Son dakıka

3 Ara 2008

KURBAN ORTAKLIĞI



Şükrü Hüseyinoglu:

Hacc ve kurban, tam manada birer anlam deposu... Yeryüzünde büyüklenip tuğyan eden, imana karşı küfrü, adalete karşı zulmü bayraklaştıran tağutlara birer reddiye ve ihtar gösterisi… Buna karşılık, alemlerin Rabbine içten ve pazarlıksız, bilinçli ve kararlı birer teslimiyet seremonisi… Peki, birer bilinç meşalesi olan bu ibadetler bilinçsizce icra edilirse ne olur?



“Biz o kurbanlık develeri de sizin için Allah'ın (dininin) işaretlerinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Onlar ön ayaklarını sıra halinde yere basmış durumda iken üzerlerine Allah'ın adını anın (da boğazlayın), yanları yere düş(üp canları çık)ınca da onlardan yeyin, kanaat eden(fakir)e de, isteyen(fakir)e de yedirin. Allah onları, size boyun eğdirdi ki şükredesiniz.



Onların etleri ve kanları Allah'a ulaşmaz. Fakat sizin takvanız O'na ulaşır. Allah onları size böyle boyun eğdirdi ki, sizi doğru yola ilettiği için O'nun büyüklüğünü anasınız. Güzel davrananları müjdele.” (Hac 22/36-37)



Cahiliye medyasının meşhur deyimiyle; bul yıl da Kurban Bayramı, Hacca denk gelmiş bulunuyor!



Kurban ve Hacc… Her ikisi de tam anlamıyla birer anlam deposu olan ve sembolik değerleri son derece yüksek bulunan bu ibadetler bir kez daha ufkumuzda belirdi.



Aslında tüm ibadetler birer şuur eylemi, bilinç meşalesidir. İçkiyi kesin olarak haram kılan Maide Suresi 90. ayet nazil olmadığı dönemde, Rabbimizin, sarhoş olunduğu taktirde ne denildiği bilininceye (yani sarhoşluk hali ortadan kalkıncaya) kadar namaza yaklaşmayı yasaklaması (Nisa 4/43) bu bağlamda önemli mesajlar içeren bir beyandır.



İçkiyi kesin olarak haram kılan ayetle muhatap ve mükellef olan bugünün Müslümanları olarak bizler, “Sarhoşken ne dediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın” Rabbani beyanını sadece o günün Müslümanlarına hitap eden bir hüküm olarak mı okumalıyız? Tabii ki hayır! Zira insanı ne dediğini bilmekten alıkoyan sarhoşluğun, yalnızca içkinin yol açtığı sarhoşlukla sınırlı olduğunu kim söyleyebilir ki? Bilinçsizlik sarhoşluğu, bilgisizlik sarhoşluğu, vurdumduymazlık sarhoşluğu, meraksızlık ve gayretsizlik sarhoşluğu ne olacak?



Bugün, yalnızca farz namazlarını göz önünde bulundurduğumuzda günde en az 17 kez okuduğu Fatiha Suresi’nin dahi anlamını bilmeyen, onun da ötesinde merak etmeyen ve dolayısıyla namazlarında ne dediğinden habersiz olan yığınlarca Müslümanın bu halini, “bilinçsizlik sarhoşluğu”ndan başka nasıl tanımlayabiliriz?



Bizim namazımız, kurbanımız, haccımız, zekatımız hep alemlerin Rabbi olan yüce Allah içindir, öyle olmalıdır. Lakin Rabbimizin bizim ne namazımıza, ne kurbanımıza, ne de haccımıza ihtiyacı vardır. İhtiyaç sahibi olan bizleriz. Namaz da, zekat da, kurban da, hacc da… hep bizlerin dünya ve ahiret saadetimiz içindir. Bizleri kötülüklerden alıkoymak, iyiliklere sevk etmek, şuurlandırmak, teyakkuz sahibi kılmak, dosdoğru bir hayatla ebedi saadete yürümemiz içindir…



Hacc ve kurban, yukarıda da belirttiğimiz gibi tam manada birer anlam deposu. Sembolik yönleri çok güçlü, taşıdıkları mesajlar çok sarsıcı, bireyden topluma, yerelden evrensele dalga dalga güçlü bir şuur halkasını inşa edip harekete geçiren, imha ve ihya edici birer inkılab eylemi. Yeryüzünde büyüklenip tuğyan eden, imana karşı küfrü, adalete karşı zulmü bayraklaştıran tağutlara birer reddiye ve ihtar gösterisi… Buna karşılık, alemlerin Rabbine içten ve pazarlıksız, bilinçli ve kararlı birer teslimiyet seremonisi…



Peki, birer bilinç meşalesi olan bu ibadetler bilinçsizce icra edilirse ne olur?



Üstad Ali Şeriati’nin ifade ettiği, haccda şeytan taşlayıp memleketlerine dönünce tağutları alkışlayanlar örneğinde olduğu gibi, ibadetlerin maksadı ıskalanmış, anlamı devre dışı bırakılmış, mesajları kale alınmamış olur. İman edenler üzerinden yeryüzüne hayatiyet taşıma, bilinç aşılama işlevi bulunan bu ibadetlerin diriltici ve inşa edici nitelikleri ortadan kaldırılarak bu hayat menbaı ibadetler birer şekilsel ritüele dönüştürülmüş olur.



Anlamından koparılmış, hayatiyeti elinden alınıp birer cesede dönüştürülmüş olan bu ibadetler artık yeryüzünün tiranları, tağutları için birer tehdit olmaktan çıkar, rant aracı haline gelir. Tağuti sistemler, “hacc” organizasyonu yapıp, “kurban” derisi toplayarak bu ibadetlerin cesedinden faydalanmaya koyulurlar.



Hacc ve kurban ibadetinin yaklaştığı günlerdeyiz. İbadetlerimizi hakkıyla yerine getirmekle mükellefiz. “Ben yaptım oldu” mantığı, her ne kadar son yıllarda iyice yaygınlaşmış olsa da şiddetle kaçınmamız gereken büyük bir sapmadır. Hacca giden ve gidecek olanlarımız haccın, kurban kesecek olanlarımız da kurbanın hakkını vererek bu ibadetleri yerine getirmeye özen göstermek zorundadır.



Anlamından koparılmış, taşıdığı sembolik mesajlar kulak ardı edilmiş, tağutları red, alemlerin Rabbi yüce Allah’a teslimiyet bilincini pekiştirmemiş, ümmet bilincine katkı sağlamamış bir hacc ve kurban, bırakalım diriltici olmayı kendi dirilikleri yok edilmiş, şuursuzluk sarhoşluğunda zayi edilmiş demektir.



Bu çerçevede, son derece önemli gördüğüm bir hususa vurgu yapmak istiyorum. Kurban ibadetinin toplumumuzda yaygın olarak icra edildiği, hepimizin bildiği bir husus. Genellikle de büyükbaş kurbanlıkların tercih edildiği ve bunun için de eş-dost akraba ortaklık yapıldığı görülmektedir. Ki, yakınlaşma ve paylaşma gibi, kurban ibadetinin bünyesinde bulunan değerler açısından da bu tercihin olumlu olduğunu ifade etmeliyiz. Fakat yukarıda değindiğimiz “bilinçsizlik sarhoşluğu”nun ne yazık ki toplumumuzda yaygın olması, kurban ortaklığı konusunda da dikkatli olmayı gerektirmektedir. Ortak kurban kesmeyi tercih edeceksek, ya kurban ibadetinin taşıdığı anlama ve sembolik mesajlara vakıf kişilerle ortak olmayı tercih etmeliyiz, yahut da eş-dost akrabayla kurban ortaklığı yapmayı tercih edeceksek, ortaklık yapacağımız kişilerle bu meseleleri konuşup bu bilincin ortaklaşa paylaşılacağı bir vasatı oluşturmaya çalışmalıyız.



Aksi halde kurban kesilirken, gündemin, kurbanın anlamı, İbrahimi ve İsmaili teslimiyet yerine, et, yağ ve kemiğe kilitlenmesine engel olamayız. Hatta geçtiğimiz yıl bir kurban kesimi esnasında bizzat şahit olduğum ve müdahale etmeme rağmen kısa bir süre ara verilip sonra yine devam eden Fenerbahçe-Galatasaray tartışmalarını dinlemek zorunda kalabilir ve böylece bizi yüce Allah’a yaklaştıracak bir ibadet üzere bulunduğumuz halde O’ndan fersah fersah uzaklaşabiliriz. Neticede kurbanımızı “şuursuzluk sarhoşluğu”nun elinde zayi etme tehlikesiyle karşı karşıya kalabiliriz.

28 Kas 2008

*** Seyret, sus ve dinle****


*Bir gün bir dağ güneşle birlikte güne uyandı. Rüzgarın esintisiyle
ağaçlarının dallarını sallaya sallaya esneyerek gerindi. Güneş pırıl pırıl
ufukta tam karşısından doğuyor, onunla arasında masmavi bir deniz çarşaf
gibi günü karşılıyordu.


Dedi ki, "Ben ne güzel bir yerdeyim, önüm masmavi bir deniz ve her gün güneş
bana gülümseyerek gün başlıyor."


Gökyüzünde küme küme bulutlar pamuk yığınlarını andırıyordu.


Martılar çoktan uyanmış gökyüzünde dans ediyorlardı. O sırada dağ bir de
baktı ki, eteklerinde bir minicik fare denize doğru yürüyor.


"İiiiiiiiihhhhhh , bu da ne? Bu küçük fare benim manzaramı şimdi neden
bozuyor?"


Onun oradan bir an önce gitmesini istedi ve şöyle bir titredi.


Tepeden aşağıya doğru bir kaç taş hızla yuvarlanmaya başladı. Fare sesi
duyunca hemen bir yüksek kayanın üstüne sıçradı ve oraya yerleşti. Düşen
taşlarda ona hiç bir zarar vermedi. Farecik de başladı denizin güzelliğini
seyre...


Ara ara atlayan zıplayan balıklar denizin duruluğunda küçük halkalar
oluşturuyordu.


Deniz dağın sıkıntısını anladı ve dağa seslendi:


"Neden böyle bir günde bir küçük fare için mutsuzluk oyununa başlıyorsun ki?
Bak ben dümdüzken balıklar da benim duruluğumu bozuyorlar. Ben onlara
kızıyor muyum? Biliyorum ki onlar bensiz ben onlarsız olamayız. Sen de
seninle birlikte yaşamak zorunda olanlara kollarını açmalısın. Güneş hiç
bulutlara bozuluyor mu? Benim ışınlarımı engelliyorlar diye kızıyor mu?


Kabul et gerçeği, herşey bir şeylerle bütün aslında. Fark ve güzellik de
burada. Bu sayede hergün ayrı bir şey öğretiyor bize; her gün ayrı bir ders
veriyor. Sen iyisi mi sadece SEYRET, SUS ve DİNLE."


Dağ denize sordu:


"SEYRET, SUS ve DİNLE? O da ne demek?"


Deniz, "Bak... Seyrettiğinde güzellikleri göreceksin... Sustuğunda kendinden
başkalarının söylediklerini duyabileceksin...


Dinlediğindeyse onlardan öğrendiklerini uygulama fırsatı bulabileceksin..."*

20 Kas 2008

***sıkıntınız mı var? 5 dk.nızı ayırın...***


diyelim başınıza istemediğiniz bir olay geldi.
Yıkık, perişansınız. Kimse ile görüşmek istemiyorsunuz. Çoğunluk size küsmüş gibi. Yalnızsınız.


Herkes benden uzak, herkes bana kırgın
düşüncesi içinde çöküntü yaşıyorsunuz.
Yalnızlığınızın karanlık mağarasına şu ayet bir güneş gibi doğuyor:


'Rabbin sana ne darıldı, ne de seni bıraktı'(Duha-3)


Kim
kırılırsa kırılsın, kim darılırsa darılsın, kim terk ederse etsin.
Rabbim terk etmiyor, kırılmıyor ya,
ne gam! ...Bu ne büyük ferahlık değil
mi?...



Başınızda ağır bir dert var. Sanki hiç
bitmeyecek gibi geliyor. Sanki bu
sorun hayatınızın sonunu hazırlıyor gibi. İşte o an ayet yetişiyor
imdada:


'Demek ki, zorluğun yanında bir kolaylık mutlaka var! Zorluğun yanında bir
kolaylık muhakkak var! '(İnşirah-5/6)



Garantiyi veren Allah !... Hem de ne
garanti, her zorlukla beraber bir de kolaylık geleceği
'mutlaka' ifadesi ile
pekiştirilip ikna olalım diye iki kere tekrarlanıyor.
Ayet; kolaylığın zorluk içinde saklı olduğunu,
çözümün sorunda gizli
olduğunu da
fısıldıyor. Bu manayı duymuş olan Niyazi Mısri(k.s) şöyle demiş:


'Derman aradım derdime, derdim bana derman
imiş'




Maddi sıkıntınız hat
safhada. Yoksul düştüğünüzü hissediyorsunuz. İflas
ettiniz...
Sıfırı tükettiniz yani. Nasıl ayağa kalkarım düşüncesi içinde
boğulurken
ayet size yeni bir ümit
veriyor:


'Eğer yoksulluktan korkarsanız, Allah
dilerse lütfuyla sizi zengin kılar. Şüphesiz Allah
hakkıyla bilendir, hüküm ve
hikmet sahibidir.' (Tevbe-28 )




Bir yakınınız ölümcül
hastalıkla yatağa düştü. Doktorlar fazlaca ümit
vermiyorlar.
Çoğu kere Onu nasıl teselli edeceğinizi dahi bilemiyorsunuz. Gerçek
ortada
iken moral vermeye çalışmak
sanki sahte davranmak gibi geliyor size. Ciddi
bir delil olmalı ki hastanıza siz de inanarak
moral verebilesiniz. Eyyub
Nebi var
Kurr17;anda...
Hastalıkların, dertlerin en ağırına müptela olmuş ama sıhhate
kavuşmuş. Onun
hali size dayanak
oluyor: Kulumuz Eyyub u da an, o zaman Rabbine şöyle nida
etmişti:


'Bak bana, meşekkat ve acı ile şeytan dokundu! Ve ona, bütün
ailesini ve beraberlerinde bir misli daha tarafımızdan bir rahmet
olarak bahşettik ki, temiz akıllılar
için bir ibret olsun.' (Sad-41/43)




Ama yine de bazı şeyleri yediremiyorsunuz kendinize. Bir
tutamak arıyorsunuz. Ayet el veriyor
size:


'Olur ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız; oysa o, hakkınızda
hayırlıdır. Olur ki, siz bir şeyi
seversiniz; ama o, sizin hakkınızda bir fenalıktır.Allah bilir, siz bilmezsiniz.' (Bakara-216)




Rabbimiz , Rasülümüz Muhammed(s.a.v) ,
Kitabımız Kuran , Yolumuz Sırat-ı Müstakim!... Bizden bahtiyarı yok dünyada! ...



Her ne olursa
olsun, ne yaşanırsa yaşansın zafer ve
başarı bizim. Bunu da kafadan söylemiyoruz, Kuran konuşuyor:


Vel Akıbetü lil Muttakin (Kasas-83):

Akıbet(hayırlı son, güzel sonuç) Müttakiler (takvayı kuşananlar,
korunanlar, inanca sarılanlar)
içindir!...

28 Ağu 2008

Yavuz Bahadıroğlu | Sayı: 50 | 05.23.2008

“Peygamberim Muhammed’in (s.a.v.) müjdesini Sultan Muhammed gerçekleştirecek”



Osmanlı Devleti, Roma’yı fethetmek üzere kurulmuş bir devlettir. Osmanlı hanedan üyeleri Hz. Muhammed’in (s.a.v.) müjdesine o kadar yürekten inanmıştı ki Fatih Sultan Mehmed, kendisini vazgeçirmeye çalışan veziri Çandarlı Halil Paşa’ya şunları söyledi: “Çaresi yok fetih olacak. Peygamberim Muhammed’in müjdesini Sultan Muhammed gerçekleştirecek.”

“Araştırmacı” kimliğimin bana yüklediği tarihi sorumluluğu göz önünde bulundurarak ifade etmeliyim ki, Osmanlı Devleti, Roma’yı fethetmek üzere kurulmuş bir devlettir.
Başka türlü, aşiretin Ahlat civarından Batı’ya yani Bizans istikametine yürümelerini izah etmek imkânsızdır. Çünkü Bizans o tarihte en büyük bölgesel güçtür. Üzerine yürümek intihardan farksızdır. Küçücük bir aşiretin böyle bir tehlikeye atılması için son derece güçlü bir motivasyon kaynağına dayanması lâzımdır.
Bence bu güçlü kaynak, Peygamber-i Âlişan Efendimiz’in, Konstantiniye fethine ilişkin hadis-i şerifleridir.
Bu hadis sanırım Ahmet Yesevî Hazretlerinin “Alp Erenler”i tarafından Kayıhan Aşireti yöneticilerinin kulaklarına fısıldanmıştır. Ve aşiret, Peygamberinin işaret ettiği istikamette “mutlu millet” vasfını kazanmak için Batı’ya yönelmiştir.
Bence “Feth-i Mübin” bu yürüyüşle başlamıştır.
“Bir toplum çok zor şartlarla karşı karşıya kalır ve bunlara karşı kendinde direnme ve meydan okuma gücü bulursa mutlaka büyür güçlenir ” demekte Toynbee, çok haklı.
Kayıhan Aşireti, Anadolu’nun Doğu bölgesinde kalmak yerine Batı’ya rota tutarken, bölgede tutunabilmenin zorluklarını elbette biliyor, fetih yolunda bir anlamda ateşle imtihanı göze alıyor, hatta buna talip oluyordu.
Biliyoruz ki, Konstantiniye’nin bir gün mutlaka fethedileceğine dair Peygamber müjdesini alan Müslümanların yüreği, o günlerden başlayarak İstanbul surları önünde vurmaya başlamıştır.

