Son dakıka

3 Oca 2009

*** ben filistinli çocuk....***

ALLAH ZALİMLERİ KAHHAR İSMİYLE KAHRETSİN. AMİN. ELFÜ ELFÜ AMİN...

Ben Filistin'li Çocuk .. !!


Ben Filistinli çocuk…
Sizin yuvanız gibi sıcacık,
Benim de yuvam vardı ufacık.
Siz ne kadar şanslısınız!
Rüyalarınız bile şen, şakrak,
Ben ise rüyamdan bile ağlayarak,
Gece uykumun arasında,
Uyanıyorum korkarak!
Siz yaşadınız mı hiç:
Top mermileri arasında bağırarak,
Tankların altında ezilirken,
Korkuyla uykudan uyandığınızı,
Gördünüz mü hiç?



Gündüz böyle,gece böyle, rüyada böyle,
Hangisi gerçek, hangisi düş,
Bilmiyorum ben de.
Ben böyleyim işte,
Ben, Filistinli çocuk! …

Sımsıcak yuvalarınızda,
Anneniz, babanız, kardeşleriniz,
Neşeyle yaşıyorsunuz siz.
Ya ben? Ya ben nasılım? ...
Zindanlarda sürünen,
Haylini bile unuttuğum babam! ...
Kim bilir nerede? ...
Yaşıyor mu acaba?

Üzülüp ağladığım zaman,
Gelip başımı okşayan,
Göz yaşlarımı silen bir babam olsaydı! ...
Ama yok artık benim babam!
Çünkü ben, babası zindanlarda çürüyen,
Ona ağıtlar yakıp üzülen,
Filistinli çocuk! ...

Elinize bir diken batsa,
Bir yeriniz kesilse, kanasa,
Hele kolunuz, bacağınız kırılsa,
Canınız nasıl yanar! ...
Nasıl ağlarsınız değil mi acı acı! ...
Ya ben nasılım?

İşte ben buyum,
Ben, Filistinli çocuk!
Benim acılarımı ancak,
Ağaçlar, kuşlar kadar,
Duyabiliyor musun sen? ...




Nerde buzullar arasında sıkışıp kalan
Balinaları kurtarmaya çalışanlar? ...
Nerede petrole batan kuşlara,
Üzülüp ağıtlar yakanlar?
Nerede sokak köpeklerine acıyıp,
Onlara yardıma koşanlar? ....




Bir balina, bir kuş, bir köpek kadar,
Benim de değerim var.
Yıllardır dinmedi gözyaşım,
Ben hep ağlıyorum!
Göz yaşlarım bile kurudu,
Tıpkı çöller gibi!
Sen benim gözlerimden yaşların,
Aktığını mı sanıyorsun?
Senin gördüklerin gözyaşı değil,
Onlar, gözyaşı yerine akan,


Sizler gülüp oynayın,
Halay çekip türkü çağırın!
Balinalara yardıma koşun,
Petrole batan kuşları kurtarın!
Onlar için göz yaşı dökün!
Köpekleri kurtarın siz! ...



Belki de hiçbir zaman,
Artık olmayacak babam! ...
Keşke ben de sizler gibi,
Koşup "Baba! " diyebilseydim…
Kollarına atılıp, sarılsaydım boynuna,
Oyunlar oynasaydım onunla.



Bir kuş, bir köpek, bir balina kadar
Bana yardıma koşmayanlar!
Ben inlerken zulüm altında,
Ben ezilirken tanklarla,
Kollarım kırılırken taşlarla,
Herkes bana seyirci kalıyorsa,
Utansın bütün insanlık!
Utansın bütün dünya!



İsrailli askerler tarafından,
Kolları taşlarla kırılan,
Bacakları tekmeyle, dipcikle ezilen,
Feryadıma hayvanlar bile dayanamazken,
Herkes tarafından seyredilen,
Ben, Filistinli çocuk! ...


