rahmet dileyeceğine dair söz vermişti (18:47). Babasının niteliklerinin, Allah’ın rahmetine muhatap kılınanlara uymadığını anlar anlamaz “rahmet dileğinden” vazgeçti (9:114). Cenazede okuduğu ayetteki Allah’ın muradıyla, hocanın muradı taban tabana zıttı. Allah’ın muradı, ayetin başında İbrahim ve ona uyanlara örnek olarak gösterilen “Bakın, biz sizi(n hayat tarzınızı) reddediyoruz” tavrıydı. Ama, “reel politik” tavır, hakikatin hatırına galip gelmişti.

Bir kez bu şefkat değil. İçinde hikmet bulunmayan şefkat hamakattir.

Denilebilir ki; “Allah’ın rahmet deryasından dağıtmışsak ne olmuş yani! Katre mi eksilir?” Yoo. Eksilmez. Ama bu bir “gel otur, al götür” meselesi, bir “canın sağ olsun efendi; mal senin, ne verin elinle o gider seninle” meselesi değil ki. Dahası, Allah’ın rahmet denizini destursuz girilecek darı ambarı bilme meselesi de değil. “Bu ne cüret!” der, Hz. Peygamber’e İbn Ubey’in cenazesi dolayısıyla yapılan mükerrer uyarıyı hatırlatır, geçersiniz.

Ama bu, “Allah’ın koyduğu hudutları koruma” meselesi. İman-inkar sınırını yol geçen hanına çevirmeme meselesi. Tabi ki, birilerinin sınır, zemin, ölçü, yer gibi bir derdi varsa. Peki, ama bu tavra neden tevessül edilir? Tesbit edebildiğim kadarıyla sınır sulandırıcı tavrın üç nedeni var: 1) Hep dışlanmışlığın bilinçaltında taht kurduğu aşağılık duygusu; 2) Bu duygunun illeti olan “adam yerine konulmama” korkusu; 3) Bu korkunun gayesi olan “onlardan sayılmak için, önce onları kendinden sayma” taktiği.

Hakikate saygı esastır. Bırakın da herkes dinince dinlensin. Ne olur bir kez de, Kafirun suresini hissederek ve yaşayarak okuyun.

alıntı

İyilerle beraber olmağa çalışmalıdır.

İnsan ihsânın kulcağızıdır. Herkes kimden iyilik görürse onu sevmeğe başlar .



Mübarek bir zâtın evine hırsız girmiş. Aramış taramış, fakat çalacak birşey bulamamış. Hırsız, birşey bulamadığı için üzüntülü birşekilde kendikendine söylenirken, mübarek zât, hırsızın arkasında, hırsıza acele etme, demiş. Hırsız şaşırmış... Mübarek zât, sabah komşular bana tereyağ, bal, gibi yiyecek şeyler getirirler. Onları beraber yeriz. Sonra da para, altın gibi şeyler getirirler, onların da hepsini sana veririm,... ama bir şartım var, sabaha kadar benim dediklerimi yapacaksın, demiş. Hırsız, ne yapacağım, demiş. Mübarek zât; abdest al, sabaha kadar beraber namaz kılacağız demiş. Hırsız ben namaz kılmasını bilmem, hiç kılmadım, demiş. Mübarek zât, olsun, sen benim yaptıklarımı yaparsın, demiş. Böylece, sabah olmuş. Sabahleyin komşular kahvaltılık getirmişler. Mübarek zât; söz verdim, gel bunları yiyelim demiş ve beraber yemişler. Hırsızın karnı doymuş. Sonra yavaş yavaş bir atlı gelmiş, (atından inmeden, uzaktan) babaaa diye seslenmiş, bir kese altını fırlatmış ve bu senin demiş gitmiş. İçinden tam 250 tane altın çıkmış. Mübarek zât, al bunlar senin, sana söz verdim, senin olsun demiş. Hırsız, şaşkınlıkla bakıp bakıp demişki; baba ben hırsızım ama sen benden dahabüyük hırsızsın. Hatta dünyada senden daha büyük hırsız yok. Sen benim kalbimi çaldın. Artık ben buradan gitmem. Sana burada hizmet edeceğim, demiş.

Peygamber efendimiz 'sallallahü aleyhi ve sellem' sohbet ederken yahudiler de dinlerlermiş. Yeni müslüman olmuş birisi Peygamber efendimize, ya Resulullah, namazda kalbime çok vesvese geliyor, ne yapayım, diye sormuş. Yahudi bu arada demişki; abe kuzim bizim dinimizde vesvese yokdir, sen gel bizim tarafa, demiş. Peygamber efendimiz cevap vermeğe bile lüzum görmemişler ve, ya Ali, sen cevap ver, buyurmuşlar. Hazreti Ali 'radıyallahü anh'; Ya Resulallah, boş eve hırsız girmez. Evde bir şeyler olması lazım ki, hırsız girsin, buyurmuşlar.

Peygamber efendimiz 'sallallahü aleyhi ve sellem' hazreti Aliye, "Ya Ali, müslümanın iki alameti vardır. Birincisi; cömert olmak, ikincisi; güler yüzlü olmak. Kafirin de iki alameti vardır. Hasis olmak ve çatık kaşlı olmak", buyurmuşlar. Cömert olmak, dünyaya düşkün olmamakdır ki dinimizin şiarındandır.