Bir ebediyet sırrı
Münferit bazı hamleler (Eba Eyyüb hamlesi misali) zamanla ordulaştı, Selçuklular büyük Malazgirt Zaferi’nden sonra İstanbul’a yaklaştılar. İznik’i fethedip kendilerine başkent, yani yönetimin kalbi yaptılar.
Halis niyetleri İznik’i bir atlama taşı olarak kullanıp gerektiğinde saldırılar düzenleyerek Bizans’ı taciz etmek, en azından mevcudiyetlerini hissettirmekti. Peygamber müjdesine bu kadar yaklaşmış olmaktan duydukları mutluluğu da hesaba katmak lazım.
Çünkü özellikle o çağlarda, milletlerin yaptığı her büyük hamlenin odak noktası dindi. İhtimal o günkü imkânlarla denizi aşıp Bizans’ı fethetmenin imkânsızlığını biliyorlardı. Deniz geçilse bile Bizans’ın son kalesi ve kalbi Kostantinopolis’i çepeçevre saran kalın ve muhkem surları yerle bir edecek güçten mahrumdular.
Bu sebepten, harp meydanlarında yerden yere vurdukları “Bizans keferesi”nin muhkem kalesine giremediler. “Feth-i Mübîn”i zamana bırakırken, düşmanı taciz ve yıpratma konusunda ellerinden gelen her şeyi yaptılar.
Selçuklu Devleti misyonunu ifa edip tarih sahnesinden çekilirken, İlâhî bir tecelli olarak Osmanlı Devleti tarih sahnesine çıktı; fetih bayrağını devraldı.

Saadet zincirinin halkaları
Fetih yolunda yürüyen Kayıhan Aşireti’nin yiğit serdarı Ertuğrul Gazi, Yassıçemen mevkiinde Selçuklularla savaşan Moğol ordusuna tereddütsüz saldırıp zafer tacına ortak oldu. Selçuklu Sultanı Keykûbad’la Kayıhan Aşireti’nin genç serdarı Ertuğrul Gazi arasında cereyan eden kısa çadır sohbeti, sanki bir devir teslim töreniydi: Anadolu’yu Müslümanlaştırma ve Türkleştirme misyonunu ifa eden Selçuklular, fetih bayrağını, yeni doğuşun müjdecisi olarak, Anadolu’ya ayak basan Osmanlı soydaşlarına teslim ediyor, şerefleri, şanlarıyla tarihten çekilmeye hazırlanıyorlardı.
İhtimal o sıralar, bu muazzam devir teslimin farkında değillerdi. Ama tarihin tecellisi mezkûr buluşmanın esas mahiyetini çiziyor, Sultan Keykûbad’dan nasibini alan Ertuğrul Gazi, bir avuç kahramanıyla, aşiretine ikram edilen topraklara yürüyerek, Söğüt’e yerleşmek suretiyle mukadder fethe ilk büyük adımı atıyordu.
Zaman içinde Bizans kaleleri bir biri ardından düştü. Artık Osmanoğulları diye anılan Kayıhanlılar, 1308’lerde Marmara Denizi’ne dayandılar.
Müjdelenmiş şehri uzaktan, bir sis perdesinin ardına saklanmış kuğu alımlılığında görmek bile kanlarını tutuşturmuş olacak ki, o hızla Bursa’yı alıp devlet merkezi yaptılar (1326) ve Maltepe Zaferi’ni kazandılar (1328).
Artık İstanbul, müjde şehir, daha yakındı. Bir solukta içlerine çekmek istiyorlardı. Bunun için de Selçuklu’nun eski payitahtı İznik’i fethetmeli, Bizans’ın yumuşak karnına bir Osmanlı kılıcı gibi girmeliydiler.
Osmanoğullarının ilk fetihlerindeki şuuru gördükten sonra, şu hükmü rahatlıkla verebiliriz:
Kayıhan Aşireti, Horasan’dan Söğüt’e, ardından mezar taşlarından bir iz bırakarak yürürken, güçlü bir devlet olma hayalini de beraberinde sürüklüyor, bunun kalıcılığının Kostantiniye’nin fethine bağlı bulunduğunu seziyor ve hiç şüphesiz, “Kostantiniye mutlaka fetholunacaktır” müjdesini mukaddes bir muska gibi kalbinde taşıyordu.
“Feth-i mübîn” bu “Saadet Zinciri”nin son halkasını teşkil ediyor.



Adam gibi adam nasıl yetişir?
“Adam gibi adam” yetiştirebilmek için, öncelikle anne-baba, ardından da “hoca” yetiştirmek gerekiyor.
Annesine (Hüma Hatun), babasına (Sultan II. Murad) ve hocasına (Ak Şemseddin) bakarsanız Fatih’i; Fatih’e bakarsanız anne, baba ve hocalarını görürsünüz.
Fatih’i dünyada benzerlerine rastlanabilen bir cihangir olmaktan çıkarıp benzersiz bir hükümdar yapan sâikin baş mimarı, öncelikle anne-babası, hemen sonrasında ise hocaları geliyor.
Özellikle de Molla Ak Şemseddin.
Rivayete göre, Osmanlı Devleti kuruluş aşamasındayken, kurucu Osman Gazi’nin kayınpederi (kaimpeder), maneviyat önderi ve şeyhi Edebali Hazretleri, insanın önemini vurgulayan bir tavsiyede bulunmuş, demiş ki: “Oğul Osman, insanı yaşat ki, devletin yaşasın!”
Bu tavsiyeden yıllar sonra, Fatih Sultan Mehmed, aynen tavsiyeye uymakta, fetihten sonra katıldığı ilk Divan’da (Bakanlar Kurulu), “Bu ferah ki bende görürsüz; yalnız bir kal’a fethünden değildür; Ak Şemsüddin gibi bir pîr–i azizin, benum zamanumda olduğuna övünürüm” diyerek, fethettiği Konstantiniye ile değil, Ak Şemseddin Hazretleri ile yani bir “insan”la övünmektedir.
Aslına bakarsanız, Ak Şemseddin de övünülmeye değer bir “insan”dır. İmanla tekniği içinde bütünlemiş, dünya ile ahiret arasında, her Müslümanın kurması gerektiği halde bir türlü kuramadığı, sağlam bir denge kurmuştu.

Hikmet dünyasının yol haritası: Ak Şemseddin
O, yalnız Müslümanlar tarafından değil, Hıristiyanlar tarafından da hürmetle anılan bir “cevher insan”dır. İstanbul’un mânevi fatihidir. Ve harap halde ele geçirilen şehri yeniden inşa eden aksiyonun merkezidir. Ayrıca Eyüb Sultan’ın kayıp kabrini keşfeden bir büyük velidir.
O kadar büyüktür ki, huzurunda Fatih bile erimekte, tiril tiril titremektedir. Fatih’in, Vezir-i Âzamı Mahmud Paşa’ya şikâyeti meşhurdur: “Bu pîre (Ak Şemsüddin’e) hürmetim ihtiyarsızdır. Yanında heyecanlanırım, ellerim titrer.”
Ak Şemseddin için Sultan İkinci Mehmed bir şahıs değil, bir semboldü. Zira Hoca, cihanın, yeniçağa talebesinin yüreğinden geçilebileceğini biliyordu.
Sultan İkinci Mehmed küçük yaşlarında iken hocası Molla Ak Şemseddin kulağına eğilir ve başarının en önemli kuralını fısıldardı: “Nereye gideceğini bilmeyen yolda kalır, nereye gideceğini belirle!”
Birlikte bir hedef belirlendi: “Kostantiniyye mutlaka fethedilecektir!”
Ak Şemseddin hedef tespitinden sonrasını da söyledi:
“Dağ ne kadar yüksek olursa olsun, yol onun üzerinden geçer. Sen dağ olmaya heveslenme, asla gururlanma; yol ol ki, herkes senin üzerinden geçerken, sen dağların ve surların üzerinden geçesin.”
“Hocam, ya şartlar elverişli olmazsa?” diye sordu. Ak Şemseddin hiç duraksamadan cevap verdi:
“Şartlara teslim olmazsan şartlar değişir, sana teslim olurlar. Çok çalışır, çok dua eder ve çok istersen Allah’ın rahmeti tecelli eder, rahmet tecelli ettiğinde nice olmazlar olur.”
Ve Sultan İkinci Mehmed, günü gelince, çocuk yaşına bakmadan öncelikle Bizans’ın fethini düşleyip sonrasında konuşmaya başladı.

Tecrübe mi, tecrübesizlik mi?
Çandarlı Halil Paşa, gencecik padişahın niyetini duyar duymaz telaşlandı. Sadrazamdı. Sadrazam olarak genç padişaha yol göstermek gibi bir sorumluluğu vardı. Bu çocuk (Padişah) bir çocukluk edip Bizans’ın üzerine yürümeye kalkarsa, alimallah Osmanlı mülkü pây-mâl olabilir, hatta elden gidebilirdi. Ümmet-i Muhammed’i bir aceminin acemiliğine kurban etmeyecekti. İkaz görevini yapacak, kelle pahasına olsa bile Padişahı bu maceradan vazgeçirecekti.
Bir gün hışımla genç padişahın huzuruna girdi ve selamı bile unutup sordu:
“Sen ümmet-i Muhammed’i hisar önünde telef etmek mi istersün?”
Genç Hünkâr, baba yadigârı Sadrazamının öfkelenmesinin sebebini az çok tahmin etmişti. Fakat ağzından duymak istiyordu:
“Kangi sebepten ümmet telef olubdur koca vezirum?”
“Bizans’ı feth itmeğe and virmişsün. Ümmetun telefatine başkaca sebep ne lazım?”
“Beli, and virdük. Ya biz Bizans’ı, ya Bizans bizi alacak dedük! Bir mahzuru mu var?”
“Elbette!” diye cevap verdi Sadrazam, konuşurken uzunca sakalı titriyordu: “Elbette ki mahzuru var, olmayacak duadır ki, akl-ı selim olmayacak duaya hiç bir vakit âmin dimez.”
Sultan İkinci Mehmed gülümsedi:
“Kangi duayı kabul edeceğini ancak Hak Tealâ bilür. Biz sadece arzımızı yapar hükm-i İlâhiyi râm olub bekleriz.”
Kalktı, Sadrazamına doğru birkaç küçük adım attı. Gözlerine baktı:
“Her daim dimez misin ki, kul kısmı gaza yolunda elinden geleni yapmakla mükelleftur. Biz dahi muştunun (fetih müjdesinin) tahakkuku cihetinde say edeceğiz. İnşaallah-ü Tealâ fetih mukarrerdir.”
“Nereden belli ki?”
“Doğru, henüz belli değil. Zaten teşebbüs olmadan tahakkuk olmaz. Biz dahi teşebbüs üzereyiz.”

Hedefi olanın gücü de olur
Koca Sadrazamın aklı bu işe bir türlü yatmıyordu. İkna olmamıştı.
“Baban alamadı, ondan öncekiler de alamamıştı, sen nasıl alacaksın?” dedi hafiften alaycı.
Genç hükümdar hışımla pencereye döndü. Bir süre yeniçerilerin koşturmasını seyretti. Onlar fethe inanıyordu. Ama yaşlı Sadrazamını henüz inandıramamıştı.
Yüreğine ince bir sızı girdi. Bir an için endişelendi. Ne de olsa yaşlı Sadrazamın müthiş bir tecrübe birikimi vardı. Onbeş yaşından beri devlet hizmetindeydi. Kendisi ise onbeş yaşını geçeli ancak birkaç yıl olmuştu. Bu açıdan şartlar aleyhine görünüyordu.
Fakat şartlara teslim olmayacaktı. Çandarlı’ya döndü:
“Bak a vezirim” diye söze başladı, öfkesini tereddüdüne sarıp yutkunarak; “Ben ne babama benzerim, ne babamdan öncekilere. Şimdiki zaman başkaca zamandır. Çaresi yok fetih olacak. Peygamberim Muhammed’in müjdesini Sultan Muhammed gerçekleştirecek.”
İhtiyar Sadrazam, tezini savunma kararlılığı içinde tek geri adım atmadı:
“O zaman bil ki, bunun mes’uliyeti tamamıyla sana aittur, çünkü akıbeti hayır görmüyorum. Bizans İmparatoru ünvanını alayım derken, korkarım padişahlıktan da olacaksın. Bu ne hırs!”
Padişah ilk defa öfkelendi: “Hırs değil iman!” diye bağırdı, “Dedik a, ya biz onu, ya o bizi! Hakikatli hükümdar olmanın başkaca yolu yoktur.”
“Elinde olanla yetinsen...”
“Elimizdekiyle yetinirsek elimizde olan da gider Çandarlı, ne belledin! Zirvede durulmaz, ya devamlı tırmanırsınız, ya da aşağı kayarsanız. Ben gencim, tırmanacağım!”
“İmkânsız” diye dudak büzdü Çandarlı Halil Paşa.
“Neden koca vezir?”
“Çünkü surlar çok muhkemdir, muhkem surları yıkacak cesamette (büyüklükte) topumuz yoktur.”
Genç hükümdarın karşısına yine şartlar ve sebepler çıkmıştı. Ak Şemsüddin Hoca’nın sözlerini hatırladı. Gülümseyerek sordu:
“Surları yıkacak toplar günün birinde yapılacak mı?”
“Evet” dedi Sadrazam, “günün birinde elbet yapılır.”
Genç hükümdar kükredi: “İşte o gün, bugündür vezirim! Şahi toplarını yapacak zenaatkâr da biziz, Bizans’ı alacak Hünkâr da biziz!”

Ve bir terkibin izleri
Ne demişti Ak Hoca:
“Şartlara teslim olmazsan şartlar değişir, sana teslim olurlar. Çok çalışır, çok dua eder ve çok istersen Allah’ın rahmeti tecelli eder, rahmet tecelli ettiğinde nice olmazlar tahakkuk eder. (gerçekleşir)”
Şartlar değişti, Bizans teslim oldu, çünkü hedefine yüreğini kilitleyip emeğini yüreğinin yanına koyan gencecik Padişah rahmetin tecellisini hak etmişti.
Rahmet indi, fetih gerçekleşti.
Müverrih Tursun Bey, kendi adını taşıyan tarihinde der ki:
“Çün erkân-ı devlet vü mülâzımân-ı hazret kal'anun kapularun açdılar, Sultan Mehemmed-i Gâzi, Hazret-i Muhammed-i Arabî aleyhi efdalü's-salavât, Burâka binüp seyr-i cennet ider gibi, ulema ve umerâsı ile kal’ayı (İstanbul’u) teşrif buyurdu.”
“Fetih ekseni” bir birini tamamlayan üç “âbide insan”dan oluşuyor. Biri Fatih Sultan Mehmed, ikincisi Ak Şemseddin, üçüncüsü Ulubatlı Hasan...
Bu terkipte Fatih adaleti, asaleti, liyakatı ve devleti; Ak Şemseddin hikmeti, himmeti, rahmeti; Molla Gürani ile Molla Hüsrev milleti, şeriatı, ilmi; Ulubatlı Hasan ise izzeti, cesareti ve himmeti temsil etmiştir.
Millet bu terkibi yeniden bir araya getirebilirse başka biçimde fetih yolları tekrar önünde açılacaktır.



* http://www.moraldergisi.com/makale.php?mid=451 sitesinden alıntı.

Alemlerin efendisi Hz.Muhammed (sav) efendimize salâtu selam ile... Rabbime emanet olunuz Selam ve Dua ile.. Ebrar

10 Ağu 2008

DİN’de REFORM YOKTUR

5.Ağustos 2008 mehmet selim polat

REFORM VE İSLAMİYET

İslam aleminde “reform” 18. asırda gündeme getirildi. Hıristiyan ülkeler özellikle İngiltere, asırlardır yaptıkları mücadelede kaba kuvvetle “Haçlı Seferleriyle” bir yere varamayacaklarını anlayınca, reform fitnesini soktular müslümanlar arasına. Netice alabilmek için de 150 yıl gibi uzun bir süre koydular.

Bu süre içinde içerden elde ettikleri veya el altından destek verdikleri; Abduh, Reşid Rıza, Kursavi, Ş. Mercani, Musa Carullah, Efgani, Hasan el Benna, S. Kutup, Mevdudi, M.İkbal, Hamidullah gibi kimselerle reformu, yenilikleri devamlı gündeme getirdiler.(Herkes tarafından bilindiği için bunların günümüzdeki uzantılarını yazmaya lüzum görmedim.) Şunu tespit etmişlerdi:

“İslamda birliği sağlayan; alimler, mezhepler ve bunların yazdıkları temel fıkıh kitaplarıdır. Bunlar devre dışı bırakılmadıkça netice almamız mümkün değildir. Bu da ancak reformla, İslamın zamana göre yorumlanmasıyla devre dışı bırakılabilir”. Son zamanlarda yine aynı maksatla gündeme getirilen,”Dinde yenilik, yenileme, hurafelerden temizleme” yaygaraları ile yapılmak istenen, dinde reform hareketidir. Tepki görmesin diye bu kılıfta sunuluyor. “Reform” nedir, ne değildir? Buna bir bakalım:

Reform, ıslah etmek, bozulmuş bir şeyi düzelterek, eskiyi doğru haline getirmek demektir. Hıristiyanlık bozulduğu için reform yapıldı. Müslümanlık bozulmadığı için böyle bir hareket bozmak olur. İslamiyet her çağa uygundur, reforma ihtiyacı yoktur.