Damarlarımdan süzülüp gelen kan! ...
Ben kan akıtıyorum gözlerimden! ...
Ben kan ağlıyorum ciğerimden! ...
Yakında o da kuruyacak,
Tıpkı göz yaşlarımın kuruduğu gibi!
Çünkü ben olmayacağım artık! ..


İsrail

İsrail'in çocuk, hastane demeden herkesi acımasızca ve kural tanımaz bir şekilde hem de Hitler'in ruhuna rahmet okuturcasına vurması üzerine İsrail'i ve Yahudi düşünce sistemini suçlayan yazdığım yazılardan birine gelen bir cevapta Yahudileri yakından tanımadığım. Tanısaydım beklide seveceğimi söyleyen birine nasıl cevap vermek gerekir bilmiyorum. Sanki sevdiklerim bu cinayetleri işlerlerse bende onlara aferin diyecekmişim gibi. Kötülük yapanın bana yakınlığı ancak benim üzüntümü daha da artırır ama adaletle yargılamamı ve varacağım vicdani kanaatimi etkilemez.

Hayatımda bir kaç değişik millet den Yahudi tanımıştım. Sevdim de belki onlarda beni sevmiştir. Dışarıdan öyle görünüyordu. Dinlerine göre oluşmuş vicdani kanaatleri ve kültürleri, kendilerinden olmayanların, canları, malları, ırzları, hakkında sorumluluk yüklemeyen hatta onlara zarar vermeyi sevap sayan insanlara hangi anlaşma konusunda nasıl güveneceksiniz.

Normal gündelik ilişkilerde siz iyi iseniz herkes iyidir. Bu normal hayat devem ettiği sürece böyledir. Ama bunların gizlice zarar verme çalışmaları sürekliliğini ustaca sürdürür. Şartlar değiştiğinde insanlarda değişir. Gizli duygular ortalığa saçılır. İşte o zaman içindeki mert davranacak kişilerin, kendi topluluklarına oranı o toplumun iyimi kötümü, ya da ne kadar ne olduğunu belirler.

Bir zamanlar Telaviv üniversitesinde kendilerinden olan bir Profesör bir anket yapmıştı. Sonrada yanılmıyorsam bu anket yüzünden işinden kovuldu. Anketin konusu,

Tarihlerinde ve Tevrat da geçen bir olayı irdeliyor ve bugün bu olay olsa nasıl davranırdınız diye soruyordu.

Olay Yahudi göçerlerin bir aşiretin topraklarında anlaşmalı ve ücreti mukabilinde güvenlik içinde o sezon otlaklarından yararlanacak şekilde bir süre kalmalarını ve karşılıklı güvenlik anlaşmasını içeriyor.

Bu arada bir Yahudi kızı ile yerli bir delikanlı birbirlerini seviyorlar ve birlikte kaçıyorlar. Yahudiler her ikisini de bize teslim edin oğlanı öldürelim diyorlar. Yerli reis iki tarafında anlaşmalı olduğunu kızın zorla kaçırılmadığını kendisinin kaçtığını, bu yüzden bu gönül işinde çocuğu birde katledileceğini bilerek vermeyeceğini gerekirse savaşacağını bu yüzden anlaşma yolu aranmasının daha mantıklı olduğunu bunları evlendirmenin en iyi çare olduğunu söylüyor.

Yahudiler ama oğlanın sünnet olması ve bizim dinimize girmesi şartımız var diyorlar.

Yerli emir oğlanla konuşup şartı kabul ediyor. Yahudiler sonra cayıyor ve bütün ailesinin din değiştirip erkeklerinin sünnet olmalarını istiyor. Sonunda bunda da anlaşıyorlar. Yahudiler yeniden şartı bozup o aşiretin tümünün din değiştirip erkelerin sünnet olmalarını istiyorlar. En sonunda bu şart da kabul ediliyor. Ve tüm erkekler aynı günde sünnet edilip yatağa yatırılıyor. İşte tam bu sırada Tam silahlanmış Yahudi savaşçıları saldırıyor silahsız ve sünnetli tüm erkekleri öldürüyorlar.

