Son dakıka

18 Haz 2008

Küfür Rejimi Çatırdıyor, Nihâî Darbeyi Vuracak Olanlar Nerede?

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Anayasa Mahkemesi'nin, önceki hafta
aldığı, Anayasa'nın 10. ve 42. maddelerinde yapılan ve üniversitelerde
başörtüsü düzenlemesi olarak bilinen değişiklikleri iptal kararının
ardından 10 Haziran 2008 Salı günü, kamuoyuna bir hitapta bulunarak
çeşitli değerlendirmelerde bulundu.

Yaklaşık 40 dakika süren konuşmasında Başbakan, daha önce pek çok kez
tekrarladığı gibi, Laik (Dinsiz) Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin
yasama organı olan Meclis'i "ulvî çatı" olarak tanımlayıp Meclis
duvarında asılı bulunan "egemenlik kayıtsız-şartsız milletindir"
ifadesini yineleyerek Meclis'te yapılan yasamanın halk adına
yapıldığını, kendilerinin halktan yetki aldığını, rotalarını halkın
belirlediğini, siyâsetlerinin milletin siyâseti olduğunu, millet ile
birlikte olduklarını ve millet ile beraber yürüdüklerini iddia etti.
Biraz daha ileri giderek ülkenin ve halkın huzuru için, istikrarı
için, (araya sıkıştırdığı) demokrasi için, refah için çalıştıklarını
öne sürdü. Ardından Anayasa Mahkemesi'nin kararının, Meclis'in bu
yasama hakkına müdâhale olduğunu, Mahkeme'nin kararın gerekçesini
yayınlamamasının Anayasa'ya aykırı olduğunu ve mevcut durumun siyâsî
bir kriz olduğunu ifade etti. Ardından bu krizin ve çatışmanın
sorumlusu olarak, Cumhuriyet Halk Partisi'ni (CHP) gösterdi. CHP'nin
kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı davrandığını, devletin kurumlarını
karşı karşıya getirmeye çalıştığını, bir yetki çatışması meydana
getirmeye uğraştığını ve böylelikle CHP'nin demokrasiye, millete ve
"evrensel hukuka" karşı çatıştığını söyledi. Bu kriz sonucu meydana
gelecek "sistem yetmezliği" ve "yetki çatışması"na bu ülkenin
tahammülü olmadığını itiraf etti. Ardından bir kez daha Anayasa
Mahkemesi'nin işlevine atıfta bulunarak "Kanun koyma yetkisi
münhasıran, yani sadece ve sadece seçilmiş meclislere aittir. Anayasa
tarafından verilen bu yetkiyi kimse yüce Meclisimizden alamaz, kimse
kendini yasa koyucu yerine koyamaz." ifadelerini kullandı.

Bu konuşmanın siyâsî ağırlığı olduğu muhakkaktır ve siyâsî bir
değerlendirmeye tâbi tutulmalıdır. Bununla birlikte yöneticiler, kendi
politikalarını yürütürken, kendilerini savunurken, karşıtlarına
saldırırken veya kendilerini haklı gösterirken, Müslüman oldukları
için kendilerini destekleyen insanların da inancı olan İslâm Akîdesi
ile taban tabana zıt fikirler ortaya koymaktan sakınmamaktadırlar. Bir
diğer ifadeyle, kaş yapayım derken göz çıkarmakta, ya kalplerinden
yukarı çıkmayan inançları ile çelişen ya da kalplerinde gizledikleri
gerçek inançlarını ifşa eden durumlara düşmektedirler.

Şüphesiz İslâm yegâne hak dîndir ve bu dîn, Batı'daki dîn konseptinin
veya Amerika'nın "Ilımlı İslâm" teorisinin aksine sırf mânevî bir dîn
değildir. Bilakis İslâm; hayatın tüm işlerine ve sorunlarına yönelik
fikirler, hükümler ve çözümler içeren kapsamlı bir ideolojidir. Bu
ideolojinin esâsı, İslâm Akîdesi'dir. İslâm Akîdesi, yeryüzünde
yasamayı yalnızca Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'ya has kılar. Oysa
bugünkü Kapitalist Küfür sistemi, bu hakkı beşere vermiş, İslâm'a göre
küfür hükmünde olan "egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ilkesine
dayalı olarak halkın yönetimi vehmedilen demokrasiyi esas almıştır.
Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur: إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ أَمَرَ
أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إِيَّاهُ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ
وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Muhakkak ki hüküm ancak
Allah'a aittir. O size Kendisinden başkasına asla kulluk etmemenizi
emretmiştir. İşte dosdoğru dîn budur, velâkin insanların çoğu
bilmezler." [Yûsuf 40] Dolayısıyla halkın kendi kendini yönetmesi
olarak tanımlandığı halde, gerçekte halka dayatılan bir avuç insanın
ve efendilerinin keyfî yönetimine ve yasamasına dayanan Demokrasi'yi
ve bunun palavra sloganı olan "egemenlik kayıtsız şartsız milletindir"
ilkesini devlet yönetimine esas haline getirmek, İslâm'a göre küfürdür
ve hiçbir Müslüman, bu küfrün tezâhürüne rızâ gösteremez.