Şunun bunun adına, menfaat adına konuşmayan herkes bunun öyle olduğunu bilmektedir. Bir zamanlar komünizmin fikir babası meşhur fikir adamı Roger Garaudy “Niçin İslâmı seçtiniz? sorusuna “İslâmı seçmekle çağı seçtim” şeklinde cevap verdikten sonra şöyle devam ediyor: “İslam, çağları arkasında sürükleyen bir dindir. Diğer dinler ise, çağların arkasında sürüklendi. İslam dışındaki bütün dinler zamana uyduruldu. Reforma tabi tutuldu. Mukaddes kitablar zamana göre tahrif edildi. Kur’an-ı kerim ise, indirildiği günden beri hep zamana hükmetti. O, zamanı değil, zaman onu izledi. Zaman yaşlandıkça o gençleşti. Bu, çağlar üstü bir olaydır. Bugüne kadar, bunca savaşların bıraktığı korkunç, sosyal, siyasi ve ekonomik sarsıntılardan daha büyük bir olaydır. İslâm, materyalizme de, pozitivistlerin görüşüne de hakimdir. Fakat bunlardan hiçbiri, İslama hakim değildir.”

İslam çağa uymuyor diye reform yapmak isteyenler, bilerek veya bilmeyerek İslamın yıkılmasına yardım etmektedirler. Reform yapmak istiyenlerin ortak özelliği, dinimizin temel fıkıh kitaplarını kabul etmemek, doğrudan Kur’an-ı kerimden hüküm çıkarılmasını savunmaktır.

Halbuki, İslamiyetin bozulmadan bugüne gelmesini sağlayan bu temel fıkh kitaplarımız, Resûlullahın sözlerini ve Eshâb-ı kirâmdan gelen haberleri bildirmektedirler. Hepsi, en salâhiyyetli, yüksek âlimler tarafından yazılmışlardır. Bütün islam âlimlerince sözbirliği ile beğenilmiştir. Asırlar boyunca, hiçbirinde hiçbir değişiklik olmamıştır. Her çağın ihtiyacını karşılayacak kapasitede olduğu için, değişikliğe lüzüm yoktur. Değişiklik yapmak isteyenlerin esas maksadı tamamen ortadan kaldırmak.

Bu temel fıkıh kitaplarını her asrın modasına, gidişine göre değiştirmeye kalkışmak, her zaman için yeni bir din yapmak demek olur. Böyle değişiklikleri, Kur’an-ı kerime ve hadis-i şeriflere dayandırdıklarını iddia etmeleri Kur’an-ı kerimi ve hadis-i şerifleri bilmemenin, islâmiyeti anlamamanın bir alâmetidir. İslâmın emirlerinin, yasaklarının zamana göre değişeceğini sanmak, islâm dîninin hakîkatine inanmamak olur.

Dinde reform istiyenler, temel kitaplara dokunmayıp, yalnız câhil halk arasına yerleşmiş olan hurâfeleri yok etmek isteseler, buna birşey denemez. Böyle yaparlarsa İslâmiyete hizmet etmiş olurlar. Fakat niyetlerinin bu olmadığı, maksatlarının üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olduğu anlaşılıyor.

Reformcular, Avrupa’nın, Amerika’nın bütün âdetlerini, modalarını, ahlâksız, sömürücü, ezici hareketlerini almaya, gençler arasına yaymaya çalışıyorlar. Bu arada, dînimizi üstü örtülecek bir kabahat imiş gibi hiç ağızlarına almıyorlar. Yâhut, altında ezilecek bir yük gibi, ağır ve korkunç görüyorlar. Bazıları da, sağlam bir varlık ve birlik elde etmek için, din lâzımdır. Fakat dîni zamana uydurmalı, islâmiyeti hurâfelerden temizlemeli, diyorlar.

Hâlbuki, Ehl-i sünnet âlimlerinin temel kitaplarında hiçbir hurâfe yoktur. Din câhilleri arasında hurâfeler bulunur. Bunları temizlemek reform ile değil, “Ehl-i sünnet” kitaplarını yaymak, gençlere bunları öğretmekle olur.

Dinde reformcular, islâmiyetin Allah tarafından, Peygamber vâsıtasıyla bildirilmiş bir din olduğuna inanmadıkları hâlde, güzel ahlâkın, iyi geçinmenin ve dünya işlerinde yükselmenin başarılması için, din lâzımdır diyorlar. Milleti, koyun sürüsü gibi kendilerine bağlamak için, dîne yer verecekler. Onları inandıracaklar, fakat kendileri inanmıyacaklardır. Dîni her gün yeni bir kalıba sokabilecekler. Dini kendi gayelerine alet edecekler. Bunlar dine değil din bunlara tâbi olacak. Böyle bir inanca din denilemeyeceğini aklı başında olan herkes bilir.

http://mehmetselimpolat.blogcu.com/1701464/

21 Tem 2008

Günün önemli sözü ...



İnsanları yükselten iki meziyet vardır; erkeğin cesur, kadının iffetli olması.

Bu iki meziyetin yanında bir meziyet daha vardır.

Vatana herşeyini feda etmek kadar bağlı olmak.

Bunlar büyük kahramanlığı, elem ve kedere karşı koymayı doğurur. İşte Türkler, bu çeşit kahramandır...

Napoleon BONAPARTE

11 Tem 2008

Yahudilerin Tevrat Tefsir Kitabı Talmud'dan Alıntılar (18+)

Bir arkadaşımız Yahudilerin Talmud kitabından güzel bir alıntı yapıp bize göndermiş, sağolsun.
Böyle güzel bir sözün kaynağı olan kitabı merak ettim ve biraz araştırdım.
Keşke araştırmasaydım. Yüzüm kızardı.

LÜTFEN AŞAĞIYA ÇIKARDIĞIM TALMUD ALINTILARINI 18 YAŞINDAN KÜÇÜKLER OKUMASIN!

MİDESİ ZAYIF OLANLAR DA OKUMASINLAR.

Talmud: "Yalnız Yahudiler insandır. Goyim (gayri yahudiler, diğer milletler) hayvandır." Baba Batra 114b, Jebamot 61a, Keribot 6b ve 7a.

Talmud: "Goyimin en iyisi bile öldürülmelidir." Avodak Zara 26b, Tosefoth.

Talmud: "Yehova (Allah), bir gayri yahudiye malını iade edeni kesinlikle affetmez" Sanhedrin 76 b-76a.

Talmud: "Bir kuti (gayri yahudi) bir yahudiyi öldürürse cezaya çarptırılır. Fakat bir Yahudi bir kutiyi öldürürse cezaya çaptırılmaz." Sanhedrin 57a

Talmud: "Bir yetişkin, küçük bir kız ile cinsi temas yaparsa bu göze girmiş bir parmak gibi kabul edilmeli. Keza bir çocuk yetişkin bir kadınla temas ederse bu da kadının cinsi uzvuna bir çubuk girmiş olarak kabul edilmeli. Bir çocuk, bir yetişkin tarafından baştan çıkartılıp ırzına geçilirse bu ırza girme hadisesi olarak kabul edilmemeli." Kethuboth 11b

Talmud: "Bir kadın kocasının izni ile -parasını vererek- kendisi ile cinsi bir şekilde alakadar olacak bir şahıs kiralarsa, bunda hiçbir kabahat yoktur. Fakat bu kiraladığı şahıs gayri Yahudi ise bu kabahattir. Zira kazançlı çıkan gayri Yahudidir. Fakat aynı vaziyet, bir Yahudi erkeği ile gayri Yahudi bir kız arasında vuku buluyorsa zararı yoktur." Kethuboth 51b

Talmud: "Dünyada hakimiyet sağlayacak en önemli unsurlardan biri çok üremektir. Bütün yeryüzündeki gayri yahudiler eşektir. O gün geldiği zaman bunlar yer altında kendileri için kazılmış olan yerlere girip ebediyen yer altında yaşayacaklardır" Kethuboth 111b

Talmud: "O adamki kızkardeşi ile beraber yatıp, kendilerini cinsi zevklere bırakırlar ve kız kardeşi bunu şikayet etmez, bunda bir kabahat yoktur. Fakat kızkardeş şikayette bulunursa bu işi tekrarlamaması bu adama bildirilir".

"O şahıs ki daha annesi yaşlı değildir ve babası ölmüştür ve validesi yabancı erkeklerin koynuna girmek istemez ve kendi oğlu ile yatmak ister ve keza oğluda validesi ile yatmak isterse, böyle bir vaziyette eğer bu işler zor kullanılmadan yapılıyorsa,

bize düşen bir vazife yoktur ki oğul evlenme yaşına gelip de başka bir kızla evlenmek talebinde bulunur ve validesi buna mani olmak isterse, oğul kendi karısının cinsi arzularını hem de annesinin cinsi arzularını tatmin etmeli; ta ki validesi başka bir erkek buluncaya kadar." Kethobuoth 76 a

Talmud: "Bir gayri yahudi, Yahudi kızından istifade ederse, bir Yahudi kadınını baştan çıkartırsa bir Yahudi çocuğunu kirletirse, Yahudi umumi kadını ile temas edip kadına parasını vermezse cezaya çarptırılır.

Eğer bir Yahudi umumi kadını kullanıp parasını vermemiş ise parası alınır ve değnekle dövülür, bir Yahudi kadınını baştan çıkardı ise ölünceye kadar taşlanır.

Bir Yahudi kızını kirleten gayri yahudi'nin başı yarım kesilir ve yavaş yavaş öldürülür. Bütün bunlar bilhassa gayri Yahudilerin önünde yapılmalı ki bunlara müthiş bir ibret olsun ve bizim dehşetimiz karşısında titresinler ve Yahudiye dokunmaya bir daha yeltenmesinler." Kethuboth 61b

Talmud: "Elazar şöyle ilave etti: Adem bütün hayvanlar ile çiftleşmiş, fakat Havva'nın verdiği tadı hiç birinde bulamamıştı." Yeboamoth 63a

Talmud: "Yılan Havva'nın içine müthiş bir şehvet sokmuştur". Yeboamoth 103 b

Talmud: "O şahıs ki akrabası kız ile cinsi temas edip bekaret zarını yalnızca gevşetir.

O adamdan şikayet edilmemelidir". Ölmüş kadın ile temas o kadının hayattaki vaziyetinde iken yapılan temas gibi kabul edilir.

Kadın evli ise her ne kadar ölmüş olsa bile gene evli bir kadın olarak kabul edilir ham de ölmüş bir kadınla çiftleşmek meniyi ziyan etmek demektir" Yeboamoth 55 b

10 Tem 2008

Ben darbecinin, zeki, çevik ve aynı zamanda Powerpoint bilenini severim!

Ayışığı, Sarıkız, Eldiven falan derken, darbe jargonumuz baya bir zenginleşti. Zenginleşmesine zenginleşti ama, darbecilerimizin kaliteleriyle ilgili ciddi bir takım endişelerimiz var. Bizim Powerpointçi darbeciler fena çuvalladılar...

Bizler, yani 80 kuşağını oluşturanlar, şöyle kaya gibi duran general yüzlerine alışkınız.
Sebahattin Çelebi
Daha önce de yazmıştım. Bizim zamanımızda öyle günlüklü darbe falan olmazdı. Powerpoint kullanılmaz, direkt olarak mevzuya girilirdi.

Şu bizim "Powerpoint darbecileri" nde ise durum hakketen biraz komik...

Adamlar bir kere, Amerika'ya rağmen darbe yapmaya çalışıyorlar. Türkiye'nin darbe tarihinin çok iyi öğretildiğini düşündüğümüz Harbiye'de tedrisat gören her Türk genci bilir ki, ABD'nin oluru alınmadan darbe marbe yapılmaz, yapılamaz...

Bizim Powerpointçiler ise, anti emperyalist, anti Amerikan pozlarına bürünmüşler bir de bunun üstüne darbe planı yapıyorlar.

Hadi abi onu geçtik, yapsınlar! Mustakbel Genelkurmay Başkanı aleyhine bilgi ve belge toplanır mı?

Amerika yanında değil...

Genelkurmay Başkanı yanında değil...

Peki kimler var?

Toplumun her kesiminden zevat.

Ortam hazırlanacak, halk kızıştırılacak ve darbeye zemin oluşturulacak!

Elin eli kanlı katiline, tecavüzcüsüne "kalabalıklara ateş açma" işi ihale edilecek!

Toplumun etkili kesimleri kullanılarak büyük bir yıpratma operasyonu düzenlenecek!

Ha bir konuda haklarını teslim etmek gerek!

Yukarda Allah var şimdi!

Buldukları isimler gayet akustik. Kulağa hoş gelen isimler. Edebiyat yönü kuvvetli bizim darbecilerin.

Ayışığı...

Sarıkız...

Eldiven...

İyi düşünülmüş, anlam yüklü isimler.

Bir de şu darbe işinden biraz çakozlasalar, hakketen dört dörtlük bir darbe girişimimiz olacakmış!

ABD ile ilişkiden anlama.. ABD'yi anlama...

Çocuklar gibi bir de günlük tut...

Cemal Gürseller, Talat Aydemirler, Muhtıracılar, Kenan Evrenler gördükten sonra, bunlar bizi pek kesmiyor... Alışık değiliz böyle darbe girişimlerine.

Nerede o eski darbeciler azizim!

Nerede!

darbecilere bakin darbecilere.yaziklar ve yuh olsun onlara

ÖZKÖK'TEN ERUYGUR'A ŞOK !



Eruygur'u cin çarpmışa döndüren neydi?
Dönemin Genelkurmay Başkanı Özkök, Org. Eruygur'a Sarıkız darbe toplantılarını Jandarma karargâhında sahne sahne seyrettirmiş.

Yeni Aktüel Dergisi'nin son sayısında yer alan habere göre Org. Şener Eruygur, 2003 ve 2004 yıllarında çeşitli darbe planları yaptı. Cumhuriyet Çalışma Grubu'nu kurdurdu. Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök'ün telefonlarını dinlettirdi. Ama Org. Özkök de boş durmamış, Jandarma karargâhında yapılan darbe toplantılarını izlettirmişti...

2004'ün bahar aylarıydı. Ankara, sıcak gelişmelerle dolu bir kışı geride bırakmıştı. Genelkurmay karargâhı olağan günlerinden birini yaşıyordu. Dönemin Jandarma Genel Komutanı Org. Şener Eruygur, Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök'ün daveti üzerine karargâha gelmişti. Uzunca bir süre sonra Org. Özkök'ün odasından çıktığında Org. Eruygur'un yüzü allak bullaktı. Tansiyonu yükselmiş, ayakları birbirine karışarak makam arabasına kendisini zor atmıştı.

Em. Org. Şener Eruygur'u cin çarpmışa döndüren şey neydi? Ne olmuştu da, daha düne kadar istifasını istemeye hazırlandıkları Em. Org. Özkök'ün karşısında dizlerinin bağı çözülmüştü? O gün karargâhta yaşananlar yıllarca saklı kaldı. Ordunun en üst rütbesindeki iki generalin ne konuştukları sır gibi saklandı. Ancak Yeni Aktüel o günün sır perdesini aralıyor

O gün karargâhta Org. Hilmi Özkök, Jandarma Genel Komutanı Org. Şener Eruygur'a Jandarma karargâhında yapılan darbe toplantılarının görüntülerini izletmişti. Eruygur inkâr edemediği görüntüler karşısında ne diyeceğini bilemedi. Dudaklarından dökülen tek cümle "Karargâhım bana ihanet etti" demek oldu.

Özkök-Eruygur görüşmesi demokrasi dışı yollar arayanlar için sonun başlangıcı oldu. Çünkü Org. Özkök, Org. Eruygur'a yaptıkları işin hukuki yaptırımlarını da hatırlatmıştı. Org. Eruygur yolun sonuna gelmişti. Karargâhına ulaştığında ilk yaptığı iş yol arkadaşlarını toplamak oldu. O gün o saat itibariyle "darbe oluşumu" dağıtıldı.

Özden Örnek yargılanacaktı

Genelkurmay'da o gün ne olduğunu anlamak için biraz geriye, 2002 Kasımı'na gitmek gerekiyor.3 Kasım 2002'de AKP, Türkiye'nin uzun yıllar görmediği bir çoğunlukla seçimleri kazandı. Gözler Genelkurmay'a döndü. 28 Şubat sürecinde kapatılan Refah Partisi'nde yer alan isimler şimdi TBMM çoğunluğunu oluşturuyordu. AKP tek başına iktidara gelmiş, anayasayı değiştirecek milletvekili sayısına ulaşmak üzereydi.

İşte bunun üzerine komuta kademesinde arayışlar başladı. Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök iyimserdi. İlk temennisi "Seçimlerin Türk halkına hayırlı olmasıydı". Ancak daha ilk andan itibaren komuta kademesinde huzursuzluk başlamıştı. Harekete geçildi, Cumhuriyet Çalışma Grubu (CÇG) kuruldu. Bu grubun sekreteryasını Jandarma Genel Komutanlığı yapıyordu. Koordinasyonundan Tuğg. Kadir Ali Esener sorumluydu. Genelkurmay'da ise grup "İkinci Başkan"a bağlı olarak kurulmuş ve çalışıyordu. Ancak bundan Genelkurmay Başkanı Org. Özkök'ün haberi yoktu.

CÇG'nin faaliyetleri ilk yıl sadece izleme ile sınırlı kaldı. Grup "irticanın taktik resmi"ni çıkarmakla meşguldü. Bir kısmı daha sonra kamuoyuna yansıyan pek çok izleme ve fişleme çalışması bu dönemde yapıldı. Grubun atıl kalmasının nedeni kuvvet komutanları arasında birlik olmamasıydı. Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülent Alpkaya ve Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Cumhur Asparuk, Genelkurmay Başkanı Org. Özkök ile birlikte hareket ediyordu. Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Aytaç Yalman da, dönemin en aktif ismi İstanbul'daki Birinci Ordu Komutanı Org. Çetin Doğan'ın karşısında yer almıştı. Bu yüzden Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök'ün eli oldukça kuvvetliydi. Ancak her şey Alpkaya ve Asparuk paşaların emekli olmasıyla son buldu.

Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na atanan Oramiral Özden Örnek ile Asparuk Paşa'nın yerine gelen Org. İbrahim Fırtına, Jandarma Genel Komutanı Org. Şener Eruygur ve Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Aytaç Yalman ile ittifak yaptı. Dört komutan da sertlik yanlısı ve müdahaleden yanaydı.

Gelişmeler 2003 Yüksek Askeri Şura toplantısından sonra hız kazandı. Oramiral Özden Örnek'in hem Özkök Paşa'ya, hem de selefi Bülent Alpkaya Paşa'ya kırgınlığı vardı. Örnek Donanma Komutanlığı sırasında iki defa soruşturma geçirmişti. İlkinde mal varlığı gündeme gelmiş, ikinci soruşturmada ise yargılanmaktan son anda kurtulmuştu. İtalya'dan alınan helikopterler ve deniz karakol uçakları ile ilgili ihalede yapılan usulsüzlükler tam yargı safhasına gelmişken, bilinmeyen eller Örnek Paşa'yı esenliğe çıkarmıştı.

Hem ideolojik, hem de şahsi nedenlerle dört kuvvet komutanı Genelkurmay Başkanı Özkök Paşa'ya cephe almıştı. Birbiri ardına toplantılar yapıyorlardı. En sonunda tek çarenin yönetime el koymak olduğu konusunda anlaştılar. Hemen ardından da "Sarıkız" adını verdikleri darbe planı hazırlandı. Sarıkız, Kıbrıs'tı. AKP hükümeti, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan'ın hazırladığı planı onaylayarak vatana ihanet ediyordu. Bu yüzden devrilmeliydi.

Direnişçilere yardım ettiler

"Sarıkız", Annan Planı'nın Kıbrıs Rumları tarafından reddedilmesi yüzünden akim kaldı. Hemen ardından da dört kademeli yeni bir darbe planı yapıldı; "Ayışığı-1, Ayışığı-2, Yakamoz ve Eldivenli Yumruk." Ayışığı mevcut durumu analiz ediyor ve şekillendiriyordu. Yakamoz organizasyonun nasıl olacağını anlatıyordu. Eldivenli Yumruk ise darbenin adıydı.

Buna göre TBMM dağıtılacak, yedi kişilik konsey oluşturulacaktı. Ancak şaşırtıcı olan konseyin başına geçecek isimdi. Mevcut Genelkurmay Başkanı Org. Özkök, darbecilerle birlikte hareket etmediği için ekarte edilecekti. Darbenin liderliğini, ikna edilebilirse Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer yapacaktı.

Darbe konseyi Danışma Meclisi'ni oluşturacak, ardından da seçim tarihini açıklayacaktı. Ancak bu arada Dışişleri'nden MİT'e, kaymakamlardan yargı mensuplarına kadar bürokraside büyük bir temizlik operasyonu yapılacaktı.

Bu plan büyük bir titizlikle hazırlanmıştı ama darbe yanlılarının gözünü en fazla dışarıdan gelecek tepki korkutuyordu. Darbeciler böyle bir durumda NATO'nun Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında Türkiye'ye müdahale edebileceği endişesi taşıyordu. Darbe planlarında AB ve ABD'yi "Çıyan" ve "Sırtlan" diye isimlendirmişlerdi.

ABD'yi meşgul edebilmek için de mevcut problemlerin büyütülmesinden yanaydılar. Bu yüzden Irak'taki Sünni direnişçilere yardım ediyorlardı. Türkiye gerekirse mihver değiştirecek, ama AKP hükümetinden mutlaka kurtulacaktı.

Başını dönemin dört kuvvet komutanının çektiği darbe yanlıları kendi aralarında da çeşitli sorunlar yaşıyorlardı. "Yetimevi" adını verdikleri Genelkurmay karargâhı en büyük problemleriydi. Çünkü karargâh Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök'ten yanaydı. Özellikle Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın altı darbe planlarında sıklıkla çizildi.

Elimine edilmesi gerekli isimler arasında ilk sırada, şimdi Genelkurmay Başkanı olan Org. Yaşar Büyükanıt geliyordu. Büyükanıt darbe için olur vermiyordu. Jandarma Genel Komutanı Org. Şener Eruygur, Büyükanıt'ı ekarte ederek Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na geçecek, ardından da Genelkurmay Başkanı olacaktı. Rakibini ekarte etmek için de Büyükanıt'ın darbe karşıtlığını kullanıyordu.

Şener Eruygur'un yerine ise dönemin Ege Ordu Komutanı Org. Hurşit Tolon gelecekti. O da Eruygur'un yolunu izleyerek bir müddet sonra Genelkurmay Başkanı olacaktı. Darbe yanlılarının çekinip mutlaka bertaraf edilmesini istediği bir başka isim ise daha sonra Jandarma Genel Komutanı olan Org. Fevzi Türkeri idi. 28 Şubat'ın en keskin isimlerinden Türkeri, Eruygur için fazla "yumuşak"tı. Darbe planlarında Büyükanıt'a zaman zaman "Abide", zaman zaman da "Boğazlar" adı uygun görülmüştü. İkinci Ordu Komutanı Org. Fevzi Türkeri'nin lakabı ise "Dağlar"dı.

Cumhuriyet televizyonu kuruldu

3 Mart 2004, dört kuvvet komutanının düğmeye bastığı gündü. Hilafetin Kaldırılması'nın yıldönümünde, Şener Eruygur, Aytaç Yalman ve Özden Örnek eşleri ile birlikte kamuoyunun önüne çıktı. İbrahim Fırtına o gün bir şehit cenazesi için Konya'daydı. Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök ise yurtdışına gitmişti.

Toplantı Atatürkçü Düşünce Derneği öncülüğünde gerçekleştirildi. Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün toplantı için odanın en büyük salonunu tahsis etmişti. KKTC eski cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'tan İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'e, ATO Başkanı Sinan Aygün'den ADD Genel Başkanı Ertuğrul Kazancı'ya kadar tüm ulusalcılar toplantıdaydı. Komutanları sayısı 7 bine ulaşan bir topluluk ayakta alkışladı.

Ancak başta Doğan Grubu olmak üzere basın bu toplantıyı görmedi ya da çok küçük gördü. Vatan gazetesi hariç. Onlar toplantıyı sürmanşetten verdi. O yüzden Doğan Medya Grubu'nun adı darbe planlarında "Kara Doğan" olacaktı. Bu grubun desteğini sağlamak için de eski cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e yakınlığı ile bilinen Mustafa Özkan devreye sokuldu. Özkan'la askerler adına görüşen isim Özden Örnek'ti.

Komuta kademesi medya desteğinin öneminin farkına varmıştı. Bu desteği alabilmek için sürekli gazetecilerle görüşüyorlardı. Bunlar arasında en önemli isim, Çukurova Medya Grubu'nun başkanı olan Tuncay Özkan'dı. Özkan o dönemde, başta Aytaç Yalman olmak üzere tüm komutanlar ile defalarca görüştü. Ancak bu görüşmeler Özkan'ın Çukurova Medya Grup başkanlığından alınmasını engelleyemedi. Özkan'la birlikte emekli Org. Kemal Yavuz ve Yavuz Gökalp Yıldız da gruptan gönderildi. Çukurova Grubu'nun patronu Mehmet Emin Karamehmet Ankara'ya çağrılmış, sert bir dille uyarılmıştı. Karamehmet daha fazla direnemeyeceğini anlayınca çareyi Tuncay Özkan'ı göndermekte buldu.

Özkan'a bunun üzerine bir televizyon kanalı kurma görevi verildi. Özkan önce İstanbul Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna'nın televizyonunu almaya çalıştı. Ancak bu satış işlemi gerçekleşmeyince Kanaltürk'ü kurdu. Darbe planlarında bu televizyonun adı "Cumhuriyet Televizyonu" olarak geçmekte.

Tam bu gelişmelerin yaşandığı günlerde, 3 Şubat 2004'te, CIA, Ankara'daki üst düzey bir görevlisiyle istihbaratı uyardı. Özkök'e karşı "çok ciddi fiziki bir eylem" yapılacaktı. Eylem Ankara Merkez Garnizon Komutanı Tümg. Fehmi Büyükbayram'ın yoğun çabalarıyla sonuçsuz kaldı. Tümg. Büyükbayram, Özkök'ün yol güzergâhını değiştirerek, yoğun güvenlik önlemleriyle girişimi akamete uğratan isim oldu.

Darbeciler her şeyin yolunda olduğunu düşünürken bu yaşananlardan hem MİT'in, hem Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı'nın, hem de Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök'ün haberi oldu. Hükümet de gelişmeleri günü gününe takip ediyordu. Jandarma Genel Komutanlığı karargâhında yapılan toplantılar görüntülü olarak Özkök Paşa'ya iletiliyordu.


10.Temmuz.2008 12:50:42

7 Tem 2008

HRİSTİYAN DÜNYA'YI SARSACAK BELGE!

kıyılarında bulunduğu sanılan ve bilimsel inceleme altına alınan yaklaşık bir metre boyundaki taş yazıt, Hıristiyanlığı sarsabilir.


Uzmanlar, yazı karakterlerinin Hz. İsa'nın doğumundan önceki yüzyıla işaret ettiğini doğruladı. Kimyasal analizden de benzer bir sonuç çıktı.

Kırık taştan yapılan çeviri doğruysa, 2100 yıl öncesinin Yahudi toplumunda da Hz. İsa'nın çizdiği Mesih portresine yakın bir kurtarıcının beklendiği, yani Hıristiyan teolojisinin vaaz ettiğinin aksine "acı çeken Mesih" kavramının Hz. İsa ile birlikte başlamadığı kanıtlanabilir.

New York Times, "Mesihle ilgili ifadeler gerçekten taşın üstünde yer alıyorsa, Hz. İsa konusunda son dönemde hem kamuoyunda, hem de akademisyenler arasında yeniden şekillenen görüşlere katkı yapılmış olacak. Çünkü İsa'nın ölümü ve dirilişiyle ilgili hikayenin orijinal olmadığı, o dönemin Yahudi geleneğinin bir parçası olduğu ortaya çıkacak" yorumunu yaptı.

İbrani Üniversitesi profesörlerinden Yehezkel Kaufman da, "Üç gün sonra diriliş motifi, akademik literatürün neredeyse tamamına aykırı bir biçimde, Hz. İsa'dan önce geliştirilmiş bir kavram haline geliyor. Yani Hz. İsa ve havarileri, daha önce var olan bir mesih öyküsündekileri hayatlarına uyarlamakla kalmışlar" dedi.

HRİSTİYANLAR ŞOKE OLACAK
California Üniversitesi'nde Tevrat kültürü profesörü olan Daniel Boyarin, "Bazı Hıristiyanlar bunu şoke edici bulacak, kendi ilahiyatlarının benzersizliğine bir meydan okuma olarak görecekler" dedi.

Yaklaşık 10 yıl önce bulunan tablet, Ürdünlü bir antikacının eline geçti. Tableti son olarak İsviçre'de yaşayan İsrail vatandaşı bir koleksiyoner satın aldı. Birkaç yıl önce tableti inceleyen ve önemini keşfeden İsrailli akademisyen Arda Yardeni, geçen yıl bu konuda bir makale yayımladı. Yardeni, ilk tepkisinin, "Taşa yazılmış Kumran metinleri bulmuşsun" şeklinde olduğunu söylüyor.

60 yıl önce yine Lut Gölü yakınında bir mağarada bulunan parşömen tomarlarına yazılı Kumran Metinleri, bugün hala tartışılıyor. Hz. İsa dönemindeki bir Yahudi mezhebi olan Essenilerin inançlarını Tevrat'a yakın bir dille anlatan Kumran Metinleri ile ilgili bir konferans, dün Kudüs'teki İsrail Müzesi'nde yapıldı. Kumran Metinleri ile yaşıt olduğu sanılan tablet de, bilimadamları ve ilahiyatçılar tarafından masaya yatırıldı. Gelecek birkaç ay içinde tablet hakkında birçok yeni bilimsel makale yayımlanacak ve "Cebrail Vahyi" ile ilgili tartışma büyüyecek.

DİRİLİŞ MİTİ İSA'DAN ESKİ Mİ
Lut Gölü kıyısında bulunan taş bir tablet, dinler tarihini değiştirebilir. Hz. İsa'nın doğumundan yüz yıl kadar önce yazıldığı sanılan tablette, Cebrail'in ağzından, "öldükten üç gün sonra dirilecek bir mesih"ten bahsediliyor. İbranice 87 satırın yer aldığı tablette kırıklar olduğu için tercüme tartışmalı.

Hıristiyan ilahiyat çevrelerini karıştıran tablet ile ilgili ilk çeviriler doğruysa, Hz. İsa'nın ölümü ve yeniden dirilişiyle ilgili öykünün orijinal olmadığı, doğumundan önce de Yahudi çevrelerinde anlatıldığı kesinleşecek. Böylece İncil'in yeniden yorumlanması gerekecek.

SON AKŞAM YEMEĞİNİN ANLAMI BAŞKA
Tablet, Son Akşam Yemeği'ne de yeni bir boyut getiriyor. İsrailli Prof. İsrael Knohl şöyle açıklıyor: "İncil'de Hz. İsa ölümünden önce çekeceği acılara dair birçok öngörüde bulunur. İlahiyatçılar bunların İncil'e sonradan eklenmiş olabileceğini, çünkü Hz. İsa'nın zamanında 'acı çeken Mesih' kavramının olmadığını söylüyorlardı. Oysa bu tablet bunun varlığını kanıtlıyor. Hz. İsa'nın misyonu, Romalılar tarafından idama çarptırılarak, kavminin gelecekte alacağı intikama zemin hazırlamaktı. Bu yüzden son akşam yemeğinin anlamı da tamamen farklıydı. Orada kendi kanını feda etmesi başkalarının günahları için değil, İsrail'in kurtuluşunu sağlamak içindi."

KIRIK TABLETTE NE YAZIYOR
İsrailli bilimadamlarının "Cebrail Vahyi" adını verdiği tabletteki 87 satır kazınarak değil, mürekkeple yazılmış. Bu nedenle silinmiş yerler ve taşın kırılmasından dolayı ancak tahmin edilerek okunabilen bölümler var. Metnin çoğunda, Cebrail'in ağzından bir kıyamet günü tasviri yapılıyor.

Uzmanlar özellikle 80. satır üstünde duruyorlar. Bu satırın "Lışloşet yevmin" (Üç gün içinde) ifadesiyle başladığı kesin ama sonrasını okumak güç. Bunu başaran, Kudüs'teki İbrani Üniversitesi'nin Kitab-ı Mukaddes araştırmaları bölümünden profesör İsrael Knohl oldu. Knohl'un yorumu, birçok bilimadamı tarafından da kabul ediliyor. Buna göre, cümlenin devamında "hayeh" (hayat) sözcüğü geçiyor. Cümle tamamlandığında, "Ben, Cebrail, sana emrediyorum ki, üç gün içinde yeniden hayata döneceksin" ifadesi oluşuyor. Bir sonraki cümlede, Cebrail'in hitap ettiği kişinin, "prensler prensi" olduğu görülüyor. Bu ifade, Tevrat'ta da geçiyor. Bununla Yahudilerin lideri olan ve üç gün içinde yeniden dirilecek biri kastediliyor. Knohl, bu kişinin, Hz. İsa'nın doğduğu gün ölen "zalim" Yahudi kralı Herod'un ordusunda bulunan Simon adlı bir komutan olduğunu savunuyor. Buna göre metni de Simon taraftarlarından biri yazmış olabilir.

4 Tem 2008

Irlandalilarin Osmanlilara Tesekkuru

Lozan'da bizimle alâkali muzakereler yapilirken Yahya Kemal de orada imis. Avrupali butun delege ve temsilciler bizim aleyhimize oy verirken, sadece Irlanda temsilcisi her oylamada bizim lehimize parmak kaldiriyormus. Bu durum sairimizin dikkatini cekmis ve bir firsatini bulup kendisine; 'Herkes bizim aleyhimizdeyken, siz her seferinde lehimize oy kullaniyorsunuz; bunu nicin yapiyorsunuz?' diye sormus. Irlandali Yahya Kemal'in yuzune soyle bir bakmis ve; 'Boyle yapmaya mecburum. Benim gibi her Irlandali da buna mecburdur. Biz bir yandan aclik ve kitliktan kirilip, bir yandan salgin hastalikla bogusurken (1845-1849) diger Avrupalilardan hicbir yardim ve destek gormedik. Ama sizin Osmanli dedeleriniz, yardim olarak hem para hem de gemiler dolusu erzak gonderdiler. O zor gunlerde bize insanca, dostca uzanan eli asla unutamayiz. Siz her zaman desteklenmeye lâyik bir milletsiniz; bunu cok iyi hak ediyorsunuz!' diye cevap vermis."



Bu menfî durumlardan sonra bir milyona yakin Irlandali Amerika'ya goc etmistir. Hattâ bunlardan bazilari Amerika'da Cumhurbaskani bile secilmistir.