Üniversitedeki soru bu olay şimdi olsa ve aynı şartlar oluşsa gene de saldırıp onları öldürür müydünüz yoksa anlaşmaya uyar mıydınız?

Sonuç %70 civarı aynını yapardım. % 30 civarı ise anlaşmaya uyardım diyor.

Ayrıca yakın zamanda basına da yansıyan Hahamlar konseyinin tüm çocuk ve kadınlarında öldürülmesine izin veren teşvik edici fetvasını duymayan kalmadı.

Çocuklara atılacak bombalara kendi çocuklarına mesaj yazdırmaları da gelecek nesillerinin nasıl yetiştirilmek deolduğunun delilidir. Gözlerden saklanan bu durum

Yahudilerin asla güvenilir bir toplum olamayacaklarını göstermektedir.

Kısas denilen göze göz dişe diş sadece Yahudilerin kendi aralarındaki kuraldır. Hariciler öldürülür tecavüze uğrasa bu içlerindeki sayıları fazla olmayan hayvan hakları savunucularının sorunudur.

Yahudi iseniz de değil iseniz de sorun buradadır.

Savaşlarda ölümler olur. Bazen savaş kazası olarak kabul edilebilecek askerin arsından cani ve katillerde gereksiz cinayetler işleyebilir. Ama İsrail'in yaptığı taammüden toplu katliamlardır.

Onlar ile anlaşma yapılamaz yapılsa asla güvenilemez.Çünkü onlar hayvan olarak gördükleri kendilerinden olmayanlar ile yaptıkları anlaşmaları sadece karşı tarafı bağladığı şeklinde düşünerek yapar, kendilerini bağlı saymazlar.

Sözleri ve imzaları güvenilir olmayan bir devlet ise ona devlet değil eşkıya veya korsan adası denir.

İsrail en kısa zamanda bu hükümetlerinden kurtulup onları yargılama yoluna gitmezse artık resmen canlı bombadır. Çevresi ile birlikte kendisini de patlatacaktır. Çevre hükümetleri onlar ile anlaşsa bile çevredeki halkların nefreti bu canlı bombayı kendileri de ölümü göze alarak bir an önce patlatıp tarihten bu yüz karalarının temizlenmesi için kendilerini de feda etmekten çekinmeyeceklerdir.

İsrail Yahudi mantığı ile düşündüğü için hasımlarının da aynı kural ile düşüneceklerini zannetmektedir. Hâlbuki Müslümanların başkalarına benzememek gibi bir kuralı daha vardır.

Bunu da size anlatayım. Bir gün İslam Peygamberi Hazreti Muhammed (Allahın selamı onun ve ali ashabının üzerine olsun.) Tırnaklarını keserken bir Yahudi çocuğu da onu izlemektedir ve bir ara tıpkı benim babam gibi sizde tırnaklarınızı sıradan kesiyorsunuz der. İslam peygamberi derhal tırnaklarını karmaşık ve sıra gözetmeden kesmeye başlar ve Müslümanlarda bundan sonra kuralsız keserler ben de öyle keserim.

Bu yüzden bir gün çatışmak amacı ile karşılaşırsanız, Müslümanların iş ciddiye binince nasıl davranacağını onların ne yapacağımı asla kestiremezsiniz. Son Hizbullah savaşında ve Başbakan >Erdoğan'ın uydudan kilitlenen Mercedes zırhlı arabasının camının nasıl kırıldığında bunun izleri de görülmeye başlanmıştır.

Sağlıcakla kalınız

A.D.Şimşek

1 Oca 2009

***Yılbaşı gecesi ne yapmalı?***

Yılbaşı size neyi ifade etmektedir, İslamdaki yeri nedir; kültürümüzdeki yeri nedir? Yılbaşı münasebetiyle, çam

ağaçları, hindi, Noel Baba oyuncakları, parti şapkaları, satmaları caiz midir?