Tevekkül etmek demek, bomboş, tenbel tenbel oturup beklemek demek değildir. Sebebe yapışıp, el açıp dua etmek demektir. Sadece sebebe yapışıp da, dua olmazsa, işi sebepten bilmek olur ki tehlikelidir. Halbuki, dua da lazımdır. Sadece dua edip, sebebe yapışmamakta olmaz. Mü'min işini, müsebbibden, münafık ise, sebepten bilir.

Asıl olmadan, görüntü olmaz. Aynanın karşısında biri varsa görüntü vardır. Kimse yoksa, görüntü de yoktur. Asıl ahiretdir, görüntü de dünyadır. Ahiretteki asıl, cennette ise, bunun dünyadaki görüntüsü, izdüşümü belli yerlerdedir. Cehennemde ise, görüntü kötü yerlerde görülür. Dünyadaki görüntü, ahiretteki aslın alametidir. Onun için, iyiler iyileri, kötüler kötüleri bulur. Ne yapıp yapıp, iyilerle beraber olmağa çalışmalıdır. .

ALINTI/HUZUR PINARI

15 Ağu 2009

Moraliniz mi bozuk!!!


MORALİN NİYE BOZUK?
HZ. ADEM (A.S.)GİBİ 200 SENE TEVBE Mİ ETTİN?

MORALİN NİYE BOZUK?
HZ.İBRAHİM GİBİ ATEŞE Mİ ATILDIN?

MORALİN NİYE BOZUK?
HZ.ZEKERİYYA (a.s)GİBİ TESTEREYLE Mİ KESİLDİN?

MORALİN NİYE BOZUK?
HZ.YUSUF (as) GİBİ KUYUYA MI ATILDIN?

MORALİN NİYE BOZUK?
HZ.MUHAMMED (sav) GİBİ TAİF'TE TAŞLANDIN MI, BAŞINA İŞKEMBE Mİ KONULDU NAMAZ
KILARKEN, DİŞİN Mİ KIRILDI, YÜZÜNE TÜKÜRÜK MÜ ATILDI, HİCRETE Mİ ZORLANDIN,
SEVDİKLERİNDEN Mİ AYRILDIN?

MORALİN NİYE BOZUK?
HZ.HAMZA (r.a) GİBİ BURNUN KULAĞIN MI KESİLDİ?

MORALİN NİYE BOZUK?
MUSAB BİN UMEYR GİBİ KOLLARIN MI KESİLDİ?

MORALİN NİYE BOZUK?
CAFER BİN EBU TALİP GİBİ OK, MIZRAK VE KILIÇ DARBELERİYLE YARALANDIN MI?

MORALİN NİYE BOZUK?
AMMAR,SÜMEYYE, YASİR GİBİ İŞKENCE Mİ GÖRDÜN?

MORALİN NİYE BOZUK?
BİLAL GİBİ KIZGIN KUMLARA YATIRILIP, ÜZERİNE TAŞLARMI KONDU?

MORALİN NİYE BOZUK?
YUNUS PEYGAMBER GİBİ DENİZE Mİ ATILDIN?

MORALİN NİYE BOZUK?
EYÜP PEYGAMBER GİBİ VÜCUDUNU YARALAR MI KAPLADI?

MORALİN NİYE BOZUK?
HZ. İSA GİBİ ÇARMIHA MI GERİLMEK İSTENDİN?

MORALİN NİYE BOZUK?
İMAMI AZAM EBU HANİFE GİBİ ZİNDANA MI ATILDIN?

HALA MORALİN Mİ BOZUK?
NE DÜŞÜNÜYORSUN, DÜNYALIK İŞLER Mİ?
SİLKİNELİM, KENDİMİZE GELELİM........?

ÜZÜLECEKSEN, NAMAZINI KAZAYA BIRAKTIĞIN İÇİN, TEHECCÜDE KALKAMADIĞIN İÇİN,
BİRİNİN KALBİNİ KIRDIĞIN, PAZARTESİ PERŞEMBE ORUCUNU TUTAMADIĞIN İÇİN ÜZÜL

ÜZÜLECEKSEN BUGÜN ALLAH İÇİN BİR ŞEY YAPAMADIĞIN İÇİN, ALLAH VE RESULÜ
(SAV)'NÜ MEMNUN EDEMEDİĞİN İÇİN ÜZÜL
FİLİSTİN'DE, ÇEÇENİSTAN, BOSNA HERSEK'TE, IRAK'TA VE DÜNYANIN DÖRT BİR
YANINDA ZULÜM GÖREN, İŞKENCE EDİLEN, ÖLDÜRÜLEN DİN KARDEŞLERİN İÇİN ÜZÜL

ÜZÜLÜRSEN, BİR FAKİRE YARDIM EDEMEDİĞİN İÇİN, YETİMİN ELİNDEN TUTAMADIĞIN
İÇİN ÜZÜL

ÜZÜLÜRSEN, AFRİKA'DA VE DİĞER ÜLKELERDE BİR LOKMA EKMEK BULAMAYAN,
HASTALIKLARLA MÜCADELE EDEN İNSANLAR İÇİN ÜZÜL

ÜZÜLÜRSEN,KUR'AN-I YETERİNCE OKUYUP, HAYATINA TATBİK EDEMEDİĞİN İÇİN ÜZÜL

ÜZÜLÜRSEN, PEYGAMBER EFENDİMİZ'İ, CANINDAN, MALINDAN,AİLE BİREYLERİNDEN,
HERŞEYDEN ÇOK SEVEMEDİĞİN İÇİN ÜZÜL

ÜZÜLÜRSEN, HAKİKİ MANADA KUL, EFENDİMİZ'E ÜMMET OLAMADIĞIN İÇİN ÜZÜL

ÜZÜLÜRSEN, EFENDİMİZ'İN ŞEFAATİNE NAİL OLAMAMA KORKUSUYLA ÜZÜL...
ÜZÜLMEMİZ GEREKENLER İÇİN ÜZÜLMEK DİLEĞİ İLE,
SELAM VE DUA İLE