Kokleri Irlanda'ya dayanan Amerikan Baskanlari:



1- Andrew Jackson, 7. Baskan (1829-1837)

2- James Knox Polk, 11. Baskan (1845-1849)

3- James Buchanan, 15. Baskan (1857-1861)

4- Ulysses S Grant, 18. Baskan (1869-1877)

5- Chester Alan Arthur, 21. Baskan (1881-1885)

6- Grover Cleveland, 22. ve 24. Baskan (1885-89, 1893-97)

7- William McKinley, 25. Baskan (1897-1901)

8- Woodrow Wilson, 28. Baskan (1913-1921)

9- John Fitzgerald Kenndy, 35. Baskan (1961-1963)

10- Lyndon Baines Johnson, 36. Baskan (1963-1969)

11- Richard Milhous Nixon, 37. Baskan (1969-1974)

12- James Earl Carter, 39. Baskan (1977-1981)

13- Ronald Wilson Reagan, 40. Baskan (1981-1989)

14- George Herbert Walker Busch, 41. Baskan (1989-1993)

15- William Jefferson Clinton, 42. Baskan (1993-2001)

16- George W Busch, 43. Baskan (2001-....)



Irlanda'yi kasip kavuran kitlik doneminde, Osmanli Devleti'nin yaptigi nakdî ve aynî yardimin hatirasina gectigimiz mayis ayinda Dublin'e yetmis mil uzakliktaki Drogheda sehrinde toren yapilarak, o doneme ait tarihî bir binaya sukran plâketi asildi.



Tarihî bilgi ve belgelere gore iki milyon Irlandalinin goc etmesine ve olumune sebep olan aclik ve kitlik felâketi sirasinda Sultan Abdulmecid, Irlanda halkina on bin sterlin yardimda bulunmak istedigini bildirir. Fakat kendi topraklarina dâhil bulunan bu bolgeye sadece iki bin sterlin vermeyi kararlastiran Ingiltere Kralicesi Victoria, Istanbul'daki buyukelcisi vasitasiyla, Sultan'in teklifine karsi cikar ve neticede Osmanli bagisi bin sterline iner. Sultan Abdulmecid bunun uzerine Irlanda'ya tahil yuklu bes gemi gonderir. Fakat Ingilizlerin Dublin Limani'na sokmadiklari erzak dolu yardim gemileri, yuklerini Drogheda Limani'na bosaltir (1847). Bu donemde Ingiltere ve kita Avrupasi sanayi devriminin getirdigi refah ve zenginlik icinde olduklari hâlde Irlanda'ya yardim etmezken, Osmanli'nin hem maddî sikinti icerisinde, hem de cok uzak bir cografyada olmasina ragmen insanî yardimda bulunmasi burada dikkat edilmesi gereken onemli hususlardan biridir.



Iste, bu hâdisenin hatirasina Drogheda Belediyesi'nce yaptirilan sukran plâketi, 150 yil once Turk gemicilerin misafir edildigi eski belediye sarayinin duvarina (simdiki Westcourt Oteli) cakildi. Duzenlenen torende konusan Irlanda Buyukelcimiz Taner Baytok, hâdiseyi The Threshold dergisinde, Thomas P. O'Neill imzasiyla 1957 yilinda yayimlanmis yazidan ogrendigini soyledi.



Baytok, Irlanda asilzâdelerinin padisaha gonderdikleri ve hâlen Topkapi Sarayi Muzesi arsivinde muhafaza edilen tesekkur mektubunun da bu Osmanli yardimini dogruladigini belirtti. Mektupta soyle deniyordu: "Asagida imzalari bulunan biz Irlanda asilzâdeleri, beyefendileri ve sâkinleri, Majesteleri tarafindan, aci ceken, kederli Irlanda halkina gosterilen comert hayirseverlik ve alâkaya en derin minnetlerimizi saygiyla takdim eder ve onlar adina Majesteleri tarafindan Irlanda halkinin ihtiyaclarini karsilamak ve acisini dindirmek uzere comertce yapilan bin sterlinlik bagis icin tesekkurlerimizi arz ederiz."



Kralice Victoria'nin, kendi topraklarina dâhil bir bolgeden yukselen cok âcil yardim cagrisina karsi yapilmak istenen nakdî yardimi engellemesi ve bunu onda bire dusurmesi ibret verici bir vakaydi. (Maalesef dunyanin baska yerlerinde gunumuzde de benzer hâdiselere rastlamaktayiz.) Buna karsilik Osmanli Sultani'nin, siyasî surtusmeleri ve nakliye gucluklerini de goze alarak, dort bin kilometre uzaga tahil yuklu gemiler gondermesi, buyuk bir âlicenaplik ornegiydi. Buyukelcimiz Baytok, Avrupa'da demokratiklesme ve insan haklari konusunda haksiz tenkitlere mârûz kaldigimiz bir sirada gerceklesen bu sukran plâketi torenini, Turklerin insan sevgisinin, muhtaclara ve aci cekenlere nasil yardima kostugunun delili olarak degerlendiriyordu. Irlanda halkinin kadirsinas jesti Turk kamuoyunda bir moral tesir saglayacakti.



Drogheda'nin Belediye baskani Alderman Frank Goddfrey de, sehir ambleminin Osmanli hilâl ve yildizi oldugunu hatirlatarak "Sukran plâketimiz, iki ulke insanlarinin dostluk sembolu olacaktir, umidindeyim. Dostumuz Turkiye'yi en kisa surede Avrupa Birligi icinde gormek istiyoruz." dedi. Kitlik ve Aclik Muzesi muduru de, Turk halkina ve Osmanli Devleti'ne minnettar olduklarini vurguladi.



Arsivlerimize bas vurunca, hem Irlanda asilzâdelerinin tesekkur mektubuna, hem de Ingiliz Buyukelciligi'nin o zaman gonderdikleri tesekkur belgesine ulasildi. Bizler icin ve gecmisimiz acisindan iftihar vesilesi bu belgelerin dunyaya duyurulmasi da, bilhassa ulkemiz aleyhine bazi olumsuzluklarin yasandigi su gunlerde cok muhim olsa gerek...



"Geceyarisi Ekspresi" ve "Musa Dagi" gibi asilsiz filmlerle ulkemize iftirada bulunanlara karsi verilecek en guzel cevap, bu hâdisenin belgesel bir film hâline getirilip dostlugun nasil olmasi gerektigini dunya kamuoyuna duyurmaktir. Boyle bir film, tarihî bir hakikati aciklamaktan baska, gelecekte kurulacak dostluk ve munasebetlerin hangi temeller uzerinde sekilleneceginin de bir gostergesi olacaktir.

27 Haz 2008

İSRAİL ŞİMDİ DE KUR'AN-I TEFSİR ETMEYE BAŞLADI




ABD ile ortak yapım
Yahudİ bir profesörün yönettiği çalışma, 'Quranet' isimli siteden 5 dilde yayımlanacak. İsrail Dışişleri Bakanlığı, 'proje'nin amacını 'İslam dünyasıyla Batı arasında bir iletişim köprüsü oluşturmak' olarak açıklasa da İsrail ve ABD'nin 'ılımlı İslam' anlayışına uygun bir adım olacağından kimsenin kuşkusu yok.


Hedef İslam'a sızmak
İslam dünyası, Yahudilerin tefsir yapmaya kalkışmasına sert tepki gösterdi. Nitekim daha ilk örnekler bile çalışmanın gerçek amacı hakkında net fikirler edinilmesini sağladı. Fussilet Suresi'nin 'kötülüğü önlemeyi' emreden 34 ayeti, İsrail mantığıyla 'Gün gelir düşmanın en iyi dostun olabilir' şeklinde yorumlandı!

İSRAİL ŞİMDİ DE KUR'AN-I TEFSİR ETMEYE BAŞLADI
Yapmadıkları bir bu kalmıştı
İsrail, Kur'an-ı Kerim'i tefsir etmek amacıyla bir internet sitesi kurdu. Yahudi bir profesörün yönettiği çalışma, Quranet isimli internet sitesi üzerinden yapılacak

İran Kurân Haber Ajansı İkna'nın Timeturk'ün A bridge between the Islamic world and the West'i kaynak göstererek naklettiği haberden yaptığı alıntıya göre İsrail Dışişleri Bakanlığı, İslam dünyasıyla batı arasında bir iletişim köprüsü oluşturmak için internet üzerinde Kur'an-ı Kerim'i yorumlatıyor. Projede birçok İsrailli Arap da yer alacak. Dünyanın birçok yerindeki Müslüman kişi ve kuruluşlar, İsrail'in bu girişimiyle Kur'an ayetlerini İsrail ve ABD'nin istediği şekilde yorumlatacağı uyarısında bulundu.

Yahudi danışman
Yahudi bir profesör olan Ofer Grosbard'ın yönettiği ve üç Müslüman araştırmacının danışmanlığını yaptığı Quranet isimli projenin hazırlanışında 15 Müslüman akademisyenin yer aldığını vurgulandı. Ber-Sabaa Üniversitesi tarafından ilk nüshası yayınlanan proje İsrail'de geleceği değiştirebilecek en iyi 60 icattan biri olarak Cumhurbaşkanı Şimon Peres'in himaye ettiği ve 13-15 Mayıs tarihleri arasında Kudüs'te düzenlenen Gelecek Ufukları Konferansına da katıldı.

Tefsirin içeriği
İsrail Dışişleri Bakanlığı, Quranet'in kendi alanında tek olduğunu her eğitimci ve aile reisinin bunu bir eğitim aracı olarak kullanabileceğini söyledi. Kullanıcı, sitede yer alan 'index' sayesinde, ilgilendiği eğitim konusuyla ilgili ayetlere ulaşabilir. İsrail Dışişleri Bakanlığı sitesine göre, kitap okura kendisini ilgilendiren terbiye konusunda yardımcı olduğunu, bu konuyla ilgili bir ayeti kerime seçtiğinde konuyla ilgili günlük hayattan kısa bir hikâye göreceğini, böylece en sonunda öğretmen ya da aile reisinin önünde ilgili Kur'an ayetini kullanmak için hissi bir rehber, çocuğuyla konuşurken ayetin içerdiği mesajın bilincinde olacağını ve en sonunda da olup bitenlerin nedenlerini açıklayan eğitimsel-psikolojik bir açıklama ya da analiz elde edecek. Proje hizmetlerini Arapça'nın yanı sıra İbranice, Türkçe, Farsça ve Fransızca olarak sunmayı hedefliyor. İsrail Dışişleri Bakanlığı, Quranet sitesinde yayımlanan tefsire örnek olarak Fussilet Suresi 34. Ayet olan, 'İyilikle kötülük bir olmaz, Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur' ayetinin tefsirini örnek olarak verdi. İsrail tefsirinin bu ayet hakkındaki yorumu ise şöyle: 'Düşmanın gün gelir en iyi dostun olabilir'

Fikir nasıl çıktı?
Dışişleri Bakanlığı'nın sitesinde yayımlanan habere göre, bu projenin fikir babası bedevi öğrenci Büşra Mezarib'tir. Büşra fikrin nasıl ortaya çıktığını şöyle anlatıyor: 'Biz 15 bedevi öğrenci geçen sene master tezimiz için eğitim danışmanlığı konusunu seçmiştik. Hazırladığımız tez arasında Dr. Ofer Grosbard'in verdiği 'Evrimsel Psikoloji'diye bir dersimiz de vardı. Ders normal seyrinde devam ederken hocaya döndüm dedim ki, 'Size bir gerçeği söylememi ister misiniz? Bize öğrettiğiniz hiçbir şeyin bize ne faydası ne de yardımı oluyor'. Hoca şaşırarak 'neden peki?'dedi. Dedim ki; Örneğin ben, yarın eğitim danışmanı oldum diyelim. Biri bana gelse dese ki, 'Beni cin çarptı', ya da bizim müslüman toplumda yaygın olan buna benzer bir şey söylese. Söyler misiniz Allah aşkına bize öğrettiğiniz bu derslerin bu konuda bize nasıl yardımı olacak? Hoca bana, 'Peki sana ne yardımcı olur?'diye sordu. Dedim ki 'Kur'an-ı Kerim'. 'Bana konuyu açıkça anlatsana' dedi. Dedim ki 'Bu konuda bir ayetin Müslümanlar üzerinde yaptığı etkiyi başka bir şey yapmaz'.' Öğrencinin anlattığına göre Ofer bir sonraki derse elinde Kur'an-ı Kerim'in 30 cüzü olduğu halde geldi. 'Bunları bize dağıtarak eğitici ve psikolojik tedaviye yardımcı olacak ayetleri bulmamızı istedi. Bu tarz ayetlerin oldukça fazla olduğunu bilmemiz pek zamanımızı almadı. İnsanı sorumluluk taşımaya, her zaman gerçeği ve doğruyu söylemeye ve başkalarına saygılı olmaya çağıran ayetler o kadar çoktu ki. Sonra Ofer seçtiğimiz ayetlere uygun günlük hayatımızdan birer kısa hikâye yazmamızı istedi. Hikâye aile reisinin ya da öğretmenin (veya eğitimcinin) ayetin mesajını ya da içeriğini çocuğuna nasıl aktarması gerektiğini ortaya koyacaktı. Yaklaşık 300 kadar hikâye toparladık. Ofer ise her hikâyeye kısa ve kolay psikolojik-eğitici bir analiz ekliyordu. İşte buradan Quranet böyle ortaya çıktı.'


Projenin amacı
İsrail Dışişleri Bakanlığı sitesine göre, kitap okura kendisini ilgilendiren eğitim konusunda yardımcı olduğunu bu konuyla ilgili bir ayeti kerimeyi seçtiğinde günlük hayattan kısa bir hikâye göreceğini böylece en sonunda öğretmen ya da aile reisinin önünde ilgili Kur'an ayetini kullanmak için hissi bir rehber olacak, çocuğuyla konuşurken ayetin içerdiği mesajın bilincine varacak ve en sonunda da olup bitenlerin nedenlerini açıklayan eğitimsel-psikolojik bir açıklama ya da analiz elde edecek. Bakanlık, projenin Kur'an-ı Kerim'i modern eğitim metotlarıyla birleştirip İslam Dünyasıyla Batı Medeniyeti arasında bir köprü kuracağını, Kur'an-ı Kerim'in güzelliğini yansıtarak insanoğlunun onurunu ortaya çıkardığını ve insanın onurunu merkeze yerleştirdiğini böylece Kur'an-ı Kerim'i terör amaçlı kullananlara çok iyi bir cevap olacağını iddia etti.


Filistinliler karşı
Öte taraftan, Filistin İslami Hareket sözcüsü Şeyh Zahi Nüceydat yaptığı açıklamada, İsrail Dışişleri Bakanlığı'nın duyurduğu Kur'an-ı Kerim tefsir projesinin çok tehlikeli bir girişim olduğunu bu projenin asıl amacının Kur'an-ı İsrail ve ABD'nin istediği tarzda anlayan Müslüman bir nesil yetiştirmek olduğunu vurguladı. İsrail ve ABD'nin Kur'anı istedikleri kalıba sokma girişimiyle bu hoşgörülü akideden tamamen uzak bir nesil yetiştirmenin amaçlandığını kaydeden Şeyh Nüceydat, konunun ciddi bir araştırma ve incelemeye ihtiyaç duyduğunu İsrailli Bakanlığın çalışmasının Kur'an-ı Kerim için merci olarak sayılan din âlimleriyle danışıldığı anlamına gelmediğini, bunun İsrail'in bir oyunu olduğunu ileri sürdü.


Kuşku duymak gerek
Kahire Ayn Şems Üniversitesi İsrailiyat uzmanı Dr. İbrahim el-Bahravi de yaptığı açıklamada, ' Bu tefsire ilişkin iyi niyetlere güvenmek mümkün değil. Böyle bir tefsirin pazarlamasını yapanların iyi niyetli olduklarını söyleyemeyiz. Dolayısıyla 'gerçeğe ulaşmak için şüphe etmek gerek' prensibini uygulamakta fayda var ' dedi.

Mısır Evkaf Bakanlığı'ndan uyarı
Mısır'ın dini müessesesi Evkaf Bakanlığı yetkilileri, İsrail'in bu projesine karşı müslümanları uyanık olmaya çağırdı. Evkaf Bakan Yardımcısı ve Din İşleri Bölüm Başkanı Dr. Şevki Abdullatif yaptığı açıklamada, 'Bu projenin asıl amacı müslümanlar arasında kutuplaşma sağlamak ve onları İsrail tuzağına düşürmektir çünkü İsrailliler düşünceleri ve planlarıyla örtüşecek ayetleri seçmişler' dedi. Dr. Abdullatif, Vakıflar Bakanlığı'nın birkaç gün içerisinde bu projeye ve içerdiği yalan ve zehirli fikirlere karşı çok net bir cevap vereceğini, ayrıca bu tefsirin İslam Dünyası'nda dikkate alınmasını önlemek için bakanlığın her türlü tedbiri alacağını ve herkesin haberdar olması için bakanlığın internet sitesinde Kur'an-ı Kerim'in bu sahte tefsirinin iç yüzünü ortaya konan bir uyarı yazısı yayınlayacağını söyledi.

Başını çekenler CIA bağlantılı
Burada amaç küreselleşmeyle ekonomik, BOP ya da BİP ile siyasal, peygambersiz bir Müslümanlık ile de kültürel açıdan sömürgeleştirme isteğidir


ABD başta olmak üzere Batılı emperyalist güçler tarafından İslam'ın dilinin tahrif edilmek istendiğini belirten Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ömer Vehbi Hatipoğlu, ' Ilımlı İslam başta olmak üzere, İslam'a yeni kavramlar getirerek İslam'ın dilini, terminolojisini bozmak istiyorlar. Cihad, şeriat, tesettür gibi kavramları İslam lügatından çıkarmak gibi bir takım amaçları var. Peygambersiz bir Müslümanlık, İslamiyet istiyorlar. Bunun başını çeken de ABD'de kendisine sivil toplum kuruluşu denen ancak CIA bağlantılı kurumlar. İslam'ı batı emperyalizminin kıskacına alarak ve yeni şekil vererek müslüman ülkelere empoze etmek istiyorlar. Dolayısıyla yapılmak istenen çalışmanın amacı budur ' dedi. ABD'nin çıkarlarına hizmet edecek bir müslümanlık yaratılmak istendiğini belirten Hatipoğlu şunları kaydetti:

Özel planın parçası
' Daha önce de Furkan-ı Hakim diye bir Kur'an çalışması ortaya attılar. Burada amaç küreselleşmeyle ekonomik, BOP ya da BİP ile siyasal, peygambersiz bir müslümanlık ile de kültürel açıdan sömürgeleştirmek istiyor. Bu saldırılar bildiğimiz misyonerlik faaliyetlerinden çok farklı. Bu ABD'nin gerçekleştirmek istediği özel bir planın parçası.'