Konuya birkaç yönden cevap vermek daha uygun olacaktır:

Cevap 1:

Bu konuyu iyi kavrayabilmek için önce şu ayet ve hadisleri göz önüne getirmek gerekir

1. "Iyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah`tan korkup sakının..." (Mâide, 5/2. )

2. "Zulum yapanlara en ufak meyil göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah`tan başka velileriniz de yoktur, sonra yardım da göremezsiniz. (Hûd, ll/113.)

3. "O (Allah) size Kitapta : "Allah`ın ayetlerine küfredildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğinizde, onlar bir başka söze geçip dalıncaya dek onlarla oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz" diye indirdi. Doğrusu Allah münafıkların da, kâfirlerin de tümünü cehennemde toplayacaktır". (Nisâ, 4/140)

Konuyu başkalarına benzeme noktasından ele alan hadis-i şerifler vardır. Bunlardan biri şudur:

"Kim herhangi bir gruba benzeşirse o da onlardandır." (Ebu Davûd, Libas 4) Özellikle bu hadis-i şerif çok önemli psiko-sosyal gerçeklere işaret eder. Şekli benzeşmenin sonuçta itikadı benzeşmeye götüreceğini anlatır.

Ibn Haldun da konuyla ilgili olarak önemli tarihi gerçeklere parmak başar. Mağlupların galipleri taklit etme psikolojisi yaşadıklarını anlatır. (Ibn Haldun, Mukaddime (trc.) I/374-75.)



Cevap 2:

İslâm Dini yepyeni bir nizamla ortaya çıkmış, önceki dinlerin hükümlerini bütünüyle yürürlükten kaldırmıştır. Bu dinin gecesi de gündüzü kadar aydınlıktır.

Müslüman anasından metbu' olarak doğar, tabi' olarak değil. Yani o ilmiyle, irfanıyla, yüksek ahlâkiyle ve dindarlığı ile herkese örnek olur, herkes ona uymaya özenir. O ise kimselere özenmez. Çünkü dini ona yeterince malzeme sunmuş, ihtiyacını karşılamıştır.

Tabii bu tabiiyet ve matbuiyet ilim ve teknikte, sanatta değildir. Çünkü ilim ve teknik müslümanın yitik malıdır, onu nerede, kimin yanında bulursa almaya daha haklıdır.

O halde tabiiyet ve matbuiyet ahlâk, din, adalet ve hakseverliktedir.

O halde diğer dinlerin kutsal saydığı günleri kutlamak, onların âdetlerine uymak, büyük günahlardandır.

Buna birkaç misal verelim :

a) Batı ülkelerinde olduğu gibi, yabancı kadın ve erkeklerin bir arada toplanıp dans etmeleri, çeşitli oyunlar tertiplemeleri İslâm'a göre büyük günahlardandır.

Bir müslümanın onlara özenerek bu gibi şeyleri helâl kabul etmemek şartıyla yaparsa büyük günah işlemiş olur. Helal sayacak olursa, küfre girer.

b) Güzellik yarışmaları, bilindiği gibi daha çok gayr-i müslim ülkelerde yapılır. Bundan amaç, şehvetperestlere kadın vücuduyla ziyafetler çekmektedir.

Aynı zamanda genç kızları bu gibi ahlâksızlıklara özendirmek suretiyle onları baştan çıkarmaya yöneliktir.

Tabii Kur'ân'a ve Sünnete göre, bir müslüman kadının bu tür müsabakalara katılması, soyunup etini teşhir etmesi büyük bir günah ve ağır bir suçtur.

Çünkü ahlâkı ifsad etmekte, kadının annelik vakarını düşürmekte, onu bayağı bir eşya gibi müzayedeye çıkarmaktır.