13 Ağu 2009

bir çocuğun şikayeti


Toplandık arasat meydanın da mahkeme i kübra denilen yerde
Getirin buraya annem, babam şimdi nerede
Şikayet edeceğim şimdi onları rabbime
Yetiştirmediler beni islam terbiyesine göre
Yarabbi görmedim annemi seccade başında
Zannettim namaz sadece ramazanda
Başına bir örtü aldı kırkından sonra
Ömrünce kötü örnek oldu, islamı anlatmadı bana
Yarabbi babam bayramdan bayrama namaz kıldı
Kur'an ı kerim duvarda asılı kaldı
Oysa o hayat nizamıydı, sayelerinde tozlandı
Öğretmediler bana kur'an ı kerimi benden ayrı kaldı
Yarabbi küçüksün oruca dayanamazsın dediler
Sözüm ona bana merhamet ettiler
Ağaç yaşken eyilir bilmediler
Küçük yüreğime islamı yerleştirmediler
Gayret etmediler
Yarabbi sınavdan sınava soktular dünya mevkiler için
Demediler hayatın sınavı ALLAH için
Dünyamı yaptılarda ahiretimi yaktılar için için
Azapların büyüğü olsun dinimi gizleyenler için
Yarabbi beni sahte liderlerin arkalarından yürüttüler
Gerçek liderimin adından bile bahsetmediler
Budün peygamberimin(sav)şefatinden mahrum ettiler
Getirin annemi babamı şimdi neredeler
Yarabbi babam haram helal demedi getirdi
Bizler yedik piyangodan gelen haramlara sevindik
Sonunda huzurunda hep beraber iflas ettik
Sırtımızdaki günahların altında ezildik
Sürünerek buraya geldik
Burası arasat meydanı anne
Burasını hiç düşünmedinizmi?
Neden mahkemeyi kübraya hazırlıksız geldiniz
Ben sizin için emanettim ihanet ettiniz
Rabbimin cezasını benden önce hakettiniz

ARKADAŞ OLUNMAYACAK BEŞ GRUP İNSAN


ARKADAŞ OLUNMAYACAK BEŞ GRUP İNSAN

Ca‘fer-i Sâdık (ra) arkadaş seçiminde şu güzel ve isâbetli tavsiyelerde bulunmuştur:

“Şu beş grupla dostluk ve arkadaşlık yapma:

1- Yalancıyla arkadaşlık yapma. Çünkü dâimâ aldanabilirsin. O serâb gibidir. Uzağı sana yaklaştırır, yakını da senden uzaklaştırır.

2- Ahmakla arkadaşlık yapma! Çünki o sana fâide vermeyi istediği halde zararı dokunur.

3- Cimriyle arkadaşlık yapma! Çünki senin en muhtaç olduğun şeyi bile senden esirger.

4- Korkakla arkadaşlık yapma! Zîrâ seni ele verir ve şiddet anında da senden kaçar.

5- Fâsıkla (açıktan günah işleyen) arkadaşlık yapma! Zîrâ o seni bir çiğnem yemek veya daha azına dahi fedâ edebilir.

SON PİŞMANLIK.


SON PİŞMANLIK…

Zülkarneyn (as) gece giderken ordusuna “Ayağınıza takılan şeyleri toplayın!” diye emir verir.

Ordu bu emri duyunca içlerinden

bir grup, “Yorgunuz, bir de bu karanlıkta ayağımıza takılan şeyleri toplayarak boşuna ağırlık mı yapacağız?” diyerek hiçbir şey toplamazlar.

İkinci grupsa, “Madem komutanımız emretti, birazcık toplayalım, emre muhâlefet etmeyelim.” diyerek az bir şey toplarlar.

Üçüncü grupsa, “Komutanımız bir şeyi boşuna emretmez, muhakkak bir bildiği vardır.” diyerek bütün abalarını ağzına kadar doldururlar.

Sabah olduğunda bakarlar ki, meğer bir altın ma‘deninden geçmişler de, ayaklarına değen şeylerin altın olduğunun farkına varamamışlar.

Bunu anlayınca hiç almayan

birinci grup, “Ah, niçin almadık? Nasıl dinlemedik komutanımızın sözünü?” diyerek pişman olurlar.

Az alan ikinci grupsa, “Ah, ne olurdu biraz daha fazla alsaydık?” diye sitem ederler.

Çok alan üçüncü grupsa, “Keşke her şeyimizi doldursaydık, gereksiz eşyalarımızı atsaydık da daha çok toplasaydık!” diyerek fazla almalarına rağmen üzülürler.

İşte bu misâl gibi âhirette bütün insanlar bunun gibi pişman olacaklar.

İnanmayanlar, “Keşke îmân etseydik de hiç olmasa cehennemden sonra cennete girseydik, ebedî cehennemde kalmasaydık!” diye pişman olacaklar.

Mü’min, fakat az sevabı olanlar, “Keşke biraz daha sevab işleseydik de, biraz daha ikrâma mazhar olsaydık!” diye üzelecekler.