Amaçları İslama sızıp çarpıtmak
Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yümni Sezen tefsir konusunda bilimsel açıklamaların ayrı bir konu olmasına rağmen, bu konunun da bir sosyolojik boyutunun bulunduğunu kaydetti. Sezen, 'İsrailiyat yöntemiyle bir tefsir yapılıyorsa buna çok dikkat edilmesi gerekir. İslam'da tahribata neden olur' diye konuştu. İsrailiyat yöntemiyle yapılan tefsirlerin çok büyük hatalarla dolu olduğunu belirten Sezen, 'Şimdi şunu iyi analiz edelim. Peygamberimizin eşi Hazreti Ayşe'nin 9 yaşında olduğunu söylemişlerdir. Böyle bir iddia ortaya atmışlardır. Buna inanmak mümkün değildir. Kaldı ki daha sonra yapılan bilimsel araştırmalar bunun doğru olmadığını en az 16 yaşında olduğunu ortaya koymuştur. Bu tür yönlendirmelerle Müslümanların kafası karıştırılmak isteniyor' dedi. Sezen, şunları kaydetti: 'Bunun adını artık biliyoruz. Ilımlı İslam ya da başka bir şey deyin, ama İslam'a karşı böyle bir proje var. Bu büyük projenin teolojik kısmı. ABD ve AB bu projeyi hayata geçirmek için teolojik zemin yaratmak istiyor. Bu alanı kullanarak hakimiyet kurmak istiyorlar. Amaç elbette ki İslam dünyasının kafasını karıştırmak. Buna yakın aydın kesimleri de ehlileştirerek kendi amaçları için kullanmak istiyorlar.'
Kur'an-ı Kerim tefsirini herkes yapamaz
İsrail Dışişleri Bakanlığı'nın kurduğu sitede sözde Kuran'ı Kerim tefsiri yaptırması ilahiyatçılar arasında da tepkiye neden oldu. DP Genel Başkan Yardımcısı ve Diyanet İşleri eski Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz, öncelikli olarak tefsiri görmek gerektiğini belirterek, 'Orada da Müslümanlar yaşıyor, onlara yönelik mi yapılıyor, şu aşamada bilemiyorum. Ancak Kuran'ı Kerim tefsirini herkes yapamaz. Öte yandan batının son dönemde İslam'a bakışı da ortada' şeklinde konuştu.
Haber: Fatih ERBOZ

26 Haz 2008

Kulluk,kölelik ve demokrasi

Bir yazımda söylediğim şu cümlelerime

.

Kölelik ve emir altında yaşamak insanları zamanla köpekler gibi emir sahiplerine sadık köleler haline getirir.

Yani bir tür köpekleştirir ve mutlaka kendisine bir sahip aramaya yöneltir. buldumu da ona iyimi kötümü olduğuna bakmaksızın kölelik edip onu savunur.

İnsan ise asla bir başkasının kölesi olmayı kabul etmez. Bireysel olarak düşünebildiği ve kitleler içinde sürüye katılmadığı için insandır.

İnsanın idam sehpasındaki sonu bile milyarlarca köpeğe köpekliklerini hatırlatan bir insani duruştur.



Cevap olarak bir arkadaşta,



hocam bu kulluk kolelik islerini asagida yapistirdiginiz yazida gecen demokrasi

ozgurlukler vs cercevesinde degerlendirir misiniz? demokrasi ile basladik kolelige geldik

ne oluyoruz? demokrat kul ve kole mi?



Diye sorguluyor. Bu durumda biraz konuyu açmak gerekti sanırım.



Tam açıklığa kavuşturabilir miyim bilmiyorum. Ama anlatmaya çalışayım.

Allah'a kul olanları Allah'ın köleleri olarak düşünürsek eğer.

Onlar içlerinde yani vicdanlarında, işlerinde düşüncelerinde hareketlerinde sadece Allaha karşı sorumlu olduklarını düşünür onun buyruklarına uygun hareket etmeye çalışırlar. Bunda ne kadar başarılı iseler Allahın o kadar iyi bir kulu ( kölesi) ne kadar başarısızız olurlarsa da o kadar kusurlu kulu (kölesi) olurlar.

Allah, Allaha ve resulüne, ana babaya, hakka uygun hükmeden, hüküm sahiplerine itaat etmeyi emir eder. Allahın buyruklarına aykırı olarak ana baba hatta devletin hüküm sahipleri bile emir verse uymamayı emreder. Adil olmayı ahlaklı olmayı ve Allah dan başkasına ilahi kudret izafe ederek putperest olmamayı çünkü hayrın da şerrinde kaderinde ancak Allah'ın hükümleri olduğunu ve daha pek çok şeyi belirtir.

Bu durumda Allahın kulu olan kişi Allahın kullarından, Allahın emir ve direktiflerine uygun yaşayanları dost, karşı çıkanları ve Allah dan başkasına ilahlık isnat edenleri ise dostluğa uygun olmayan ama komşuluk haklarından dolayı birlikte hoşça yaşamak zorunda oldukları kişiler olarak görür. İyilik gördüğünde bunu Allah dan bilip iyiik yapana teşekkür Allaha şükür eder. Bu iyilikte sebep olarak Allah tarafından görevlendirilmiş kişiye de o kişi kendisi bilmese dahi bunu böyle bilerek teşekkür ile Allahın razılığının onunla olması dileklerini iletir. Yani Allaha onun iyiliği için dua eder. Bu durumda Ahlak ve ilminde bir kötülük olmayan değerli insanlara Vatana millete, ümmete yani diğer din kardeşlerine değerli hizmetleri olmuş hayatta olan veya geçmişte yaşamış insanlık hayrına hizmet de bulunmuş kişilere Allah tarafından hayırlı işlerde kullanıldığı için onlara saygı duyar ve haklarında Allaha dua ederek razılığını beyan eder. Ama asla onlara kendilerinde bir güç kuvvet vardı da kendi yaptı diye itibar etmez. Aslında tüm kulların hepsinin de aciz olduğunu ve Allahın dilemesi dışında kendilerine dahi bir fayda ve zarar veremeyecek durumda olduklarını bilir.

Herkes kendi kaderinin mahkûmu dur ve Allahın dilmesi dışında kul kendi kaderini değiştiremez. Bu yüzden insanların Allah tarafından peygamberlik görevi verilmiş İsa as.'ı bile bir kul olduğunu unutup onları Allahın hükmünden koruyabilecek bir kişi olarak algılamaları ona ulûhiyet isnat etmeleri hak yoldan kayıp hak ile batılın karıştırılması sureti ile dinin kaynağından çıktığı safiyetinin bozulması olarak görülür.



Bunun gibi peygamber dahi olmayan bir liderin büyük işler yaptığını farz ederek onu güç ve kudret sahibi zan ederek bu işleri kendisi yaptı şeklinde algılamak.

Onu Allahın hükmü dışında bir şey yapabilecek bir kimlik ile görmek ise ona uluhiyet isnadı ve kulluk tur.

Mesela ülkemizde Atatürkçüler Atatürk'e peygamberlik gibi bir şey izafe etmezler. Onu kendi kitabını kendisi getirmiş bir ilah olarak kabul eder ve Allah'ı inkar da kullanırlar. Onun Kabrine Müslümanların evliya türbelerine gidip Allaha yarabbi bu hayırlı kullarını içerisine aldığına inandığım sevgi ve rahmetinin çemberine bizleri de sevginle ve merhametinle kabul et demeleri, türbedeki yatana değil ona o izafe edilen hali verene dua etmeleri den dolayı. Kula kulluk değil doğrudan Allaha kulluk Allahın değerli kıldığına Allah rızası için hürmettir. Çünkü o kişiye değil Allaha yönelmektedirler.

Anıtkabire gidenler ise Oradaki artık kendi hesabının derdine düşmüş ve hiç kimseye bir fayda ve zararı dokunması mümkün olmayan müteveffayı.

Bir insanın olamayacağı makamlara yüceltip ona geçmişinde bir ilah olarak imkansızı başarıp bizleri yeniden yaratığını. Bize bir devlet verdiğini bizi kurtardığını ve bu yüzden sonsuza kadar artık bize hiç bir faydası olmayan Allaha değil, geleceklerdeki milyonlarca yıllarda dahi bize ne yapmamız gerektiğini onun getirdiği ve kendisinin bizzat vaaz ettiği kutsal kitabı Nutuktan hükümler çıkararak hareket edeceğimizi beyan ile kendisine kulluk ve ibadet etmek üzere huzuruna gelindiğini ve saygı ile eğilindiğini (Rüku) edildiğini ona rüku etmeyenlerin kafalarını ezmek için sonsuza kadar cihat edeceklerini beyan ile and içerler.

Artık ne bir MV. Ne Bakan, nede CB, Veya yüksek yargıcın huzuruna gelip Allah'ı ve kutsal kitapları terk edip kendisine tapınacağına söz vermedikçe görev yapmasına izin verilmeyeceğini de tadat ederek pagan teokrasilerini ilan edip. İdollerine tapar yada tapar görünüp herkesi tapınmaya mecbur ederler. Ve idol adına her okula bir ikona olarak onun kafasının heykellerini kor. Sabah namazını okula başlayan çocukların onun huzurunda kıyam durdurmak sureti ile eda ederek kendi müminlerini yetiştirir. Ordusunun komutanlarının kendilerini Allah'a tapanlardan koruması için dualar ederler. Yargıçların adaleti değil kendi pagan dinlerini korumasını ve kendilerine bu ayrıcalıkları sağlayan pagan dinlerinin ileri gelenlerini mabetlerinde başrahipleri (üniversitede rektörleri) yerel küçük Kapitollerinde ki alt rütbeli Şamanları, medyadaki koroları ile destekler. Ve değişik tanrılar ile de hayatı daha neşeli ve eğlenceli kılmak için dünyanın müzik ilahlarını futbol ilahlarını sahne ilahlarını, seks ilahelerini, eşcinsellik ve grup seks eğlencelerinin post modern Şamanlarını, dinlerinin açığını kapatmakta kullanırlar.

İşte bunlar kendilerine bu sözde nimetleri kimin verdiğini neden böyle yaptığını sorgulamadan mevcut ilahlara mizaçlarına ve tercihlerine göre yönelir tapınır dururlar. Futbol ilahından hoşlanmazsan gel seni müzik yada sipritizma yada satanist yada spor putlarının dinlerinden birine alalım derler ve herkesin gönüllü kulluk edeceği kendi iç güdülerinde öne çıkmış heva ve heveslerinden idoller mutlaka bulunur. Mesela laikçilik kilisesinin mevcut başpapazı olarak bir partinin liderini, ırkçılık mabedinin başpapazı olarak da Şamanların eşcinsel görünümlü bıyıksız kadın ile erkek arası halini tasvir eden başka bir partinin idolünü tercih edip. Allah dan bağımsızlığınızı ve kullara kulluğunuzu ilan edebilirsiniz.

Bu her ülke ve topluma değişik versiyonları uygulanan bir çoktanrılı idoller düzenidir.

Bu düzenin devamlı İslam ülkelerine saldırdığını görürsünüz. Bunu İslam ülkelerinin elindeki zenginliğe saldırıyorlar sanırsınız ama aslında onlar o zenginliği saldırmadan da sömürecek binlerce yollar bilirler.

Hayır bu idoller düzenini yöneten dünyanın derin kurumları rızkını Allahdan bileni yönetemeyeceklerini bilirler. Ellerindeki parlak oyuncak idoller ve getirileri ile onları satın alamayacaklarını da bilirler. Kurdukları düzenin yegane çözerticisi ve büyülerini bozacak olan Musa as.In asası gibi bir halin sadece onlarda olduğunu bilir ve ve Firavunun doğacağını bildiği Musa as. Mı öldürmek için o zaman aralığında doğan tüm çocukları öldürtmesi gibi. Tüm modern imkanlarına rağmen Afgan dağlarındaki Allah dan başka hiçbir şeyleri olmayan Afgan mücahitlerinden korkar ve onları tıpkı Firavun gibi modern Firavunlar olarak tümüyle imha etmeye çalışırlar.

Demokrasi konusuna gelince, sanırım şu ana kadar insanlığın bulabildiği eğer gerçek bir hukuk düzeni ile takviye edilirse herkesi barış içinde yaşatabilecek tek gerçek birlikte savaşmadan, kavgadan uzak yaşama şansı olduğunu düşünüyorum.

Çünkü asıl olan kimsenin kimseye karışamadığı bir demokrasi düzeni tüm semavi dinleri de, tüm idolleri ve pagan dinleri de hukuk önünde eşit yaşama şartına bağlaması nedeni ile aslında sadece hak yada batıl dinlerini zorla dikte etme imkanını ortadan kaldıracağından Bu durum zaten İslam dininin, dinde zorlama yoktur kuralına da uygun olduğundan İslam ülkelerinde diğer din ve felsefe sahiplerinin gizlenmeden yaşayabileceği bir ortamı tesis edebilecek bir yönetim tarzıdır diye düşünüyorum.

Şuandaki hak ve batıl dinler içinde en fanatik din dogmasının adını gerçek Laikliğe benzeştirmek sureti ile kamufle ettikleri laikçilik dinidir diye düşünüyorum. Günümüz dünyasının batı bölümünde böylesine banal ve yobaz üstelik de ahlaksız ve hukuksuz bir dayatmanın mevcut olmadığı da bilinmektedir.

A.D.Şimşek

24 Haz 2008

Cumhuriyeti kuran gizli komite!

Bırakın 367'yi, üye tam sayısının yarıdan bir fazlası demek olan salt çoğunluk bile yoktu ortada. Hem de Türkiye'nin kaderini değiştiren bir oylama için... Mustafa Armağan yazdı...





Mustafa Armağan

Tarihimizde bu kadar büyük etki yapmış başka bir oylama var mıdır bilmiyorum ama 4 Mart 1925 tarihli Takrir-i Sükûn Kanunu, toplam üye sayısı 287 olan bir TBMM'de sadece ve sadece 122 oyla kabul edilmişti dersem sanırım ne demek istediğimi anlayacaksınız.

Bırakın 367'yi, üye tam sayısının yarıdan bir fazlası demek olan salt çoğunluk bile yoktu ortada. Hem de ne için? Trafik Kanunu için değil, Türkiye'nin kaderini değiştiren bir oylama için.

Sordunuz, biliyorum: Peki bu kanun nasıl meşru kabul edilmişti?

Vallahi orasını pek karıştırmayın, zira o zamanlar Sabih Kanadoğlu olmak biraz cesaret isterdi.

İlk TBMM en sert tartışmaların yaşandığı ve bu yüzden zapt edilmesi çok çok zor olan bir meclisti. Oradan kanun geçirmek, tabiri caizse deveye hendek atlatmak gibiydi. Her üye başlı başına bir devlet organı gibi çalışıyor; mecliste çok ilginç tartışmalar, hatta kavgalar yaşanıyor; savaş yıllarında herkesin beli silahlı olduğu için ateşli tartışmalar sırasında tabancaların çekildiği bile oluyordu.

Milletvekilleri, kelimenin gerçek anlamında milletin vekilleriydi, yani bir partinin kıyağı sayesinde değil, kendi özellikleri ve güvenilirlikleriyle oraya gelmişlerdi ve seçmenlerine karşı derin bir sorumluluk duygusuyla hareket ediyorlardı. Müzakereler uzayınca kanunların çıkması gecikiyor, bu da sistemde aksamalara yol açıyordu.

İşte bu aşamada inkılap tarihi kitaplarımızda sözü edilmeyen gizli bir komite kurulacaktı. Selamet-i Umumiye Komitesi denilen bu gizli örgütün 1922-1923 döneminde demokratik hayatımızı nasıl biçimlendirdiğini ve ardından gelen yine bir gizli komite işi olduğu anlaşılan Takrir-i Sükun Kanunu'yla Türkiye'de çok sesliliğin nasıl bıçak gibi kesilip Metin Toker'in deyişiyle bir 'mezar sessizliği'nin nasıl hakim olduğunu yeni nesle anlatmak lazım ki, tarihin tek bir çizgi halinde değil, uzaktan düzmüş gibi görünen eğri büğrü çizgilerden oluştuğunu görebilsinler.

Peki birinci meclisin bu iş bitirici gizli komitesinin mahiyeti neydi? Kimlerden oluşuyordu? Ve daha önemlisi, neler yapmıştı?

Ahmet Demirel "Birinci Mecliste Muhalefet" adlı değerli incelemesinde komitenin işlevini, önemli meseleleri meclisten geçirmek ve meclis çoğunluğunu denetim altına almak şeklinde özetliyor. Bu komite gizli görüşmeler yoluyla diğer milletvekili arkadaşlarının güvenlerini kötüye kullanarak bir "azınlık tahakkümü" meydana getirmekteydi. 1922 baharında faaliyete geçen komitenin ilk sınavı, Mustafa Kemal Paşa'ya başkomutanlık verilmesi müzakereleriydi. Öyle bir meclis vardı ki karşılarında, Mersin mebusu Selahattin [Köseoğlu] şöyle kükreyebiliyordu Mustafa Kemal'in talepleri karşısında:

"Yüksek Meclis görüşme ve tartışma makamıdır, onay makamı değildir. Buradan millete emrolunmaz. Millet, buradan isteklerini beyan eder. Böyle şeyler görüşme yapılmaksızın geçerse, o zaman Meclis yok demektir. Meclisin şahsına hürmet edilmelidir."

