Son dakıka

22 Ağu 2009

Dünya 11 ayın sultanı Ramazan için hazır

Dünya 11 ayın sultanı Ramazan için hazır / FOTO

Dünya Müslümanları, 33 yıl sonra yeniden bir yaz günü karşılayacakları mübarek ayın heyecanını yaşıyor.

Perşembe, 20 Ağustos 2009 17:01

Dünya Bülteni / Haber Merkezi

Müslümanlar özlemle beklediği bir Ramazan'a daha kavuştu. Dünyanın dört yanında müslümanlar 33 yıl aradan sonra bir ağustos ayında oruç tutacak.


Ramazan önümüzdeki 8 yıl boyunca yaz aylarına rastlayacak. Bu yıl yaklaşık 15 saat oruç tutulacakken, her geçen yıl oruçlu geçen süre artacak. Ramazan ayının hazirana denk geldiği 2015'te 16 saate yakın oruç tutulacak.

Dünyanın büyük bölümünde müslümanlar yarın ilk oruçları için bu gece sahura kalkmaya hazırlanırken, Amerika kıtasındaki müslümanların oruca cumartesi günü başlaması bekleniyor.


Bu fark, hilalin önce dünyanın doğusunda görünmeye başlaması nedeniyle oluşacak. Kuzey ve Güney Amerika'da yaşayan müslümanların hilali cuma akşamı görmesi bekleniyor.

"Hilali Gözetleme" grubunun yayınladığı son hava haritalarına göre, Ramazan ayını müjdeleyen hilal, dünyanın doğusunda cuma günü açık bir şekilde görülüyor olacak.

Suudi Arabistan Yüksek Mahkemesi müslümanları perşembe gecesi hilali gözlemeye çağırırken, bu yıl geçtiğimiz yıllara oranla Ramazan'ın başlangıcı konusunda çelişkili haberlerin gelmemesi de müslümanları sevindirdi.

DÜNYA RAMAZAN'I NASIL BEKLİYOR?


ENDONEZYA RAMAZAN'I GELENEĞİYLE KARŞILIYOR


Ramazan ayı dünyanın en fazla Müslüman nüfusuna sahip Endonezya'da gelenekle ihya ediliyor. İslamonline'ın Endonezyalı Müslümanlarla yaptığı 'Ramazan özel sohbeti'nde halkın nezdinde Ramazan'ın nasıl yaşandığına ışık tuttu.

Endonezyalı Müslüman kadın Syuhada Umsan, Ramazan'ın ilk gününde 40 kişilik bir iftar yemeği hazırlayıp komşularıyla Ramazan ayına gireceğini söyledi.

Ramazan ayında kadınlarla hep bir arada bulunup duaların okunduğunu belirten Umsan, Amme-Tebareke surelerini okuduklarını kaydetti.


PAPUA'DA RAMAZAN


Papua-Yeni Gine, Avusturalya kıtasında bulunan bir ada ülkesi. Adadaki Müslümanlar ülkenin tek İslam Merkezi olan Papua İslam Merkezi'nde ilk iftarlarını açacaklar. Ülkede Müslümanlar en büyük üçüncü azınlık topluluğunu oluşturuyorlar.

MAKEDONYA'DA RAMAZAN EKRANI

Makedonya'daki Müslümanların Ramazan gündemi ise dopdolu. Makedonya'daki Müslüman Gençler Kurumu radyo ve televizyonlarda Ramazan ayına özel programların başlatılması için hazırlıklarını tamamladıklarını söyledi. Müslüman Gençler Kurumu Başkanı Rıfat Şerifi, bu yıl Balkanlardaki Müslümanlar için dopdolu bir Ramazan programları sunacaklarını belirtti.

FAS'TA RAMAZAN

Fas'ta milyonlarca Müslüman Ramazan ayı hazırlıklarını tamamlayarak, mübarek ayın ilk gününü heyecanla bekliyor. İslamonline'a konuşan Faslı genç Ahmed Al-Mahdi, Fas'ta Ramazan ayında camilerin dopdolu oldğunu kaydederek, halk arasında teravih namazlarından sonra da insanların diğer aulardan farklı olarak birlikte daha fazla vakit geçirdiğini söyledi.