Mü’min, çok sevabı olanlarsa “Âh, ne olurdu makamımı yükseltecek bir vakit namaz daha kılsaydık, daha fazla sadaka verseydik, oruç tutsaydık, biraz daha sevab işleyecek ameller yapsaydık!” diye pişman olacaklar.

11 Ağu 2009

Kıssadan Hisse - Kendimize Güvenelim...


--------------------------------------------------------
İş adamının işleri bozulmuştu. Ne yaptıysa olmuyordu.


Bir zamanlar çok başarılı bir insan olmasına rağmen şimdi büyük olan sadece borçlarıydı.


Bir taraftan kredi verenler onu sıkıştırırken, diğer taraftan da bir sürü insan ödeme bekliyordu.

Çok bunalmıştı ve hiçbir çıkış yolu bulamıyordu.
Nefes almak için parka gitti. Bir banka oturdu, başını ellerinin arasına aldı ve bu durumdan nasıl kurtulacağını düşünmeye başladı.

Tam bu sırada birden, önünde yaşlı bir adam durdu.

-“Çok üzgün görünüyorsun. Seni rahatsız eden bir şey olduğu belli... Benimle Paylaşmak ister misin?” diye sordu yaşlı adam.

İşadamının yakınmalarını dinledikten sonra da,

“-Sana yardım edebilirim” dedi.

Çek defterini çıkardı. İşadamının adını sordu ve ona bir çek yazdı. Çeki ona verirken de şöyle dedi:

“-Bu para senin. Bir yıl sonra seninle burada buluştuğumuzda bana olan borcunu ödersin. Hadi al” dedi.

Ve yaşlı adam geldiği gibi hızla gözden kayboldu.



İşadamı elindeki çeke baktı. Çekte 500 bin dolar yazıyordu ve imza ise John Rockefeller' e aitti, yani o gün için dünyanın en zengin adamına.

“-Tüm borçlarımı hemen ödeyebilirim” diye düşündü.

John Rockefeller' e ait bu çekle her şeyi çözebilirdi. Ama çeki bozdurmaktan vazgeçti. Bu değerli çeki kasasına koydu. Onun kasasında olduğunu bilmenin güveniyle yepyeni bir iyimserlikle işine tekrar dört elle sarıldı.

Büyük küçük demeden tüm işleri değerlendirmeye başladı. Ödeme planlarını yeniden yapılandırdı. İyi yapılan işler yeni işleri doğurdu.

Birkaç ay sonra tekrar işlerini yoluna koyabilmişti.

Takip eden aylarda ise borçlarından tümüyle kurtulup hatta para kazanmaya başlamıştı.



Tüm bir yıl boyunca çalıştı durdu. Tam bir yıl sonra, elinde bozulmamış çek ile parka gitti. Kararlaştırılmış saatin gelmesini bekledi. Tam zamanında yaşlı adamın hızla ona doğru geldiğini gördü. Tam ona çekini geri verip başarı öyküsünü paylaşacakken bir hemşire koşarak geldi ve adamı yakaladı. Hemşire:

“-Onu bulduğuma çok sevindim, umarım sizi rahatsız etmemiştir” dedi.

“-Çünkü bu bey sürekli olarak huzur evinden kaçıp, bu parka geliyor. Herkese kendisinin John Rockfeller olduğunu söylüyor” diye ekledi.



Hemşire adamın koluna girip onunla birlikte uzaklaştı. İşadamı şaşkın bir şekilde öylece durdu kaldı. Sanki donmuştu. Tüm yıl boyunca arkasında yarım milyon dolar olduğuna inanarak işler almış, yapmış ve satmıştı. Birden, hayatının akışının değiştiren şeyin para olmadığını fark etti.



Hayatını değiştiren yeniden kendinde bulduğu kendine güven ve inançtı.

Başarının sırrı, kasamızda duran değil, kendi kalbimizde ve kafamızda olanlardır.Başka yerde aramaya gerek yok.

9 Ağu 2009

Bilgiye hakim olmak


Gençlik

Tüm hareket ve heyecanıyla, geçen dünümüzün adı. Yaşadığımız geleceğe döndüğümüzde, istikbalimizi teslim edeceğimiz yarınlarımızdır.



Bir ülkenin yarınlarından emin olması, yetiştirdiği gençliğin sağlıklı, duyarlı ve tutarlı olmasıyla mümkündür. Gençlerine iyi imkanlar hazırlayamayan, onların ihtiyaçlarını göremeyen, seslerini duyamayan milletler, aslında geleceklerini tehlikeye atan milletlerdir.



Gençlik, milletler için bulunmaz bir nimet, önemli bir güç, yararlanılması gerekli olan muazzam bir kuvvettir. Bir millet gençlerinden iyi yolda yararlanabilirse, hem o millet için ve hem de insanlık için sonsuz yararları vardır.



Böyle bir sonuç, gençliğin iyiye, güzele yönlendirilmesiyle elde edilebilir. Gençlik ihmale uğrar, yoldan çıkarsa hem o toplum ve hem de gençliğin kendisi ülke için bir endişe ve üzüntü kaynağı haline gelir.



Gençliğin yaratılışından kaynaklanan sürekli hareketliliği, ülke yararına yönlendirilemediği zaman, gençlik çeşitli mihrakların ve kötü emelli kişilerin tesir alanı içerisine düşebilir.



Bir toplumu yok etmek, yıpratmak ve zora sokmak isteyen şer güçler, öncelikle o toplumun değerlerini ve gençliğini hedef alırlar.