İsmet İnönü hatıralarında Mustafa Kemal'in bu sıkı muhalefet yüzünden iki defa meclisi kapatmayı düşündüğünü ve "Bu iş böyle olmayacak. En iyisi meclisi kapatmak" dediğini aktarır. İşte Selamet-i Umumiye Komitesi çetin meclis denetimini aşmanın bir yolu olarak devreye sokulmuş ve millî iradeyi bazen ikna, bazen baskı ve bazen de tehditle yönlendirmiş görünüyor.

Bunun kanıtını, eski Başbakan Rauf Orbay'ın 1926 tarihli bir mektubunda ve asıl geniş bilgiyi, komitenin kurucularından Dr. Emin Erkul'un 2-3 Mart 1954 tarihli "Vakit" gazetesinde yayınlanan hatıralarında buluyoruz. Erkul, bu gizli komitenin nasıl bir derin devlet gibi çalıştığını içeriden şöyle anlatıyor:

"Birinci Millet Meclisi'nin sonlarına kadar gerek Meclis'e ve gerekse birinci gruba hakim ve nâzım rolünü ifa etmiş olan bu zümreye ancak 35 kişi iştirak etmişti. Bu 35'ler tam bir tesanüt halinde hareket ediyor ve evlerde gizli oturumlar tertip ederek Meclis ruznamesindeki maddeleri müzakereye ve neticeye bağlıyordu. Zümrede verilen kararlar birinci grup müzakerelerinden evvel yakın arkadaşlara telkin ediliyor ve grup içtimalarında müdafaa edilerek grup ekseriyetinin kararına iktiran ettiriliyordu. Bir kere grubun ekseriyeti tarafından kabul edilen herhangi bir mevzu grup toplantılarında muhalif veya müstenkif kalanlar dahi olsa disiplin kavaidi mucibince ekseriyet kararına uyarak Meclis'te ekseriyet temin ediliyordu."

Dr. Emin Erkul'un söylediklerinden çıkardıklarımız şunlar:

1) Gizli komite 1922 baharından 1923 Ağustos'una kadar gerek Meclis'e, gerekse sonradan CHP adını alacak olan Birinci Grup'a hakim olmuş ve onu yönetmiştir. 2) Bu komite 35 kişiden oluşmaktaydı. 3) Tam bir dayanışma içerisinde önemli gündem maddeleri görüşülmeden önce evlerde gizli gizli toplanıyor, kendilerini Meclis yerine koyarak müzakerelerde bulunuyor ve Birinci Grup üyelerine telkinde bulunduktan sonra Meclis'e giriyor ve oturumlarda önceden belirlenmiş taktikleri uygulayarak istedikleri kanunu çıkartıyorlardı.

Bu gizli komitenin Meclis'te zaman zaman terör havası estirdiğini, bazı çatışma ve kavgalarda rol oynadığını ve gerekirse şiddete başvurduğunu, hem organizatörlük, hem de tetikçilik yaptığını söyleyebiliriz. Ne var ki bu ikna veya şiddet eylemleri de bir yerde işe yaramaz olunca, özellikle de Lozan'ı kabul etmeyecekleri anlaşılınca yine bu gizli komitenin baskısıyla Meclis'in kendini feshi ve seçimlere gitmesi gerçekleşecektir. İşte Mustafa Kemal Paşa'nın Çankaya Köşkü'nde İsmail Habib Sevük'e söylediği "Kız gibi bir Meclis yapalım" sözü tam da bu ortamda dillendirilmişti.

İkinci Meclis gerçekten "kız gibi" oldu mu, olmadı mı tartışmalı. Ancak Türkiye'de demokrasinin kesintiye uğramasında en büyük dönüm noktalarından birini teşkil eden Takrir-i Sükûn Kanunu'nun bu Meclis tarafından zoraki kabul edilmesi olayına baktığımızda bu gizli komitenin Tek Parti Dönemi boyunca bir hayalet gibi başımızın üzerinde gezindiğini söyleyebiliriz.

Kim bilir belki hâlâ o hayaleti kovamadık evimizden. Kovulacağına aklınız kesiyor mu?

'Yalçınkaya yalnız değildi'

Nasname'nin 28 Şubat Mağduru yazarlarından Cevdet Akbay, Kapatma Davası ile ilgili şok bir iddia ortaya attı. İddiaya göre Yalçınkaya Google'dan haftasonu delil topladı ancak yalnız değil di? Peki Akbay'ın, doğruluğundan emin olmasa da zikretmekten çekinmediği isimler kimdi? İşte cevabı:




21 Haziran 2008 tarihli yazısının "Yalçınkaya'nın iddianamesinin özeti, 27 Nisan korsan bildirinin genişletilmiş halini andırıyor" başlığı altında şok iddialar ortaya atan Nasname yazarı Cevdet Akbay'a göre cuntacıların hedefinde, "AK Parti ve DTP üzerinden dindarlar, Kürtler, sivil anayasa ve demokratikleşme" var.

İllegal eylem planı

Yaşanan gelişmeleri "İllegal eylem planı" olarak nitelendiren Akbay, plan için "ABD'deki Neoconlar ve Washington'daki askeri bürokratlar tarafından kaleme alındıktan sonra Ergin Saygun'un onayıyla internete konan 27 Nisan korsan bildirisinin geniş açılımına gibi" ifadelerini kullandıktan sonra ekliyor: "Abdurrahman Yalçınkaya'nın sunduğu iddianamesinin özeti mahiyetinde."

İddianame kimin eseri?

"AK Parti hakkındaki İddianamenin Yalçınkaya'nın eseri olmadığı" yönündeki iddiasını yineleyen Akbay, iddianame ve bağlantılarını şöyle özetliyor: "Mart ayında kapatılma davası açılır açılmaz, iddianamenin Genelkurmay, TÜSİAD ve Aydın Doğan'ın adamları tarafından kaleme alındığını yazmıştım. Cuntacı askerler, TÜSİAD, özellikle Rahmi Koç'un sivil hükümeti yıkmak için içinde bulunduğu gizli ve kirli faaliyetleri, Aydın Doğan ve adamlarının icraatları beni haklı çıkartıyor."

Şok iddia: Yalçınkaya'nın misafirleri kimdi?

Akbay'ın iddianamenin hazırlanması ile ilgili ifadeleri ise şok etkisine neden olacak cinsten: "Yalçınkaya'nın iddianame hakkında yaptığının, yazılıp masasına konan iddianameye Google aracılığıyla delil toplamaktan ibaret olduğu, iddianamenin 10, 14, 29, 74, 93, 95, 97, 100 nolu eklerinde sunulan delillerden anlaşılıyor. Bu delillerin büyük bir kısmı 2 ve 3 Şubat 2008, yani Cumartesi ve Pazar günleri toplanmış. Doğruluk derecesini tam bilmiyorum ama Yalçınkaya'nın aynı günlerde bazı misafirleri olduğu iddiası var." Akbay'ın parantez içine alarak yazdığı misafirler ise: Rahmi Koç, İlker Başbuğ ve Doğan Medyası'nın üst düzey elemanları…

Yalçınkaya'nın Google'a ilgisi ne zaman başladı

Şok iddialar bununla da bitmiyor. Akbay, peşpeşe ortaya çıkan skandal gelişmelerin kendisini haklı çıkardığını belirttiği yazısının devamında Yalçınkaya'nın internete ve en önemlisi Google'a olan ilgisini şaşırtıcı buluyor. İşte o ifadeler: "Abdurrahman Yalçınkaya'nin Google ile olan ilgisi 23 Ekim 2007'de. Torpil.com sitesini kullanmış. Yani illegal Eylem Planı'nın yürürlüğe girmesinden ve iddianamenin masasına konmasından sonra başlıyor. Bu tarih, AK Parti'nin sivil anayasa üzerinde çalıştığı ama anlaşılmaz bir şekilde rafa kaldırdığı tarihe tekabül ediyor. Sivil anayasayı çıkartmaya cesaret edebilselerdi derin devlet bu kadar azıtmazdı

Tarihlere dikkat

Akbay'ın üzerinde durduğu en önemli konu ise, kapatma davası tarihleri. DTP ve AK Parti hakkındaki kapatma davalarının Eylül 2007'den sonra açılmasını, "Eylem Planı'nın gerçekten uygulanmaya konması" olarak tahlil eden Akbay, "Böylece Genelkurmay'ın yalanlamasının hiçbir kıymet-i harbiyesi kalmıyor. Darbeci apoletli bürokratlar, illegal planlarla suç işlediklerini biliyorlar; suçları ortaya çıkınca da korkularından yalan açıklamalar yapmak zorunda kalıyorlar" ifadelerini kullanıyor.

Engin Kaşdaş-habervaktim.com

22 Haz 2008

Aglama duvarina yanliz Museviler gider,

Bir arkadaş İlker Başbuğ adındaki generalin Kudüs teki ağlama duvarında çekilen resimlerine; nezaket ziyaretidir şeklinde itiraz edenlere,


Aglama duvarina yanliz Museviler gider,



şeklinde cevap verince, diğer bir arkadaş da,



Yabancı diplomatlar da gider! Alman Şansölyesi, Chirac, Mitterand, Berlusconi. Hatta, Ahmedinecat da İsrail'e gitse, o da mutlaka oraya uğrayacaktır. Biz nasıl Anıtkabbir'i ziyaret etmeyeni garipsiyorsak, onlar için de Ağlama Duvarı'na gitmeyen yabancı diplomat garipsenir.



Diye Generali savunmuş.



Bu konuda generalin savunmaya ihtiyacı yok, çünkü, zaten dininin gereğini yapıyor ve ülkemizde yasaklar sadece Müslümanlar için olduğundan sicil endişesi de yok. Ayrıca unutulmasın ki, bu saydıkları devlet adamları, zaten eski ahit'i de (Tevrat'ı)dinlerinin içinde barındıran Hıristiyanlardır ve bu duvar Hıristiyanlar için de Yahudilerce kutsal olduğu kadar kutsaldır. Yani, zaten Yahudilerde Hıristiyanlarda oraya ziyarete hacı olmaya giderler. Bir Müslüman merak saiki ile gitse de en azından hemen yanındaki Mescidi Aksa da namaz niyaz ile gününü geçirir. Boşuna uğraşmayın. Bunun böyle olduğunu bilen Yahudi grup arkadaşlarımızın bir itirazları olmadı. Olayı kabul ettiler ve herkesin kendi dininde ibadet etme hakkını savundular.



El Hak bu doğrudur da sadece merak ettiğim neden arka arkaya bu kadar çok Yahudi General GKB lığına geliyor da. Ve onlar kendi dinlerinde ibadet edip kendi kızlarını Sinagogda evlendiriyor da, es kaza camiye giden ya da namaz kıldığı bilinen subayları aynı Yahudi asıllı generaller irticacı diye ordudan atıyorlar. Yahudilerin Müslümanları ordudan atıp kendi dindaşlarının ve ırkdaşlarının yolunu açması ve Türk olanların hak aramak içinde mahkemeye başvurma hakkı bile olmaması size hiç tuhaf gelmiyor mu?



Ararlarına bazı ırkdaşlarımızı mesleki ihtiyaçlara kendi sayıları yetmediği için ayak takımı olarak almaları ama, zirveye asla çıkarmamaları, ya da ileride şantaja uygun bir durumu olanları çıkardıkları dikkatinizi çekmiyor mu?



Bir Musevi arkadaş Türkiye de sadece 17 bin Yahudi var dedi. Türkiye de 2 milyon civarında kripto Yahudi olduğundan bahis ediliyor. Bu da aşağı yukarı % 3 eder. Şimdi anladınız mı, Kanadoğlu % 97 ile de gelseler bir şey yapamazlar derken bilinçaltını açığa çıkarmış oldu. İki milyon tamda yaklaşık % 3 ediyor. İstiklal savaşından sonra Osmanlının tüm arşivlerini Bulgaristan'a hurda kağıt olarak kilosu beş kuruştan sattılar ki kökenleri gizlensin ama Bulgaristan'daki arşivler sayesinde kendileri kendilerinden olanları bilebilsinler. Kalan tek tük arşivlerde 1980 öncesi birbirimize kırdırıldığımız olaylarda pek çok nüfus müdürlüğü yandı. Anarşi ile nüfus müdürlüğünün ne alakası var demeyin. Olmaz olur mu? Nedenini anlamışsınızdır kriptoların kalan izleri de yok edildi.



Onlar kendi arşivlerinde kimin kim olduğunu biliyor ama bizler bilemiyoruz. Bazılarını vatandaşlardan bir kısmı Kürt sanıyor Kürt Yahudisi, Alevi sanıyor alevi Yahudisi Sivas ta Alevileri yakmaktan bile çekinmiyor. Provokasyon da Türkün Kürtün her türlüsünü yakıp gene vatandaşın üzerine yıkıyorlar. Bir mezhep çatışması yaptırmak istiyorlar. Hatta Ermeni olaylarında Ermenileri isyana sürükleyenin de onları öldürtenlerin de Sabetaistler olduğu ortaya çıkarsa sakın şaşırmayın.



Fuhuş mafyası patroniçesi Manukyan Ermeni Yahudisi olmalı ki, paramızı vergi olarak ödeyip karımızı kızımızı pazarlayarak siz Türkleri böyle boynuzlarız demiş oldu, bize de Türkiye vergi rekortmeni diye alkışlattırdılar.



Pabucu delik namuslu ve dürüst bir Ermeni vatandaşımız olan Hrant Dink'in bir cümlesini kasten çarpıtıp linç ettirenlerin derdi ne idi de Manukyan'a alkış Hırant'a kurşun. Çünkü o bizlere bu oyunları anlatmaya çalışıyor ve aslında Türkler ile Ermenileri bir birine kırdıranların da bu kripto Yahudiler olduğunu anlatmaya çalışıyor ve Kürtlere bizim içine düşürüldüğümüz oyuna siz de gelmeyin diye yalvarır gibi yazılar yazarak milli bütünlüğümüzü sağlamaya çalışıyordu. Bu oyunları açığa çıkarmaya başlayınca, kripto Yahudi kontrolündeki Yurtsever(!) Çetelerimize bağlı ne yaptıklarını sorgulamaktan aciz zavallılara adamı öldürtüp, kahramanca dünya savaşı kazanmış gibi de zavallı katil çocukla resim çektirdiler.



Bizler birlikte yakılıyoruz ve bizi bunlar yakıyor seni ateşe beni hapse tıkıyor ama sonunda yanan sen ve beniz. Ne olur bir daha düşünün.



Hani bir fıkra vardır. Adam şüphelendiği karısının sahiden bir dostu olup olmadığını anlamak için takip ettirir. Takip edenden gelen her habere iyi niyetli yorumlar ile dur bakalım ne olacak deyişi ve sonunda yatağa girdiler deyince gene belki başka bir amacı vardır dur bakalım ne olacak deyişi ve sonra takipçinin adam yataktan çıkıp perdeyi kapattı deyince de. Tüh tam meseleyi aydınlığa kavuşturacaktık, aslında benim karım öyle şey yapmaz demesine benziyor bu Yahudileri savunma. Büyükanıt tekzip edebildi mi.. Çevik Bir Tekzip edebildi mi. Bu da tekzip etmiyor. Ama Abdullah Güle de Yahudi denince hemen ben tüm köklerimi ispat ederim Türküm dedi. Böyle dediği için hakkında dava açılamayacak Cumhurbaşkanı'na bile bu yüzden dava açıldığını da artık anlayın. O makamlar Yahudilere ait makamlardır. Anadolu'dan Türk kökenli Hıristiyanlar mübadelede Yunanistan'a gönderilip yerine sözde Müslüman diye Kripto Yahudi'leri aldık ve onlarda bizi; sağ - sol, ilerici - gerici, faşist - demokrat, Kürt - Türk, Başörtülü - Başı açık diye, yıllardır iç savaşlarda bir birimizi öldürtüyor. Petrolümüzü, Uranyum, Bor ve daha pek çok kıymeti madenimizi, dünyanın en zengin ve çeşitli mermer yataklarımızı işletmemize izin vermiyor, uyduruk bir yerli cep telefonu bile yapmamıza izin vermeyerek ülkemizi geri bırakarak İsrail lehine parçalanmaya hazırlıyorlar. Bu kadar uyku yeter arkadaşlar önce artık biz %97 lik köleler olduğumuzu ve bu ülkede sadece bazı güçlerin çıkarlarına askerimiz ile bekçilik yaparak asgari ücretten geçinen aslında bu mülkün sahibi olan fakir fukara olduğumuzu anlayalım Bu işe bir dur demek zorundayız. Hükümet eğer ülkemiz kazanacaksa biz kayıp edelim diyor ve gerçekten de kaybediyorlar. Ama kazancımız da, bu sırları anlamak ve artık ona göre davranmak olmalıdır.



Unutmayalım, azınlıklardan yolsuzluğu nedeniyle yargılanan bir rektörün yargılanmasına, "Rektörün yargılanması Cumhuriyetin yargılanmasıdır" diyor, Ana muhalefetin lideri. Demek ki Cumhuriyet kelimesine onlar bizim gibi "halk, ahali" anlamında değil, % 3 lük kriptoların ve masonların devleti anlamını yüklüyorlarmış.