Al-Mahdi, Ramazan'ın son 10 gününü Faslıların bir kısmının itikafla geçirdiğini belirterek, ülkedeki Müslümanların Kur'an-ı Kerim'le irtibatlarının daha da arttığına dikkat çekti.

GUYANA DA RAMAZAN'I HEYECANLA BEKLİYOR


Karayipler'de bulunan Guyana'daki Müslümanlar, ülkenin en büyük İslam merkezi Guyana İslam Merkezi'nin başkent Georgetown'daki merkez binasında mübarek aya özgü faaliyetleriyle değerlendirecekler. İslam Merkezi'nin Başkanı Fazeel Ferouz, Müslümanları merkez sayesinde Ramazan'da bir arada tutacaklarını belirtirken, iftar Guyana İslam Merkezi'nde açacaklarını belirtti. Ferouz, Ramazan ayı boyunca İslam Merkezi'nde teravih namazlarını da beraber eda edeceklerini kaydetti.

RAMAZAN MÜJDESİ


RAMAZAN MÜJDESİ
Ramazanda oruç tutmak hakkındaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyle:
(Ramazan ayı mübarek bir aydır. Allahü teâlâ, size Ramazan orucunu farz kıldı. O ayda rahmet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar bağlanır. O ayda bir gece vardır ki, bin aydan daha kıymetlidir. O gecenin [Kadir gecesinin] hayrından mahrum kalan, her hayırdan mahrum kalmış sayılır.) [Nesai]

(Ramazan ayında oruç tutmayı farz bilip, sevabını da Allahü teâlâdan bekleyerek oruç tutanın günahları affolur.) [Buhari]

(Ramazan orucunu tutup ölen kimse, Cennete girer.) [Deylemi]

(Ramazan ayı gelince, “Ey hayır ehli, hayra koş! Şer ehli, sen de kötülüklerden el çek” denir.) [Nesai]

(Ramazan bereket ayıdır. Allahü teâlâ bu ayda, günahları bağışlar, duaları kabul eder. Bu ayın hakkını gözetin! Ancak Cehenneme gidecek olan, bu ayda rahmetten mahrum kalır.) [Taberani]

(Ramazan-ı şerif ayı geldiği zaman, Allahü teâlâ meleklere, müminlere istiğfar etmelerini emreder.) [Deylemi]

(Farz namaz, sonraki namaza kadar; Cuma, sonraki Cumaya kadar; Ramazan ayı, sonraki Ramazana kadar olan günahlara kefaret olur.) [Taberani]

(Peş peşe üç gün oruç tutabilenin, Ramazan orucunu tutması gerekir.) [Ebu Nuaym]

(Ramazan orucu farz, teravih sünnettir. Bu ayda oruç tutup, gecelerini de ibadetle geçirenin günahları affolur.) [Nesai]

(Bu aya Ramazan denmesinin sebebi, günahları yakıp erittiği içindir.) [İ.Mansur]

(Ramazan ayında ailenizin nafakasını geniş tutunuz! Bu ayda yapılan harcama, Allah yolunda yapılan harcama gibi sevaptır.) [İbni Ebiddünya]

(Ramazanın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise, Cehennemden kurtuluştur.) [İ.Ebiddünya]

(İslam, kelime-i şehadet getirmek, namaz kılmak, zekat vermek, Ramazan orucunu tutmak ve haccetmektir.) [Müslim]

(Cennetteki güzel köşkler, sözü hoş, selamı çok, yemek yediren, oruca devam eden ve gece namazı kılan kimselere verilir.) [İbni Nasr]

(Oruç tutan müminin susması tesbih, uykusu ibadet, duası müstecap ve amelinin sevabı da çoktur.) [Deylemi]

(Bilhassa oruçlu iken çirkin, kötü söz söylemeyin! Birisi size sataşırsa, ona “Ben oruçluyum” deyin!) [Buhari]

(Gerçek oruç, sadece yiyip içmeyi değil, boş ve hayasızca sözleri de terk ederek tutulan oruçtur.) [Hakim]

(Allahü teâlânın, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin hayaline bile gelmeyen nimet dolu sofrasına, ancak oruçlular oturur.) [Taberani]