Bilirler ki; Değerlerini yitirmiş, gençliği ifsat olmuş milletler, şer güçlere karşı dayanma gücünü devam ettiremezler, iç barış ve huzurlarını kaybederler. Bunun için de terör ve uyuşturucu belasını silah olarak kullanırlar.



Terör ve uyuşturucu, iki tarafı keskin bir bıçak gibidir. Terör örgütleri, bir yandan aldatılmış ve kandırılmış gençleri insanlık dışı eylemlere sürüklerken; diğer taraftan da kandıramadıkları gençleri uyuşturucu ile zehirleme ve tesirsiz hale getirme programını uygulamaktadırlar.



Böylece taze ve zinde güç gençlik, günden güne eriyip gitmektedir. Gençliğimiz bu tür tuzaklara karşı uyanık olmalıdır.



Şunu hemen ifade etmeliyiz ki, Allah'a şükürler olsun ülkemizde gençliğimizin büyük bir çoğunluğu kendi değerlerine sahip, sorumluluklarının bilincinde, vatan ve millet sevgisiyle yoğrulmuştur.



Bu yapının ilelebet devam etmesi bu değerlerimizin gençlerimize bütün yönleriyle aktarılmasıyla mümkündür. Devletimizin bu alanda alacağı tedbirlere milletçe destek vermemizin yanında gençliğimize sahip çıkarak onları sağlam bir inanç ve köklü bir millet sevgisinde birleştirmeliyiz.



Sevgili gençlerimiz!

Şunu hiçbir zaman hatırınızdan çıkarmamalısınız ki, sizler bizim ümidimiz ve geleceğimizsiniz. Cennet vatanımız üzerinde oynanmak istenen oyunları bozacak ve boşa çıkaracak güçtesiniz

Ömrünüzün baharı sayılabilecek bu çağ, sevgi ve nefreti en yoğun yaşadığınız çağdır. Nefret kötülerin, sevgi ise Allah'ın iyi kullarının yoludur.

Önce, en yakınımızdan başlayarak birbirimizi; sonra, uğruna binlerce gencimizi feda ettiğimiz cennet vatanımızı, bayrağımızı sevmeliyiz. Bizi biz yapan değerlerimizi sevmeliyiz.

Sevmeliyiz; çünkü, nefret ve kin tohumlarının yeşermemesi için en etkili ilaç, yine sevgidir.

Her zaman gençleri yanında bulmuş olan sevgili Peygamberimiz; "İnsanlar içinde Allah'ın en çok sevdiği kimse, kötülükleri terkedip iyiliklere yönelmiş olan gençtir." Buyurmuşlardır.

Allah cc. ve kainat

Azim, müthiş bir çabayla,

durmadan ve mümkün olan en fazla işi yapmaksa,

evrende olup biten tam olarak budur.

Evrene serpiştirilen azme bakın:

Milyonlarca bitki ve hayvan türü yaratıldığı gibi,

her türe ait bir özellik verilmiştir.

Yaratıcı bir defa yaratmakla bırakmamış,

çizdiği resmi silerek yeniden çizmiş,

bir tablonun arkasından hemen yeni bir tablo yaratmıştır.

Eğer birkaç güzellikle yetinseydi,

bulutlardan örgülediği sema resimlerini her dakika değiştirmesine,

vadilere yazın başka, kışın başka bir görünüş kazandırmasına ne ihtiyacı olurdu?

Eğer buğday insanın beslenmesine yetiyorsa,

onun yanında, bir de patlıcanı, bir de elmayı yaratmasına;

her birine binerce farklı renk, koku ve tat yüklemesine ne gerek olurdu?

Onun azmi,

yarattığı türlerin çokluğu ve sınırsızlığıyla kalmaz;

Yarattıklarının çoğunu her yıl silerek,

tohumları aracılığıyla onların farklı benzerlerini yeniden yaratır.

Bununla da kalmaz,

asırlar geçtikçe yeryüzüne yeni yaratık türleri gönderir;

büyük dinozorlar gider, küçük kuşlar gelir.

Adeta, dünya toprağı katrilyonlarca

yaratığa yetmemiş;

onları sırayla ve kafileler hâlinde göndererek yeryüzünde gezdirmiştir.

Yaratıcının azmi bununla da kalmaz.

Modern bilimin tespit ettiği gibi,

maddenin kendisini de her saniye yok edip var ediyor.

Bir maddi örgüyü kaldırıp

yerine hemen yenisini gönderiyor;

Yani bir saniye içinde

dev galaksilerden ibaret olan evreni binlerce kez yaratıp,

kaldırıp yeniden yaratıyor.

Aklın ve hayalin kavramakta güçlük çektiği

bu çoklukların arkasındaki sınırsız azmin varlığı, nasıl inkâr edilebilir?

Böylesine azimli bir Yaratıcının sanatı olan insan, hangi mantıkla azmi hırs olarak değerlendiriyor?

Televizyonun karşısında boş oturma eylemine, hangi değeri veriyor?

Yırtınırcasına çalışan insanları

hangi hırsla suçluyor?

Sonsuzluğu kazanmak için Çalışmak gerekiyorsa,

Dinlenme dışında,

boş oturduğumuz bir dakika,

bizim için dehşetli bir kayıp değil midir?