Bu tür müsabakaların mubah olduğunu iddia eden kimse dinden çıkar. Tevbe ve istiğfar etmesi gerekir. Aksi halde cenaze namazı kılınmaz.

c) Noel Yortusunu Hıristiyan alemiyle birlikte kutlamak da büyük günahlardan biridir. Hattâ buna özenerek İslâm'da böyle güzel âdetler olmadığını söyler, Hıristiyanları takdir ederse, İslâm Dininden çıkar

Yılbaşında tebrikleşmek de İslâmî sünnetlerden değil, Hıristiyanlara mahsus bir âdettir, Bundan da Müslümanların kaçınması gerekir. Kendi millî ve dinî günlerimizde tebrikleşmemizde ise sayısız yararlar vardır. Her şeyden önce dinî ve millî âdetlerimizi yaşatmış, çocuklarımıza güzel örnekler vermiş oluruz. (Bkz. Celal Yıldırım, İslam Fıkhı)

Cevap 3:

1- Noel Baba, Yılbaşı, Christmas bayramı gibi başka dinlerin alameti, sembolü olan günlere, o günü tazîm ve kutlama maksadıyla katılmak, aynı maksatla o günlerde tebrikleşmek ve hediyeleşmek, yine aynı maksatla hindi vb. almak, yemek, ziyafet çekmek, aynı maksatla bu tür kutlamalara katılmak, o günlerde bayram niyetiyle çocuklara elbise almak ve pişirdikleri yemekleri pişirmek caiz değildir.

2- Böyle zamanlarda, böyle zamanlara has hindi vb. şeyleri sırf gıdalaşmak için almak, ucuz postane hizmetinden yararlanmak için tebrikleşmek haram değilse de, onlara benzeme, onların uygulamalarını yaygınlaştırma ve meşru gösterme anlamı taşıdığından tehlikeli ve mahzurludur. Müslümanların, hangi maksatla olursa olsun, o günlere mahsus bir şey yapmamaları gerekir.

3- Hindi gibi sırf o günlere mahsus şeyleri, o günlerde satmak, fasıklara "günahta yardım" anlamı taşıdığından, haram ya da tahrimen mekruhtur. Ancak alacağı para haram değildir. Haram ve günah olan o işi yapmasıdır. Bu hindilerin besmele ile kesilmiş olması halinde böyledir. Besmele ile kesilmemişse "meyte" olacaklarından satılmaları hiç bir surette caiz olmaz.

4- Yılbaşı kutlamaları için matbaa sahiplerinin davetiye, afiş, kart vb. şeyleri basmaları da aynıdır. Yani bunlar sırf yılbaşına özel olarak kullanılacaklarsa yapılıp satılmaları aynı derecede mahzurludur: Eşantiyon eşya için de aynı şey söylenir. Ancak satıcılar bizzat yılbaşını kutlamış gibi günah almazlar. Çünkü, satılan şeylerin kötü amaçla kullanılması haramdır. Halbuki süs eşyaları satmak esasen haram olan bir iş değildir. Bu açıdan satıcıların sattığı süs eşyaları bizzat haram değildir. Bunu bir dükkanı içki imalatçısına vermeye benzetebiliriz. İmamı Azama göre içki satışı yapacak birisine binayı kiraya vermek haram değildir. Bu noktadan yapılan satışın kendisi haram değildir. Bunu yanlış yerde kullanacak olanların yaptıkları haramdır.

Bununla beraber, bir şeyin haram olmaması hiçbir sorumluluğunun olmadığı anlamına gelmez. Böyle bir konuda yardımcı olmak, en azından mekruhtur. Mekruh ise harama yakın derecede kişiyi sorumlu eden demektir. Bu nedenle bir mecburiyet yoksa bu işin yapılmasını tavsiye etmeyiz.



Müslümanlar bu yılbaşını takvim başlangıcı yaparlarsa, yılbaşı gecesinde yapılan âyin veya eğlencelere iştirak ederlerse ne olur?

Yılbaşı dolayısıyla yapılan dinî âyine katılan (Hristiyanlarla beraber bu toplu ibâdeti yapan) müslümanlar en azından haram (büyük günah) işlemiş olurlar.

Dinî âyîne katılmadan yılbaşı dolayısıyla toplantı ve eğlence yapan müslümanlar, bu eğlencelerde ayrıca hiçbir haram işlemeseler dahi, kökeni dinî (İslâm'dan başka ve ona göre bugün mûteber olmayan bir dîne dayalı) olan bir faâliyete katıldıkları ve başka dinden olanlara -dinle ilgili bir konuda- benzer hale geldikleri için günah işlemiş olurlar.