(Allah yolunda bir gün oruç tutanın yüzünü, Allahü teâlâ yetmiş yıl ateşten uzaklaştırır.) [Müslim]

(Temizlik imanın yarısı, oruç da sabrın yarısıdır.) [Müslim]

(Oruçlu iken ölene, kıyamete kadar oruç tutmuş gibi sevap yazılır.) [Deylemi]

(Oruçlu iken ölen Cennete girer.) [Bezzar]

(Oruç tutan, namaz kılan kimse, mükafatını kıyamette aklı kadar alır.) [Hatib]

(Oruç şehveti keser.) [İ. Ahmed]

20 Ağu 2009

Ayetlerin Düşündürdükleri


Soru
Rahman suresinde "Allah iki doğunun ve iki batının rabbidir" diye bir ayet var. İki doğu ve iki batıdan kasıt nedir? Ayrıca Mearic Suresinde de "Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki" denilmektedir. Allah, kendinden bahsederken neden farklı birinden bahseder gibi “rabbine” demiştir?

Cevap 1:

"O hem iki doğunun, hem iki batının Rabbidir. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?" (Rahman Suresi, 17-18)

Âyet şunları düşündürür:

a- Güneş, Allah'ın emriyle doğar ve batar; bu doğup batma, her gün farklı açılarla gerçekleşir.

b- Dünyanın da güneşin de Rabbi O'dur. Bunların ayrı ayrı sahipleri olsaydı, bu uyum olmazdı.

c- Doğu, batı ve ikisi arası herşeyi yaratan Allah'tır. Kâinatın hikmetli nizamının sahibi O'dur.

Hem iki doğunun Rabbi, hem iki batının Rabbidir O yaratıcı Rahmân, yani yalnız insan ve cinnin başlangıçtan yaratıcısı olmakla kalmayıp, bütün varlık yönlerinin hatta varlık ve yokluk nimetlerinin hepsinin sahibi ve bütün tekamül (gelişme) mertebelerinin Rabbidir.

“O hem iki doğunun, hem iki batının Rabbidir” ( Rahman, 55/17) mealindeki ayette yer alan "iki doğu -iki batı" ifadesi, birden çok gerçeğe işaret etmektedir:

a- Bu ayetten önce geçen "Güneş ve ay bir hesap iledir" âyetinden anlaşılacağı gibi, güneş ve ayın doğu ve batıları demektir. (krş. Hâzin(Mecmau’t-tefasir), 6/139; Alûsî, 26/105)

b- Yaz ve kış mevsimlerinde günlerin uzayıp kısalmalarına göre doğular ve batılar demektir. (Zemahşerî, IV/445, el-Beydâvî,VI/139) Buna göre, âyette mevsimlerin her iki tarafı zikredilmiş ve bu iki uç kısımlar arasındaki her günkü doğu ve batı mefhumu insanların aklına havale edilmiştir. "Doğuların ve batıların Rabbine yemin olsun" (Meâric, 70/40). âyetinde ise, doğu ve batı kelimeleri çoğul kullanılarak her günkü durumlarına işaret edilmiştir.

c- Yerin küre şeklinde yuvarlak olması sebebiyle her yarım küre parçasına göre bir doğu, bir de batıya işaret edilmiştir. Buna göre, âyet dünyanın yuvarlak olduğuna da delâlet etmektedir. Bunda doğu kabul edilen bir nokta aynı zamanda batı, batı kabul edilen bir nokta ise aynı zamanda doğu kabul edilir. (İbn Aşûr, 26/247; Hamdi Yazır, 7/370-371)






d- Şafak'ın doğuşu ile güneşin doğuşu, güneşin batışı ile şafak'ın batışı. Bu görüş ibn Abbas'a izâfe delmiştir. (Alusî, 26/105)