5 Ağu 2009

Berat Kandili, Kandiliniz Mübarek Olsun

Cenab-ı Hak buyuruyor:



'Apaçık kitaba yemin olsun ki, Biz Kur'an-ı mübarek bir gecede indirdik. Biz, gerçekten uyarıcıyız. O mübarek gecede, her hikmetli iş katımızdan bir emirle ayırt edilir...'(Duhan, 44/1-4)

Ayette geçen, 'mübarek gece'den maksat; Berat gecesidir. Kur'ânın bu gecede, Yedinci semadan dünya semasına indirildi. Kadir gecesinde ise ilk kez Peygamber Efendimize indirilmeye başlandı.
Bu gecenin, dört adı vardır. "Mübarek gece", "Berae gecesi" "Sakk gecesi", "Rahmet gecesi". Ve denildi ki bununla Kadir Gecesi arasında kırk gün vardır. Berae ve Sakk gecesi denilmesi hakkında da denilmiştir ki, haraç tamamen alındığı zaman beraetlerini (temize çıkmalarını) dile getiren bir sened yazıldığı gibi, Allah Teâlâ da bu gece mümin kullarına beraet yazar. Ve denilmiştir ki bu gecede beş özellik vardır:


Bu gecenin beş özelliği vardır:

1) Bu gecede önemli işlerin seçimi ve ayırımı yapılır.

2) Bu geceyi ibadetle geçirenlere yardımcı olması amacıyla Allah tarafından melekler gönderilir.

3) Bu gece bağışlanma ve af gecesidir.

4) Bu gecede yapılan ibadetlerin fazileti çok büyüktür.

5) Bu gecede Peygamberimize şefaat yetkisinin tamamı verilmiştir. Bu yetkinin üçte biri Şaban'ın onüçüncü günü, üçte biri Şaban'ın ondördüncü günü, geri kalan üçte biri de Şaban'ın onbeşinci günü verilmiştir.

Hazreti Âişe (ranha) bu gecenin fazileti hakkında şunları anlatıyor:
Günün birinde Hazreti Peygamber yanıma girdi. Elbisesini çıkardı. Aradan zaman geçmeden tekrar giyindi. Bunun üzerine beni şüphe, kıskançlık sardı. Ortaklarımdan birinin yanına gidecek sandım ve peşini takip ettim. Medine’nin kabristanı olan Bakîu’l-Garkad’da kendisine eriştim. Mü’minlere ve şehidlere istiğfar ve dua ediyordu. Kendi kendime: ‘Anam babam sana feda olsun! Sen Rabb’ının rızası uğrunda, ben ise dünya peşindeyim!’ diyerek döndüm. Soluk soluğa eve girdim. Arkamdan da Resülüllah (sav) girdi.

-Neden böyle hızlı nefes alıyorsun?’ dedi.

Ben,

-Anam babam uğruna feda olsun. Yanıma gelip elbisenizi çıkardıktan sonra tekrar giyindiniz, beni kıskançlık tuttu. Ortaklarımdan birinin yanına gideceğinizi zannettim. Nihayet sizi kabristana giderken gördüm,dedim.

Resul–ü Ekrem,

-Resülüllah sana haksızlık edecek diye mi korkuyorsun?’ dedi.

Ardından Cibril geldi ve şöyle dedi:

-Bu gece Şa’bân’ın on beşinci gecesidir. Cenabı Hak bu gecede Benî Kelb kabilesi koyunlarının sayısı kadar kimseyi cehennemden âzâd eder. Fakat bu gece Allah; müşriklerin, kincilerin, akrabalarıyla münasebeti kesenlerin, hayat ve ihtişamlarına mağrur olanların, ana ve babalarına isyan edenlerin, içki düşkünlerinin yüzlerine bakmaz.

Resul–ü Ekrem, elbisesini çıkardı.

-Bu gece ibadet etmeme müsaade eder misiniz? buyurdu.

-Evet, sana anam babam feda olsun, dedim.

Peygamber namaza kalktı. Secdeye kapanıp uzun müddet kaldı. Endişelendim, elimle yokladım. Elim, ayağının altına dokununca kımıldadı. Ben de sevindim. Secdede şöyle niyaz ettiğini işittim:

‘Allah’ım! azabından afvına, gazabından rızana sığınıyorum. Sen’den yine Sana iltica ediyorum. Şânın yücedir. Sana yaptığım senayı Senin kendine yaptığın senaya denk bulmuyorum. Sana lâyık bir surette hamd etmekten âcizim.’

Sabah olunca bunları Resul–ü Ekrem’e söyledim. O da,

- Yâ Âişe, bunları öğrendin mi? dedi.

-Evet yâ Resülüllah, dedim.

Resuli Ekrem;

-Bunları hem öğren hem de başkalarına öğret. Zira bunları bana Cibril öğretti ve secdede bunları okumamı ta’lîm buyurdu.’ dedi.”

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) buyuruyor:

"Her kim bu gece yüz rekat namaz kılarsa yüce Allah ona yüz melek gönderir. Otuzu ona cenneti müjdeler, otuzu ona cehennem azabından teminat verir. Otuzu da ondan dünya afetlerini savarlar, O'nu da ondan şeytanın tuzaklarını hilelerini savarlar."

"Yüce Allah bu gece ümmetine öyle rahmet eder ki Kelb kabilesinin koyunlarının kılları sayısınca."

"Yüce Allah bu gece bütün müslümanlara mağfiret buyurur ancak kâhin, sihirbaz, yahut çok kin güden veya içkiye düşkün olan, yahut ana-babasını inciten, veya zinaya ısrarla devam eden müstesna."