Yukarıda kaynağını verdiğimiz, "Bir din ve kültür topluluğuna kendini benzetenler onlardan sayılır" meâlindeki hadîs bu davranışı yasaklamaktadır.

Yılbaşı, takvim, tarih, tatil, eğlence, şenlik ve bunlarla ilgili âdetler bir milletin kültürüdür. Kültür din ve ideolojinin bedenlenmesi, ete kemiğe bürünmesidir.

Bu ikisini birbirinden ayırmak mümkün değildir. Eğer birileri din ile kültürü birbirinden ayırmaya, aralarındaki bağı koparmaya kalkışırsa -zor olmakla beraber bunu yapabilirse- kültür ile beraber dîni de değiştirme yoluna girmiş olur.

Bedenini parça parça kaybeden din gider (milletin hayatından çıkar) onun yerine yeni kültürün dîni veya dinsizliği gelir.

Kültür ile din arasında böyle bir bağ bulunduğuna göre; kültürün değişmesi dîni yakından ilgilendirir.

İslâm'ın beş temel amacından biri dîni (müslümanların hayatında İslâm'ı) korumaktır.

İslâm'ın korunmasını olumsuz etkileyen bir davranış, bir kültür değişimi, bir kültür taklidi haramdır, bazan bununla da kalmaz dinden çıkma sonucunu doğurur.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Medine'ye göçünce, burada öteden beri iki bayramın bulunduğunu ve bu bayramlarda kutlama yapıldığını öğrendi.

Bayramlar, dînin etkilenmesi bakımından önemli kültür unsurları olduğu için bunları değiştirdi ve yerlerine Ramazan ile Kurban bayramlarını tebliğ etti.

Daha pek çok hadîste, başka dinlerle ilişkisi veya sembolik değeri/fonksiyonu bulunan âdet ve uygulamaları müslümanlara yasakladı.



Yılbaşında Müslüman olmanın gereği nedir?

Hepimiz Müslümanız elhamdülillâh. Ama hepimiz Müslümanlığımızın icabını yaşamıyoruz maalesef...

Biz, Müslümanlığın icabını yaşama hâline "dindarlık" diyoruz. Kim inandığı gibi yaşıyorsa, ona dindar insan sıfatını takıyor, dindar adam, diye yâd ediyoruz. Bu sıfat onun hakkıdır zaten.

Siz dindarlığı, zamanın kötülük ve fitnesine karşı giyilen koruyucu bir zırh olarak da kabûl edebilirsiniz.

Aslında dindarlık, sahibini sadece âhirette Cennet'e koyan bir yaşama tarzı olmakla kalmayıp, dünyada da huzura, saadete sevkeden bir yaşama tarzıdır.

Nitekim İsa Peygamber'in doğumu ile Hazret-i Muhammed'in hicretine başlangıç olan yılbaşlarında dindar olanla olmayanın yaşayışını ibretle seyrediyorsunuz.

Dindar olanlar, yılbaşı gecelerinde düşünüyorken, şuur altında bile olsa diyorlar ki:

— Yılbaşı gecesinin mânası, sayılı ömür senelerinin birinin daha bitmesi, ölüm denen kesin âkıbete biraz daha yaklaşılması, gençlik günlerinin tükenip, ihtiyarlık demlerinin gelmesi..

demektir. Nitekim her yılbaşında siyah saçlara biraz daha aklar düşüyor, akların sayısı da biraz daha çoğalıyor.

Öyle ise, böyle gecelerde daha çok sefalete, daha çok sefahete düşmek yerine; daha çok âhirete, daha fazla ebedî âleme meyili olmak lâzımdır.

Zira bu hızlı gidiş, - ister ikrar et, ister inkâr - kabire, öteki dünyaya doğrudur.

İşte dindarlık böyle düşündürüp, böyle tedbirli hareket ettirdiği içindir ki, dindar insanın, geçen senelerinden pişmanlığı azdır.