Bunu şöyle açıklamak mümkündür: Yerküreden çok büyük olan güneşin ışınları, yerkürenin kendisine dönük olan yüzüne isabet ettiğinde o taraf gündüz olur. Güneş ışınları, aynı zamanda yer kürenin iki yanından geçer gider. Bundan dolayı kürenin iki yanı, ışınların oraya tam isabet etmemesinden dolayı yarı aydınlık halde kalır. Yerkürenin güneş ışınlarına dönük olmayan kısmının ortaları ise tam karanlıktır. Neticede, yuvarlağımsı biçimde olan yerkürede: tam aydınlık ve az aydınlık; tam karanlık ve az karanlık şeklinde bölümler ortaya çıkar. Böylece iki aydınlık ve iki karanlık meydana gelir ki, iki doğu ile iki batı mânâsı da anlaşılmış olur. (bk. Niyazi Beki, Rahman suresi, ilgili ayetin tefsiri)

e- Güneşin ve diğer gök cisimlerinin doğuş ve batış yerleri.

f- Güneş gibi maddî, akıl gibi manevî ışık kaynaklarının doğuş ve batış noktaları veya ışıyıp sönmeleri. Elmalılı burada asıl amacın, Allah Teâlâ'nın gerek yiyecek gibi var edilerek gerekse hastalık gibi yok edilerek oluşan bütün nimetlerin sahibi ve yöneticisi olduğuna dikkat çekmek olduğunu belirtir.

Bunlardan hangisi olursa olsun, asıl kasdedilen mânâ, Allah'ın var olan ve olmayan bütün nimetlerin sahibi ve yöneticisi olduğunu beyan etmektir. Görülüyor ki bu âyetler, hem nimeti hem kudreti hatırlatmaktadır. Nimeti hatırlatmak, şükrü gerektirir, kudreti hatırlatmak da, nankörlüğe karşı kınamayı takviye eder. (Yorumlar için bk. Râzî, XXIX, 99; İbn Âşûr, XXVII, 247; Elmalılı. VII. 4670-4671; Kur’an Yolu:V/145)

Cevap 2:

"Hayır, Allah'ın nizamı onların sandığı gibi değildir! Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki, Biz onların yerine kendilerinden daha hayırlı insanlar getirmeye kadiriz. Bizim elimizden kurtulan, gücümüzün yetmediği hiçbir şey yoktur. (Mearic Suresi 40-41)

Allah’ın Zat-ı Akdesini bilmek mümkün değildir. Kur’an’da, onun sıfatları takdim edilerek kendisini tanımamız istenmiştir. Demek ki, Cenab-ı Hakkı ancak onun isim ve sıfatlarıyla tanıyabiliriz. Onun içindir ki, Kur’an’ın sureleri “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” manasına gelen Besmeleyle taçlandırılmıştır.

Allah’ın kâinat çapında yansımaları görülen en açık vasfı rububiyet (Rab olma, kâinatı tekvinî vahiyle, insanlık camiasını ise teşriî vahiy ile terbiye edip idare etme) vasfıdır. Kur’an’ın ilk suresi Fatiha’nın başında “Rabbul-âlemîn-Alemlerin Rabbi”, son suresinin başında “Rabbi’n-nas-insanların Rabbi” vasfının kullanılması, tevhid-i rububiyetin idrak edilmesinin ne kadar önemli olduğunun göstergesidir.

İnsanlık camiası için geçerli olan teşriî vahyin muhatabı Hz. Peygamber(a.s.m) olduğu için, Kur’an’da sık sık “Rabbin” ifadesine yer verilmiştir. Nitekim, ilk inen Alak suresinin ilk ayeti “Yaratan Rabbinin adıyla oku” mealindeki ifadeyle başlamıştır.

İşte Maaric Suresinde yer alan “Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki..” mealindeki ayetin ifadesinde de, inkârcıların kör gözlerine sokulacak Rab olma/rububiyet gerçeği vurgulanmaktadır. Güneşin doğuşu ve batışı, gösterdiği harika bir nizam ve intizam penceresinden, bu nizamı kuran Allah’ın -ilim ve hikmetle bezenmiş- sonsuz kudretini göstermektedir. Bu ifadeyle Kur’an adeta şöyle diyor: “Dünyayı, ayı, güneşi, yıldızları bir sapan taşı gibi evirip çeviren, koca güneşi bir gizleyen bir ortaya çıkaran Allah’ın, ölümle batan insanları yeniden güneş gibi, -hayat ışığıyla- ortaya çıkarması, dünyayı kaldırıp yerine ahireti koyması O’nun sonsuz kudretine ağır gelebilir mi? Ve imtihana tabi tutulan cinler ve insanlar, hesap vermeden sonsuz ilimle yoğrulmuş bu sonsuz kudretten kaçıp kurtula bilirler mi?”