'Şaban ayının 15. gecesini ibadetle geçirin, gündüzünde de oruç tutun. Çünkü yüce Allah, bu gece dünya semasına rahmetiyle tecelli eder ve; 'tevbe eden yok mu! Onu affedeyim. Rızık isteyen yok mu, ona rızık vereyim, hastalığından şifa isteyen yok mu ona şifa vereyim. Yok mu şunu isteyen yok mu bunu isteyen' der. Bu durum, sabaha kadar devam eder'
'Ameller, bu ayda âlemlerin Rabb'ı yüce Allah'a arz edilir. Ben de amellerimin oruçlu iken Allah'a arzedilmesini isterim'

15 Tem 2009

ONLARIN ADI SAHABEYDİ SUÇU NEYDİ


Dumanlar içinde hasıra sarılmış gencecik bir beden...
Adı; Zübeyr bin Avvam (ra)
Suçu: Müslüman olmak
Yaşı: Henüz onbeş
İşkence yapan: Öz bir amca


Kesik kesik öksürükler içinde zulüm kokan bir ses yayılıyor etrafa.
- Muhammed'in Rabbini inkar et! Seni bu işkenceden kurtarayım.

Cevap bir meydan okumadır sanki:
- Hayır. Vallahi asla küfre dönmem.

Bir şehâdettir bu ölümü hiçe sayan.
Bu şehâdet, dumanla birlikte yükselirken semaya, ateş bir kez daha körüklenir zalimce.
Bir zülümdür bu, amca merhametinin de üstünde olan..

***
İdam sehpasında bir kahraman...
Adı: Hubeyb bin Adiy (ra)
Suçu: Müslüman olmak Allah Resûl'ü Kureyşle ilgili bilgi toplamak istiyor. Âsım bin Sâbit (ra) başkanlığında on kişi toplanıyor. İçlerinde O da var. Hassan bin Sâbit (ra) şiirinde şöyle sesleniyor ona:"Ey ensarın ortasındaki şahin!Yumuşak huylulukta pırıl pırıl olan."Asım bin Sabit ve sekiz arkadaşı yolda yüz okçunun hedefi olup, şehit oluyorlar.Hubeyb bin Adiy ve arkadaşı Mekke de esir pazarında...İntikam ateşleri içinde yanan el Haris oğulları bu isme hiç de yabancı değiller.
Karar: Ateşle işkence El Haris'in kızı telaş içinde Mekke sokaklarında bağırıyor.-Vallahi O'nu elinde büyük bir salkımdan üzüm yerken gördüm. Halbuki o zincirle bağlı hem Mekke'de bir üzüm tanesi bile yok.Her şeye rağmen gözleri önünde i'dam sehpaları hazırlanıyor Hubeyb binAdiyy'in. Mızraklar bilenmiş her şey hazır.Dilinde bir duâ:"Allah'ım, biz peygamberin risaletini tebliğ ettik. Bize yapılanları O'na ulaştır."....Ve mızraklar Hubeyb'in vücudunda..
***

Müslüman olacağını rüyasında gören bir genç...
Adı: Hâlid bin Said (ra)
Suçu: Müslüman olmak

Ay ışığının aydınlattığı karanlık bir oda...
Köşeye sinmiş, aç, susuz ve dövülerek işkence edilmiş bir beden.
İşkenceyi yapan: Bir baba
Üzerine kapatılan kapılar O'nu Rabbiyle baş başa bırakıyor. Şimdi ne odanın karanlığı acıtıyor içini ne de yaralarından akan kanlar. İmanın teselli etmediği yer mi var?!

Fakat bu kadar işkence kafi değil bu baba için. Mekke'nin kızgın kumlarına yatırıyor oğlunu. Yetmiyor ağır taşlar koyduruyor üzerine...
***

Habeşli siyahi bir köle...

Adı: Bilal-i Habeşi (ra)
Suçu: Müslüman olmak.
İşkenceyi yapan: Efendisi Umeyye bin Halef
Kölesinin Müslüman olması çileden çıkartıyor o'nu:

-Andolsun sen ölmedikçe yahut Muhammed'i ve onun dinini inkar etmedikçe bu azabı üstünden eksik etmeyeceğim.

Ücretle tutulmuş müşrik çocukları tarafından boynundaki iple aç, susuz Mekke sokaklarında gezdiriliyor. Önce kızgın kumlara yatırılmış olacak ki, izleri hala sırtında.

Allah ve Rasulünün aşkıyla yanan bir kalbe sahip bedeni kızgın kumlar ne kadar yakabilir ki!?
***

Ve Habbab bin Eret... (ra)İşkencenin beklide en ağırı O'naydı.
Efendisi Ümmü Ammar O'nu ateşe yatırır, vücudu ateşi söndürmeden kaldırmazdı.
***

İşte...
Bir yanda cahiliye bataklığının tam ortasında bir devir ve kalplerindeki yaratanına sığınma arzusunu kendisine bile faydası olmayan taşlarda arayan zavallı bir beşeriyet...
Diğer yanda hidayet güneşinin aydınlığında asr-ı saadet denilen ve içlerinde daha dünyadayken cennetle müjdelenen nice hidayet erlerinin çıktığı bir insanlık.

Peki neydi onları karanlık kuyuların güzel Yusufları yapan?

Yusuf'un güzelliğine bir sebep kuyunun karanlığıydı belki de...

Ya neydi onları secdelerin sultanı yapan?

Sultanlığa sebep secdedeki zillet tacını giymekti belki de...