Bizler de kendi kendimize gelin güvey olup 23 nisanları milli hakimiyet diye ve Cumhuriyet bayramlarını bizim Cumhuriyetimiz diye kutlayıp dururmuşuz...

Selamlar

A.D.Şimşek

Türkiyenin kilit noktalarında kimler var.

BU SABAH, KENDİSİNİ ŞAHSEN TANIMAMAKLA BİRLİKTE YAZILARINDAN, 70 YAŞINI DOLDURMUŞ BİR DÜŞÜNCE İNSANI OLDUĞUNU ÖĞRENDİĞİM SN.A.D.ŞİMŞEK'İN AŞAĞIDAKİ İLETİSİNİ TEKRAR OKURKEN GÖZÜME HÜRRİYET GAZETESİ VE SÖZÜMONA BİR AKLAMA YAZISI İLİŞTİ... KÜRESEL SERMAYENİN TÜRKİYEDEKİ AMİRAL GEMİSİ OLDUĞU SİYASİLER VE BİRÇOK MEDYA MENSUBU TARAFINDAN ISRARLA İFADE EDİLEN HÜRRİYET GAZETESİ, MANŞETTEN VERDİĞİ HABERLE, DEVAMLI OLARAK YAPTIĞI BİR HATAYI OKURLARINA SUNMAKTA ISRAR ETMEKTEDİR...

SN. İLKER BAŞBUĞ, TÜRKİYE'DE CİRİT ATAN BİRÇOK YABANCI DERİN DEVLET ELEMANLARINDAN BİRİSİ TARAFINDAN SERVİS EDİLEN FOTOĞRAFLARI NEDENİYLE YAHUDİ OLMAKLA İTHAM EDİLMİŞ VE BU HABER TÜRKİYE'NİN ÜZERİNE BİR BOMBA GİBİ DÜŞMÜŞTÜR... AYNI OLAYIN BİR BENZERİ DE, MEVCUT GENELKURMAY BAŞKANI HAKKINDA SÖYLENMİŞ, MEDYA BİRİBİRİNİ SUÇLAMIŞ, İDDİANIN GERÇEKLİĞİ VEYA GERÇEK DIŞILIĞI BİR TÜRLÜ AYDINLANAMAMIŞTI...

HER İKİ OLAYIN DA VUZUHA KAVUŞMASI; ŞU VEYA BU MEDYA ORGANLARININ BİRİBİRİNİ SUÇLAMASI İLE DEĞİL, İTHAMA MARUZ KALAN KİŞİLERİN TÜRK MİLLETİNE KENDİ AĞIZLARINDAN YAPACAKLARI BEYAN İLE MÜMKÜNDÜR(28 ŞUBATIN KAHRAMANI ÇEVİK BİR DE BU İTHAMIN TARAFLARINDAN BİRİSİDİR)... BU YAPILMADIĞI TAKTİRDE, MİLLETİN ZİHNİNE NAKŞEDİLEN SORU İŞARETLERİNİ SÖKÜP ATMAK MÜMKÜN OLAMAYACAKTIR...

YÜCE ATATÜRK'ÜN ÖLMESİ VEYA ÖLDÜRÜLMESİNDEN SONRA TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ VE TÜRK MİLLETİ ÇOK SİNSİ BİR SALDIRIYA MARUZ KALMIŞTIR. EMPERYALİZME KARŞI VERİLEN MUHTEŞEM SAVAŞ VE YARATTIĞI DİNAMİZM KARŞI ATAKLARLA YOK EDİLMEYE ÇALIŞILMIŞ, ATATÜRK TARAFINDAN; "ZARARLI VE DIŞA BAĞIMLI BİR ÖRGÜT" OLDUĞU İFADE EDİLEREK KAPATILAN MASON LOCALARI, İNÖNÜ DÖNEMİNDE TEKRAR AÇILMIŞ, KURTULUŞ SAVAŞINDA KENDİLERİ İLE SAVAŞTIĞIMIZ EMPERYALİST ABD VE İNGİLTERE İLE BAĞLAŞIKLIK ANLAŞMALARI İMZALANARAK TÜRKİYE TEKRAR EMPERYALİZMİN KUCAĞINA OTURTULMUŞTUR...

BİZZAT ATATÜRK TARAFINDAN DESTEKLENEREK BÜROKRASİYE YERLEŞTİRİLEN TÜRK ÇOCUKLARI BÜROKRASİDEN UZAKLAŞTIRILIRKEN, AZINLIK AĞIRLIKLI BİR BÜROKRATİK YAPILANMAYA GEÇİLMİŞ VE LİYAKATE BAKILMAKSIZIN; YANDAŞLIK, AYNI ETNİK KİMLİĞE SAHİP OLMA VE AKRABALIK EĞİLİMİ İLE, BÜROKRASİ VE DEVLETİN KİLİT NOKTALARI FELÇ EDİLMİŞTİR.
AZINLIK PSİKOLOJİSİ İLE, DEVLETİN BÜTÜN KURUMLARI, ÜLKENİN ÇEVRESİNDE GELİŞEN OLAYLARA ODAKLANACAĞI YERDE, ASLİ GÖREV OLARAK, MÜESSES NİZAMLARINI VE KURDUKLARI KAST SİSTEMİNİ İDAME ETTİREBİLMENİN YOLLARINI ARAMAYA YÖNELMİŞLER VE ABD'Lİ BİR KANAAT ÖNDERİNİN YAKIN BİR TARİHTE İFADE ETTİĞİ GİBİ, "TÜRKİYE'NİN KENDİ ORDUSU İLE TESLİM ALINMASINA" GÖZ YUMMUŞLARDIR(DİĞER NATO ÜLKELERİNDE DE AYNI DURUM GERÇEKLEŞTİRİLMİŞTİR.). ORDU KURMALARINA İZİN VERİLMEYEN ALMANYA VE JAPONYA BU BELADAN SIYRILMAYA VE EKONOMİK BAĞIMSIZLIKLARINA KAVUŞMAYA MUVAFFAK OLMUŞLARDIR...

ŞİMDİ BU NOKTADA, PEYGAMBER OCAĞI OLARAK TANIMLANAN BİR KURUMUN NASIL OLUP DA, BEKTAŞİ OCAĞI HALİNE GETİRİLDİĞİNİ VE ÜLKENİN İÇERDE VE DIŞARIDA BİRÇOK PROBLEMİNE KARŞI DUYARSIZ DAVRANILMASINA KARŞIN (FİLİSTİN - AFGANİSTAN VE IRAK'TA MİLYONLARCA MÜSLÜMAN VE TÜRK KATLEDİLİRKEN, KIBRIS - EGE ADALARI - BATI TRAKYA - MUSUL VE KERKÜK SAHİPSİZ BIRAKILIRKEN, PKK TERÖRÜ BİR TÜRLÜ ÖNLENEMEZKEN) LAİKLİK TERANELERİ İLE ÜLKENİN DURMADAN KRİZLERE SÜRÜKLENMESİNİN NEDENİNİ ANLAMAK ARTIK GÜÇ OLMASA GEREK...(Herkeze Sn. Çetin YETKİN'in KARŞI DARBE ve Sn.Ümit ÖZDAĞ'ın TEL-AFER kitablarını okumalarını tavsiye ederim.)

ŞÖYLE BİR ARKAMIZI DÖNÜP GERİYE DOĞRU BAKARSAK,
DEMOKRASİ, LAİKLİK VE YOLSUZLUKLARIN ÖNLENMESİ TERANELERİ İLE GERÇEKLEŞTİRİLEN 27 MAYIS 1960'DAN SONRA BİNLERCE TÜRK SUBAYININ TSK'DEN UZAKLAŞTIRILDIĞINI,
70 - 71 YILLARINDA SAĞ - SOL BAHANESİ İLE AYNI İŞLEMİN TEKRARLANDIĞINI,
12 EYLÜL 1980'E KADAR GENÇLERİMİZİN SAĞ - SOL DİYE BİRİBİRİNE KIRDIRILDIĞINI GÖRÜYORUZ. (BAZI YAZAR - ÇİZER TAKIMININ İDDİASINA GÖRE BU TARİHTEN SONRA TSK ÜST YÖNETİMİ MASONİK BİR HİYERARŞİYE OTURTULMUŞTUR.) YAŞADIĞIMIZ OLAYLAR VE KIVRIKOĞLUNUN MEDYAYA YANSIYAN; "TSK'DA NAMAZ KILAN ALBAY GENERAL OLAMAZ" ŞEKLİNDEKİ YALANLANMAYAN İFADESİ DE BU İDDİAYI DOĞRULAR NİTELİKTEDİR...

OSMANLI'NIN SON DÖNEMİNDE ÇOK SIK GÖRÜLEN, BAŞARISIZ KOMUTAN VEYA YÖNETİCİLERİN BAŞARILI İMİŞ GİBİ GÖSTERİLMESİ, BAŞARILI OLANLAR İÇİN İSE, YOKMUŞ GİBİ DAVRANILMASI VEYA ÖNLERİNİN KESİLEREK YÜKSELMELERİNİN ÖNLENMESİ İHANETİ GÜNÜMÜZDE DE AYNEN UYGULANMAKTADIR...

BUNUN EN GÜZEL ÖRNEKLERİNİ; KIBRIS HAREKATI ESNASINDA GEMİSİNİ KENDİ UÇAĞINA VURDURAN GEMİ KAPTANININ EMEKLİYE SEVK EDİLME YERİNE DZ.K.K.LIĞINA KADAR YÜKSELTİLEREK 28 ŞUBATIN TETİKÇİLERİNDEN BİRİ YAPILMASI VEYA HARB AKADEMİSİNİ BİRİNCİLİKLE KAZANAN TÜRK SUBAYININ, TÜRK OĞLU TÜRK VE MÜSLÜMAN BİLİNDİĞİ İÇİN HARB AKADEMİSİNE ALINMAMASI ŞEKLİNDE SIRALAMAK MÜMKÜNDÜR. BU ÖRNEKLERİ VERMEYE DEVAM EDERSEK SADECE BU KONUDA BİR KİTAP YAZMAMIZ MÜMKÜNDÜR...

DEMEKKİ, TÜRK MİLLETİNİN; KENDİ SİLAHLI KUVVETLERİNİN ÜST YÖNETİMİ İLE İLGİLİ AÇIKLANMASINI VE CEVAPLANDIRILMASINI ARZU ETTİĞİ SORULARI VE İSTİHFAMLARI VARDIR...

SON YILLARDA YAPILAN ARAŞTIRMALAR TÜRKİYE'DE NÜFUSUN %3'Ü CİVARINDA; KRİPTO YAHUDİ, ERMENİ, RUM VEYA DİĞER ETNİK KİMLİKLİ VATANDAŞLARIN BULUNDUĞUNU GÖSTERMEKTEDİR. TÜRK MİLLETİNE VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNE İHANET ETMEDİKLERİ VE ZARAR VERMEDİKLERİ TAKTİRDE BU DURUMU ÜLKEMİZ İÇİN BİR ZENGİNLİK OLARAK KABUL EDEBİLİRİZ...

ANCAK, ATATÜRK'ÜN VEFATINDAN SONRAKİ SÜREÇTE BU YAPININ TÜRK DEVLETİNE VE MİLLETİNE TELAFİSİ MÜMKÜN OLMAYAN ZARARLAR VERMEKTE OLDUĞUNU TESBİT ETMİŞ BULUNMAKTAYIZ...

MEVCUT YAPI; EGEMENLİĞİNİN DEVAMINI SAĞLAMAK VE TÜRK MİLLETİNİN DİKKATİNİ DAĞITMAK İÇİN TÜRKİYE'Yİ KRİZDEN KRİZE SÜRÜKLEMEKTE, KARDEŞİ KARDEŞE VURDURMAKTA, TÜRK - KÜRT, ALEVİ - SÜNNİ, LAİK - ANTİLAİK ÇATIŞMASI ÇIKARMAK İÇİN ELİNDEN GELENİ YAPMAKTA, MİLLETİN HOŞUNA GİDECEK SÖYLEMLERLE ÖNE SÜRDÜĞÜ YETENEKSİZ SİYASİLERLE DE VAZİYETİ İDARE ETMEYE ÇALIŞMAKTADIR. GENİŞ KAPSAMLI BİR ÇATIŞMANIN ÇIKMASINI İSE, TSK'YI DEVREYE SOKARAK ENGELLEMEKTE VE BU SURETLE DE MEVCUT STATÜKONUN VE EGEMENLİĞİNİN DEVAMINI SAĞLAMAKTADIR. AMAÇ, EFENDİ KÖLE DÜZENİNİN DEVAMINI SAĞLAMAK VE BUNU MÜMKÜN OLDUĞU KADAR PEKİŞTİRMEKTİR...

TÜRK TOPLUMUNUN YAPISINI, VE ANSIZIN ORTAYA ÇIKAN SÜRPRİZ GELİŞİM YETENEĞİNİ ALGILAMAKTAN ACİZ OLAN MÜESSES NİZAMIN AKIL HOCALARI NE YAZIK Kİ, YAKLAŞMAKTA OLAN KASIRGAYI VE ŞİDDETİNİ ALGILAMAKTA ACİZ KALMIŞLARDIR... TÜRK MİLLETİNİN TEKNOLOJİYE OLAN DÜŞKÜNLÜĞÜ, GİZLİ SAKLI BÜTÜN BİLGİ VE GERÇEKLERİ "INTERNET" SAYESİNDE ÇOK KISA BİR SÜREÇTE ÖĞRENEREK OLAYLAR KARŞISINDA DOĞRU TAVIR ALMASINI SAĞLAMIŞTIR.

TOPLUMU KONTROL ALTINDA TUTTUĞUNUZU ZANNEDEBİLİRSİNİZ, AMA, ZİHİNLERİ KONTROL ALTINDA TUTAMAZSINIZ. TOPLUM BÜTÜN BASKILARA VE ZULME RAĞMEN ZİHİNSEL GELİŞİMİNİ SÜRDÜRMEYE DEVAM EDER. ÖYLE BİR AN GELİR Kİ, TOPLUM; İRAN'DA ŞAHIN İSTİBDAD REJİMİNİN YIKILMASI GİBİ ZİNCİRLEME BİR REAKSİYONLA PATLAR VE ÖNÜNE DİKİLEN HER ŞEYİ YIKIP YOK EDEREK, TOPLUMSAL BİLİNCİ YENİ YÖNETİM ŞEKLİ OLARAK ÜLKEDE HAKİM KILAR... BU BİLİNCİN OLUŞMASINI ÖNLEMEK İÇİN SİZ İSTEDİĞİNİZ ÖNLEMİ ALMAYA ÇALIŞIN HİÇ BİRİ PARA ETMEZ.

SON 10 YILDIR YAPTIĞIM ANALİZLERİN HİÇ BİRİNDE YANILMADIM... BUNDA DA YANILMAYACAĞIMA İNANIYORUM. HÜRRİYETTE Sn. İLKER BAŞBUĞ'LA BERABER RESMİ YAYINLANAN ARKADAŞ DAHİL, BENİ TANIYAN SİVİL ASKER HERKEZ VATAN VE MİLLET SEVGİMİN VE ANALİZLERİMİN NE KADAR GÜÇLÜ OLDUĞUNU BİLİRLER.

TARİKATLAR, LAİK - ANTİLAİK BÖLÜNME GAYRETLERİ, EKONOMİK KRİZLER, EFENDİ - KÖLE UYGULAMALARI, DOKUNULMAZLIK ZIRHLARI, BATI ÇALIŞMA GRUBU - CUMHURİYET ÇALIŞMA GRUBU GİBİ İLLEGAL OLUŞUMLAR VEYA BİLGİ DESTEK PLANI GİBİ ÇALIŞMALAR GELMEKTE OLAN ÇIĞI ÖNLEYEMEDİĞİ GİBİ, BİLAKİS GÜÇLENMESİNE YOL AÇACAKTIR...

BEN BURADAN SORUMLU SORUMSUZ HERKEZİ UYARMAK İSTİYORUM... AYNI OYUNLAR VE TAKTİKLERLE ARTIK NE KENDİNİZİ GİZLEYEBİLİR NE DE BU GİDİŞİ DURDURABİLİRSİNİZ...

SON 10 YILDIR YAPTIĞIM ANALİZLERİN HİÇ BİRİNDE YANILMADIM. BUNDA DA YANILMAYACAĞIMA İNANIYORUM. HÜRRİYETTE Sn. İLKER BAŞBUĞ'LA BERABER RESMİ YAYINLANAN ARKADAŞ DAHİL BENİ TANIYAN SİVİL ASKER HERKEZ ANALİZLERİMİN NE KADAR GÜÇLÜ OLDUĞUNU BİLİRLER.

YAPILACAK EN DOĞRU HAREKET; YABANCI DERİN DEVLETLERİN TÜRKİYE'DEKİ AJANLARININ VE İÇERİDEKİ HAİNLERİN TEZVİRATLARINA ALDIRMADAN VE ONLARIN OYUNCAĞI OLMADAN, KAVGAYI VE BİZANS OYUNLARINI BIRAKIP, SİVİL VE ASKER BÜROKRASİYİ GENLERİ DUMURA UĞRAMAMIŞ ZEKİ VE AKILLI TÜRK ÇOCUKLARINA DEVREDEREK ATATÜRK'ÜN TÜRK MİLLETİ İÇİN KURDUĞU AZİZ DEVLETİMİZİN, BİRLİK VE BÜTÜNLÜK İÇERİSİNDE "MUASIR DEVLETLER SEVİYESİNİN ÜZERİNE ÇIKMASINI SAĞLAMAKTIR"...

Osman ŞAHİN
Google Gruplar
irfanmektebi@hotmail.com grubuna kayıt ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Benim Peygamberim

İlgili aramalar: müzik - ilahi -  ilahi