18 Ağu 2009

Sana hayranlığımı Senin öğrettiğin sözle ifade ediyorum


Ölesine çok güzellikler yaratırsın ki,
hayranlığım Senin methine yetmez.
Seni,Senin öğrettiğin gibi övüyorum;

SUBHANALLAH



Öyle bol nimetler verirsin ki,
Şükrüm SANA teşeküre yetmez.
Sana Senin öğrettiğin gibi hamd ediyorum;

Elhamdülillah



Öyle hoş lutuflarda bulunursun ki,
Ne kadar minnettar kalsam lutfuna denk gelmez.
Sana,Senin öğrettiğin sözle minnetimi ifade ediyoum;

BAREKALLAH



Öyle güzel işler eylersin ki,
Ne kadar düşünsem hikmetine aklım ermez.
Sana hayranlığımı Senin öğrettiğin sözle ifade ediyorum;

MAŞAALLAH
--
bismillahirrahmanirrahim

HER AN BİR SIRATTIR


Sırat

Ötelerde değil, yanı başımda ve şimdi

İçinde yaşadığım, bulunduğum ‘an’da adımlıyorum o köprüyü.

Ya geçiyorum ya da düşüyorum.

Dünyanın,

Sırat köprüsünün görünen kısmına verilen diğer bir isim olduğunu kavrıyorum o an.

Varlık âlemi, nasıl da bir var bir yok arası titreşiyor, hayret!

Resmen titriyor.

Sanki, sonsuz bir karanlıkta an-be an flaşlar patlıyor.

Her şey,

Varlık sahnesinde boy göstermeye başladığı an da,

Yokluğun uç sınırına da varıveriyor.

Atom boşluk, hücre boşluk, dünya boşluk, uzay boşluk

Zerreden küreye her şey boşlukta asılı durmakta,

Ve yokluğun o uç sınırına kadar geliveriyor.

Öyleyse, ‘yokluğun uç sınırıdır dünya’ diyorum,

‘Adımladığımız sırattır.’

Önce, felsefe gözüyle bakıyorum.

O sıratın altındaki boşluğu ve yanı başındaki yokluğu gözlüyorum.

En küçüğünden en büyüğüne,

Her şeyin nasıl olup da yokluğa yuvarlanıvermediğine hayret ediyorum.

Müthiş bir hızla adımlıyorlar sıratlarını ama düşmüyorlar!

Neden sonra, yumuşak ve sonsuz bir iple varlık âleminde asılı olduklarını fark ediyorum.

Acizliklerine rağmen, ne kadar da haşmetli duruyorlar öyle.

‘O gördüğün vahdet ipidir’ diyor bir ses, ‘seni dağılmaktan kurtarıyor.’

Kulak veriyorum, uzaklardan ama yanı başımdan geliyor:

‘Uzatılan rahmet ipine neden bağlanmıyorsun?’ diyor,

‘Din gününün sahibi olan âlemlerin Rabbine.’

Önce uzak görüyor, ciddiye almıyorum.

Oysa Yaratıcıyla aramdaki bağı kopardığım her an da,

Sırattan düşüyorum ve kaybediyorum.

Bir koca deveyi yardan uçuran bir tutam ot misali.

Mânen dağılıyorum.

Dıştan bakınca var gibiyim, ama gerçekte yok oluyorum.

İşte o an cehennem hayatı da başlayıveriyor.

Sonra, yokluğun sınırından döndürülen her şeyi hatırlıyorum; vahdet ipini.

Din gününün sahibi olan âlemlerin Rabbini.

Kendimi de dâhil ediyorum, o müthiş tevhidin, her şeyin içine.

Kurumuş olan aklım, yeşermeye başlıyor vahyin ışığında.

Koca koca âlemleri içine alan bir kalbe sahip olduğumu fark ediyorum.

En önemlisi de, sevildiğimi.

İsteyerek, ‘iyyake na’büdü ve iyyake nestain’ diyorum.

Nurlanıveriyor sıratım.