Ama kendisini dinî ölçülerle kayıtlı görmeyen başıboş insanlarda ise her yılbaşında böyle bir muhakeme ve düşünceden eser yok.

Tam bir şuur ve idrak mahrumiyeti içindeler..

Ölüme bir sene daha yaklaşmanın delilini teşkil eden gecede, hem ahlâkından, hem mâneviyatından, hem de parasından zararlar görmekte, fireler vermekte, pişman olacağı fiilleri çoğaltarak işlemekteler.

Birkaç saatlik bu eğlence ve sefahetin arkasından ömür boyu üzüntü ve pişmanlıklar gelmekte...

Onu böyle ömürboyu pişmanlıklara sevkeden şey, İslâm'ın icabını yaşamayışında, yâni, dindar olamayışındadır.

Şâyet dinin emirlerine sadık kalacak bir iman kuvveti, dindarlık emâresi kazanabilse, her yılbaşı, tam aksini düşünmesine, kendisine çekidüzen verip iman ve ahlâk bakımından yükselmesine sebep olacak, geçmişinden pişmanlık duyan bir sefahet ve sefalete düşmeyecek...

Demek ki, yılbaşı gecelerinde kimilerini o hâle düşürüp, kimilerini de bu duruma çıkaran şey, dindar olup olmamaktan başka birşey değildir.

Anlaşılan, şahsı düşündürüp, mes'ud ve bahtiyar kılan şeyin dindarlık olduğu kesindir.

Ferdi muhakemesizleştirip sefalete itenin de dinde lâubalilik olduğu bir vakıadır.

Demek imtihan dünyasıdır bu.

Her ikisine de yol açık.

İsteyen oraya, dileyen de buraya yönelir.

Kimi yılbaşında şuurunu iptal eder. Kimi de ihyâ...

Biz şükrederiz dindarlığımıza, hamd ederiz bizi böyle düşündürüp, amel ettiren Rabbimize.

Bizim yılbaşı anlayışımız ne olmalıdır? Ölmeden önce hesaba çekilmek için ne yapmak gerekir?

Bazıları yılbaşını, 'vur patlasın çal oynasın' düşüncesizliğine dönüştürüyorlar, sanki ömürlerinden bir sene gitmemiş, aksine bir sene kazanmışlar gibi sevinç çığlıkları atarak işi sarhoşlaşmaya kadar götürüyorlar.

Herhalde kaybettikleri bir yılı düşünmemek için başvuruyorlar böylesine şuur ve muhakeme iptaline...

Harcanan vakti nakitten de kıymetli gören İslam büyükleri ise böylesine bir şuur iptaline asla rıza göstermiyorlar, aksine kaybettiğimiz yılın sonunda tam bir nefis muhasebesine girmemizi, harcadığımız seneyi nasıl bir yaşantı içinde tükettiğimizin muhasebesini yapmayı ısrarla tavsiye ediyorlar.

İsterseniz bir de onları dinleyelim de nasıl bir muhasebe ve muhakeme içinde olmamız gerekiyor, harcadığımız yılın sonunda görelim.

Hicri 334 senesinde Bağdat'ta vefat etmiş olan büyük mutasavvıf Şibli Hazretleri, Bağdat halkına yaptığı her konuşmasına şu sözlerle başlıyordu:

- Ömürlerinden bir seneyi daha tüketerek varacakları sona biraz daha yaklaşan ahiret yolcuları! Yaklaştığınız yerde hesaba çekilmeden önce burada kendinizi hesaba çekin!

Her vaazına bu cümleyle başlayan Şibli Hazretleri'ne bir hürmetkârı, bir gün şöyle bir soru sordu:

- Hep 'Ahirette hesaba çekilmeden önce kendinizi dünyada hesaba çekin!' buyuruyorsunuz. Dünyada kendimizi hesaba çekerek yaşarsak sanki ahirette hesaba çekilmeyecek miyiz?