Atalarının dininden ayrılıp Hak'kı dolayısıyla işkenceyi zulmü kabul ve tasdik edenler.

İşte onlar... işte biz....

Onların çektiklerini çekmeye hangimiz hazırız biz?!

Onlar neler çekti, biz, neler gördük?

Her birimiz cahiliye kuyularında boğulmayan Yusufların aksine ahir zaman kuyularında boğulmaya talip olmuş gibiyiz!

Düşünebildiği kadar insan olan insana Nebiy-yi Zişan'nın bu sözü kafi gelir herhalde:


"Sizden öncekiler âhiret işlerinden arta kalan vakitlerini dünyaya harcarlardı. Sizler
ise dünya işlerinden artan vakitlerinizi âhirete sarf ediyorsunuz."

İşkence edenler ve edilenler..
Dünya lezzetlerini tercih edenler ve âhireti özleyenler..
Büyük bir göç var, herkes gidiyor. Zulmedenler de zulme uğrayanlar da zulme seyirci kalanlar da bu sevkiyata karşı koyamaz. Göç muhakkak.

Bu göçte secdedeki zilleti tercih eden sultanların önderliğiyle ahir zaman kuyularında boğulmayan Yusuf'lar olmak duâsıyla..

alıntı

28 Haz 2009

GÜZEL AHLÂK

Güzel ahlâka nasıl sahip olunur

İyi müslüman olmak için güzel ahlâklı olmak gerektiğini bildirdiniz. Güzel ahlâka nasıl sahip olunur?

Evet iyi bir müslüman olmak için Ahlâk-ı hamideye [güzel ahlâka] sahip olmak, Ahlâk-ı zemimeden [kötü ahlâktan] uzak durmak gerekir. Ancak bununla dünya ve ahiret saadeti elde edilir.

Güzel ahlâk, ilim ve edep öğrenmekle, iyi insanlarla arkadaşlık etmekle elde edilir. Kötü ahlâk da bunun tersidir. Yani cahil kalmak, edepsiz olmak, kötü insanlarla arkadaşlık etmekten hasıl olur. Cenâb-ı Hak, Peygamber efendimizi överken (Gerçekte sen büyük bir ahlâk üzeresin) buyuruyor. (Kalem 4)

İyi insan, iyi ahlâklı insan demektir. Dinimiz iyi huylar edinmemizi, kötü huylardan kaçınmamızı emretmektedir.

Güzel ahlâka sahip kimselere gıpta etmek, onlar gibi olmaya gayret etmek gerekir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Nimete kavuşmuş olanlardan, tevazu gösterene ve kendini hep kusurlu bilene, helalden kazanıp, hayırlı yerde sarf edene, fıkıh bilgileri ile hikmeti [tasavvufu] birleştirene, helale harama dikkat edene, fakirlere acıyana, işlerini Allah rızası için yapana, huyu güzel olana, kimseye kötülük yapmayana, ilmi ile amel edene ve malının fazlasını dağıtıp, lafının fazlasını saklayana müjdeler olsun) [Taberani]

Güzel sözler

Ahlâk hakkında İslam âlimleri buyuruyor ki:

"Kötü ahlâklı, parçalanmış testiye benzer. Ne yamanır, ne de eskisi gibi çamur olur."

"Her binanın bir temeli vardır. İslamın temeli de güzel ahlâktır."

"Kötü ahlâk, öyle bir fenalıktır ki, onunla yapılan birçok iyilikler fayda vermez. Güzel ahlâk, öyle bir iyiliktir ki, onunla yapılan günahlar affa uğrar."

"Yükselen bütün insanlar ancak güzel ahlâkları sayesinde yükselmişlerdir."

"Güzel ahlâk güler yüzlülük, cömertlik ve kimseyi üzmemek demektir."

"Güzel ahlâk, kimseyle çekişmemek ve kimseyi çekiştirmemektir."

"Güzel ahlâk, eziyet vermemek ve meşakkatlere katlanmaktır."

"Güzel ahlâk, genişlikte ve darlıkta insanları razı etmeye çalışmak demektir."

"Güzel ahlâk, Allahtan razı olmak demektir. Yani hayrı ve şerri Allahtan bilmek, nimetlere şükür, belalara sabretmektir."

"Güzel ahlâkın en azı, meşakkatlara göğüs germek, yaptığı iyiliklerden karşılık beklememek, bütün insanlara karşı şefkatli olmaktır."

"Güzel ahlâk, haramlardan kaçıp helalı aramak, diğer insanlarla olduğu gibi aile efradıyla da iyi geçinip onların maişetlerini temin etmektir."

"Güzel ahlâk, Yaratanı düşünerek, yaratılanları hoş görmek, onların eziyetlerine sabretmektir."

Bir müslümana çatık kaşla bakmak haramdır. Güler yüzlü olmayan kimse mümin sıfatlı değildir. Herkese karşı güler yüzlü

olmalıdır.

Hadis-i şerifte, Allaha ve ahiret gününe iman edenin, misafirine ve komşusuna ikram etmesi, ya hayır söylemesi veya susması emredilmiştir. (Buhari)

Başkasının kötü ahlâkından şikayet eden kimsenin kendisi kötü ahlâklıdır. Başkalarının kötülüklerinden bahsediyorsak, bu kendimizin kötü olduğunun alametidir. Güzel ahlâk, eziyetleri sineye çekmektir.

Google Gruplar
irfanmektebi@hotmail.com grubuna kayıt ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Benim Peygamberim

İlgili aramalar: müzik - ilahi -  ilahi