Önde Resul-i Ekrem ve ardından milyonlar geçiyor o köprüden.

An be an.

‘İhdinas’sırat el-müstakîm. Sıratallezine en amte aleyhim’ diyerek.

Derken, felsefenin ayak seslerini duyuyorum cehennem tarafından.

Düşüyorlar maalesef, düşüyorlar

‘Gayril mağdubi aleyhim veleddallin.’ diyorum, hamd ederek.

Düşmemek için, Rabbime ‘Fatiha’ ile arz ediyorum halimi.

Açmak ve aşmak için o köprüyü..

Sırat! Ötelerde değil, yanı başımda ve şimdi.

Vahdet ipine sımsıkı sarıldığım ‘an’ da geçiyorum onu.

Ahirete aktarabildiğim ‘an’ da..!



alıntı

16 Ağu 2009

Ayete'l-Kürsi


Hiç düşündünüz mü: Ayete’l-Kürsi (2:255), niçin Kur’an tahtının sultanıdır?

Cevabı açık: Allah’ın unutmadığını ve uyumadığını hatırlattığı için. “Unutan” ve “uyuyan” bir Allah tasavvuru, sadece modernlere tebelleş olan bir sapma değil, insanoğlunun en kadim sapmalarından biridir. Hani, “herkesi kendi gibi bilmek” derler ya; bazı insanlar bu “herkes” arasına, haddini aşıp “Tanrı’yı” da dâhil etmişlerdir.

Bu bir akıl savrulması. Mantık tutulmadan, mantûk tutulmaz. Nutkun tutulması, mantık tutulmasından bin kat ehvendir: “Fe ennâ tu’fekûn: Nasıl da savruluyorsunuz?”

Unutan ve uyuyan bir Allah tasavvuruna duçar olanlar üç kısımdır:

1. Kendileri unuttuğu ve uyuduğu için Allah’ı da öyle bilenler. İlleti cahilliktir.

2. Kendilerini uyanık sandıkları için unutan ve uyuyan bir Tanrı temenni edenler. İlleti suçluluktur.

3. Kendileri unutmadıkları halde, Tanrı’nın unutmasını isteyenler. İlleti haddini bilmezlik ve küstahlıktır.

“Resmi Hizmete Mahsus” cenazenin arkasından yazılıp çizilenler, bilinen o acı gerçeği bir kez daha gözümüze soktu: Had’siziz: Hadsiz, hudutsuz, sınırsız, zeminsiz, yersiz…

İmanın bir tanımı da şudur: Haddini bilmek. Hz. Ali, “Her şeyin bir haddi, bir de matla’ı vardır” derken, bir yandan da “Kader nedir?” sorusunu cevaplamış oluyordu. Yani kader, ölçüleri olmaktır. Modern zihnin en bariz vasfı, ölçüyü reddederek yerine ölçüsüzlüğü ikame etmesidir. Bu tavır, özünde imanla taban tabana çelişen bir tavır. İşin ilginci, bu çelişkiye okumuş-yazmış iman sahiplerinin çok kolay düşmeleridir. Bunun da temelinde, imanına “Furkan aşısı” yaptırmayanları pençesine alan “sekülerleşme virüsü” yatmaktadır.

Çelişki, sadece tasavvurda kalmıyor. Oradan başını uzatıp duygu ve düşünceleri kullanarak sınır tecavüzlerine başlıyor. İman-inkâr sınırına yönelik tecavüzlerin inkâr cephesinden gelmesinin şaşırtıcı hiçbir yanı yok. Karanlık için alacakaranlık bir utanç değildir, fakat aydınlık için alacakaranlık bir utanç ve lekedir.

Asıl şaşırtıcı olan, iman cephesinde konuşlanıp da iman-inkar sınırına yönelik tecavüzlere göz yummak, hatta bizzat yeltenmektir. Peşinen söyleyeyim: Bu tarz, sınırların daha da bulanıklaşmasından başka, hiç kimseye hiçbir hayır sağlamayacaktır. Belki küçük hesap yapanlara “çıkar” sağlayacak, kendini tatmin peşinde olanlara “haz” sağlayacaktır. Ama asla “hayır” sağlamayacaktır.