- Evet, dedi, burada hayatını hesaba çekerek yaşayan, orada hesaba çekilmeyebilir. Efendimiz (sas) Hazretleri; "Ahirette hesaba çekilmeden önce dünyada kendinizi hesaba çekin!" buyuruyor, öyle ise burada hayatını hesaba çekerek yaşayan orada hesaba çekilmeyebilir.

En azından hesabını kolay verir.

Bunun üzerine soru sahibi, kendini burada hesaba çekerek yaşamaya başlar. İbadetlerini eksiksiz yerine getirme gayretine girer.

Günahlardan kaçınıp sevaplarını, hayır hasenatlarını çoğaltma titizliğine yönelir. Yani ahirette hesabını veremeyeceği işleri dünyada yapmama kararı alır.

Böylece hayatını tam bir şuur içinde hesaba çekerek yaşamaya başlayan genç, bir gece rüyasında hocası Şibli Hazretleri'ni beyaz bir ata binmiş, bulutlara, yukarı uçup gidiyor halde görür. Arkasından seslenir:

- Hocam bekle ben de geleyim seninle!.. Şibli Hazretleri'nin cevabı kesin: "Ben bu hapishaneden bir kurtuldum, bir daha bekler miyim burada?"

Bu rüyanın manasını öğrenmek için sabah ilk iş olarak üstadını ziyarete giden talebesi, hocasının kapısında cenaze hazırlığını görünce, onun dünya hapishanesinden gece kurtulup ahiret saraylarına doğru uçtuğunu anlamakta gecikmez.

Ama çok üzülür bu ani gidişine de o günün akşamında Rabb'ine dua ve niyazda bulunarak üstadını rüyada görme niyetiyle yatağına uzanır, az sonra kendisini hocasının huzurunda bulur. İlk sorusu, vaazlarında tekrar ettiği cümle olur:

- Sen dünyada kendini hesaba çekerek yaşardın, orada hesaptan kurtuldun mu, durum nasıl? İmam tebessüm ederek cevap verir. Meleklerin beni hesaba çekmek üzere karşıma geçtikleri sırada Rabb'imden hitap geldi:

- O kuluma hesap sormayınız. Çünkü o hesabını yaparak yaşadı, buraya temiz bir amel defteriyle geldi!..

Siz onun amel defterine bakın yeter, hesabını göreceksiniz orada... Şibli Hazretleri, talebesine; "Siz de" der, "kendinizi orada hesaba çekerek yaşayın..

Hesabını veremeyeceğiniz işlerle gelmeyin buraya. Size de; 'O kulum hesabını yaparak yaşadı, temiz bir amel defteriyle geldi buraya, defterine bakın yeter', denebilir!.."

- Ne dersiniz? Biz de harcadığımız sene sonunda, harcayacağımız senenin de başında kendimizi bir hesaba çeksek mi? En azından hesabını veremeyeceğimiz yanlışlarımız olduysa, tövbe, istiğfarla onları terk etme kararı alsak mı? Yapamadığımız ibadetlerimizi, hizmetlerimizi yapma azmine girsek mi? Yılbaşında bari bu muhasebeyi yapsak mı? Yoksa boş mu ver? Ömrümüzden bir sene daha gittiği halde, sanki bir sene daha kazanmış gibi 'vur patlasın çal oynasın' düşüncesizliğine düşenlere biz de katılarak malum tekerlemeyi biz de mi tekrar etsek?

- Ayağını sıcak tut başını serin, hayatını yaşa düşünme derin!.. Fakat unutmamak gerek ki, hayatını düşünmeden yaşayanların sonunda duydukları pişmanlık çok derin oluyor; ama bu derin pişmanlığın hiçbir faydası olmuyor. Öyle ise gelin biz hayatımızı düşünerek, hesabını yaparak yaşama kararı alalım yeni yılımızda. Hesabını verebileceğimiz nice yeni yıllar dileğimle...
(Ahmed Şahin)

Google Gruplar
irfanmektebi@hotmail.com grubuna kayıt ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Benim Peygamberim

İlgili aramalar: müzik - ilahi -  ilahi