Önce kafalar karıştı, sonra kalpler, sonra itikatlar. İman-inkâr sınırına yönelik her tecavüzün, imanın aleyhine işleyeceği göz ardı edildi. Bu sınırın tanınmaz ve kaygan bir hale gelmesinin ilk olumsuz etkisinin ahlaki sınırlarda görüleceği unutuldu. İşte bu yüzdendir ki, iman-inkar sınırına titizlenmeyenlerin ahlak sınırına titizlenmeleri, laf olsun torba dolsun kabilindendir. Bu ikisi arasındaki farkın büyüklüğü, Mekke Haniflerinin önde geleni Ümeyye b. Ebi’s-Salt’la, Peygamber arasındaki fark kadardır.

Burada, görevi “sınırları korumak” olanlara büyük sorumluluk düşmektedir. Heyhat ki gördüğümüz hiç de sorumluluğa yakışır şeyler değildir. Alın ekranda tevafuken denk geldiğim son bir örnek: Hocaefendi ölen devletlûnun cenazesini kıldırıyor. Kendince mesaj verecek ya, kafasına göre meallendirdiği bir ayet okuyor. Okuduğu ayet Mumtehane (Mumtahine değil) 4. ayetten koparılmış bir parça. “İbrahim babasına “kesinlikle senin için Allah’tan mağfiret dileyeceğim” dedi.”

Siz bundan, “Hz. İbrahim’in babasına rahmet dileme teşebbüsü, Allah tarafından kabul etmediyse bile, hoş görüldü” sonucunu çıkarırsınız, değil mi? Kur’ani gerçek bunun tam tersi. Hz. İbrahim’in bu tavrı, onun örnekliği dışında tutulması gereken “tek istisna” (illâ) olarak sunuluyor. Zira İbrahim babasına kendisi için Allah’tan rahmet dileyeceğine dair söz vermişti (18:47). Babasının niteliklerinin, Allah’ın rahmetine muhatap kılınanlara uymadığını anlar anlamaz “rahmet dileğinden” vazgeçti (9:114). Cenazede okuduğu ayetteki Allah’ın muradıyla, hocanın muradı taban tabana zıttı. Allah’ın muradı, ayetin başında İbrahim ve ona uyanlara örnek olarak gösterilen “Bakın, biz sizi(n hayat tarzınızı) reddediyoruz” tavrıydı. Ama, “reel politik” tavır, hakikatin hatırına galip gelmişti.

Bir kez bu şefkat değil. İçinde hikmet bulunmayan şefkat hamakattir.

Denilebilir ki; “Allah’ın rahmet deryasından dağıtmışsak ne olmuş yani! Katre mi eksilir?” Yoo. Eksilmez. Ama bu bir “gel otur, al götür” meselesi, bir “canın sağ olsun efendi; mal senin, ne verin elinle o gider seninle” meselesi değil ki. Dahası, Allah’ın rahmet denizini destursuz girilecek darı ambarı bilme meselesi de değil. “Bu ne cüret!” der, Hz. Peygamber’e İbn Ubey’in cenazesi dolayısıyla yapılan mükerrer uyarıyı hatırlatır, geçersiniz.

Ama bu, “Allah’ın koyduğu hudutları koruma” meselesi. İman-inkar sınırını yol geçen hanına çevirmeme meselesi. Tabi ki, birilerinin sınır, zemin, ölçü, yer gibi bir derdi varsa. Peki, ama bu tavra neden tevessül edilir? Tesbit edebildiğim kadarıyla sınır sulandırıcı tavrın üç nedeni var: 1) Hep dışlanmışlığın bilinçaltında taht kurduğu aşağılık duygusu; 2) Bu duygunun illeti olan “adam yerine konulmama” korkusu; 3) Bu korkunun gayesi olan “onlardan sayılmak için, önce onları kendinden sayma” taktiği.

Hakikate saygı esastır. Bırakın da herkes dinince dinlensin. Ne olur bir kez de, Kafirun suresini hissederek ve yaşayarak okuyun.

alıntı

İyilerle beraber olmağa çalışmalıdır.

İnsan ihsânın kulcağızıdır. Herkes kimden iyilik görürse onu sevmeğe başlar .



Mübarek bir zâtın evine hırsız girmiş. Aramış taramış, fakat çalacak birşey bulamamış. Hırsız, birşey bulamadığı için üzüntülü birşekilde kendikendine söylenirken, mübarek zât, hırsızın arkasında, hırsıza acele etme, demiş. Hırsız şaşırmış... Mübarek zât, sabah komşular bana tereyağ, bal, gibi yiyecek şeyler getirirler. Onları beraber yeriz. Sonra da para, altın gibi şeyler getirirler, onların da hepsini sana veririm,... ama bir şartım var, sabaha kadar benim dediklerimi yapacaksın, demiş. Hırsız, ne yapacağım, demiş. Mübarek zât; abdest al, sabaha kadar beraber namaz kılacağız demiş. Hırsız ben namaz kılmasını bilmem, hiç kılmadım, demiş. Mübarek zât, olsun, sen benim yaptıklarımı yaparsın, demiş. Böylece, sabah olmuş. Sabahleyin komşular kahvaltılık getirmişler. Mübarek zât; söz verdim, gel bunları yiyelim demiş ve beraber yemişler. Hırsızın karnı doymuş. Sonra yavaş yavaş bir atlı gelmiş, (atından inmeden, uzaktan) babaaa diye seslenmiş, bir kese altını fırlatmış ve bu senin demiş gitmiş. İçinden tam 250 tane altın çıkmış. Mübarek zât, al bunlar senin, sana söz verdim, senin olsun demiş. Hırsız, şaşkınlıkla bakıp bakıp demişki; baba ben hırsızım ama sen benden dahabüyük hırsızsın. Hatta dünyada senden daha büyük hırsız yok. Sen benim kalbimi çaldın. Artık ben buradan gitmem. Sana burada hizmet edeceğim, demiş.

Peygamber efendimiz 'sallallahü aleyhi ve sellem' sohbet ederken yahudiler de dinlerlermiş. Yeni müslüman olmuş birisi Peygamber efendimize, ya Resulullah, namazda kalbime çok vesvese geliyor, ne yapayım, diye sormuş. Yahudi bu arada demişki; abe kuzim bizim dinimizde vesvese yokdir, sen gel bizim tarafa, demiş. Peygamber efendimiz cevap vermeğe bile lüzum görmemişler ve, ya Ali, sen cevap ver, buyurmuşlar. Hazreti Ali 'radıyallahü anh'; Ya Resulallah, boş eve hırsız girmez. Evde bir şeyler olması lazım ki, hırsız girsin, buyurmuşlar.

Peygamber efendimiz 'sallallahü aleyhi ve sellem' hazreti Aliye, "Ya Ali, müslümanın iki alameti vardır. Birincisi; cömert olmak, ikincisi; güler yüzlü olmak. Kafirin de iki alameti vardır. Hasis olmak ve çatık kaşlı olmak", buyurmuşlar. Cömert olmak, dünyaya düşkün olmamakdır ki dinimizin şiarındandır.

Tevekkül etmek demek, bomboş, tenbel tenbel oturup beklemek demek değildir. Sebebe yapışıp, el açıp dua etmek demektir. Sadece sebebe yapışıp da, dua olmazsa, işi sebepten bilmek olur ki tehlikelidir. Halbuki, dua da lazımdır. Sadece dua edip, sebebe yapışmamakta olmaz. Mü'min işini, müsebbibden, münafık ise, sebepten bilir.

Asıl olmadan, görüntü olmaz. Aynanın karşısında biri varsa görüntü vardır. Kimse yoksa, görüntü de yoktur. Asıl ahiretdir, görüntü de dünyadır. Ahiretteki asıl, cennette ise, bunun dünyadaki görüntüsü, izdüşümü belli yerlerdedir. Cehennemde ise, görüntü kötü yerlerde görülür. Dünyadaki görüntü, ahiretteki aslın alametidir. Onun için, iyiler iyileri, kötüler kötüleri bulur. Ne yapıp yapıp, iyilerle beraber olmağa çalışmalıdır. .

ALINTI/HUZUR PINARI
Google Gruplar
irfanmektebi@hotmail.com grubuna kayıt ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Benim Peygamberim

İlgili aramalar: müzik - ilahi -  ilahi