Ulvî çatı denilen hâlihazırdaki Meclis, İslâm'ın yönetim nizâmı olan
Hilâfet'i ilgâ etmiş olan meclistir ve bu meclis, Osmanlı Hilâfet
Devleti'nin henüz yıkılmadığı 1920 yılında kurulmakla, devlet içinde
devlet mesâbesindeki isyâncı bir hareketin karargâhı halinde inşâ
edilmiştir. O zamandan beri de İslâm'a ve Müslümanlara düşmanlık,
Kâfirlere ve sömürülerine hizmet eksenli küfür yasalarının çıkarıldığı
bir Dırâr Meclisi işlevi görmüştür. Evet orada demokrasi, laiklik ve
diğer Küfür fikirleri için yasalar çıkarılmıştır, ancak halkın huzuru,
istikrarı ve refahı doğrultusunda kayda değer hiçbir ilerleme
olmamıştır. Orada hiçbir zaman halkın arzusu ve irâdesi tecelli
etmemiş, aksine oraya seçilmiş görünen "atanmışların", kendilerini
oraya atayan efendilerinin irâdelerini tecelli ettirdikleri bir mekân
olmuştur. Dolayısıyla bu mecliste bulunan temsilcilerin hepsi olmasa
da azami çoğunluğunun rotasını belirleyen, oylarını aldıkları Müslüman
halk değil, aksine doğrudan yada dolaylı hizmetinde oldukları
Sömürgeci Kâfirler olmuştur ki bunlar, hükümetin arkasındaki Amerika
ve muhâlefetin arkasındaki İngiltere'dir. Varsayalım ki bu meclis,
tamamen halkın arzusunu ve irâdesini temsil ediyor, tamamen bağımsız
ve özgür, bütünüyle halkın çıkarları, huzuru, refahı ve istikrarı için
çalışıyor, ülkeyi dünyanın en büyük devleti seviyesine yükseltiyor...
aklınıza gelebilecek bütün başarıları sağlıyor... bütün bunları yapsa
bile, İslâm nazarında bu Meclis küfrün karargâhı olmaya devam edecek,
çıkardığı yasalar küfür yasaları olarak kalmayı sürdürecek ve asla
Allah'ın, Rasulü'nün ve mü'minlerin lânetine ve öfkesine mâruz
kalmaktan kurtulamayacaktır.

Söz konusu evrensel hukuk, Kâfirlerin Müslümanlar ve diğer dünya
hakları üzerindeki tahakkümünün hukukî safsatasıdır. Bu hukuk, Irak'ta
ve Afganistan'da gâyet bârizdir(!) Bu evrensel hukuka saygı
bekleyenler, aslında Sömürgeci Kâfirlerin bu ülke ve halkı üzerindeki
tahakkümüne boyun bükülmesini istemektedirler ki bu durum, "milletin
irâdesi" söyleminin gerçeklikten ne kadar uzak olduğunu teyit
etmektedir. Ayrıca Başbakan CHP'ye çatmakla, Sömürgecilik nüfûzu
sebebiyle süregelen siyâsî çatışmanın ve krizin gerçek yönünü
gizlemekte, meydana gelenin Amerika ile İngiltere arasındaki bir
çatışma değil de hükümet ile muhâlefet arasındaki yerel bir çekişmeden
ibâret olduğu izlenimi vermektedir. AKP'ye açılan kapatma dâvâsının,
Amerika'nın başkanlık seçimlerine kilitlendiği ve Amerikan Başkanı'nın
"topal ördek" olarak görüldüğü bir döneme denk gelmesi tesâdüf müdür?
İngiltere Kraliçesinin Türkiye ziyâreti tesâdüf müdür? Çatışmanın
Amerikan-İngiliz çatışması olmadığı görüntüsü vermek, bu halkı
aldatmaktan ve mevcut despot nizâmı korumaktan başkasına hizmet
etmemektedir. Duyarlı kesimler artık bu gerçeği görmeliler ve ona göre
tavır koymalıdırlar. Fakat dikkat çekici olan husus şu ki çatışan her
iki taraf da, aralarındaki çatışmanın şiddetine ve keskinliğine
rağmen, devlet kurumlarını ve mevcut nizâmını korumaya özen
göstermektedir. Başbakan'ın konuşmasındaki dikkatli kelimeler ve îmâlı
çağrı, bu özenin bir yansımasıdır. Bunu teyit eden bir diğer husus, bu
konuşmadan birkaç gün önce Başbakan'ın bir televizyon kanalında
verdiği röportajda söylediği şu cümlelerdir: "Ama ben bir Müslüman
olarak, bir dindar olarak laikliği ne yaparım? Laikliği savunurum.
Laik devleti savunurum. Şu anda da laik devletin Başbakanıyım ve bunu
da savunuyorum, inanarak savunuyorum...Ve bu anlamda dört dörtlük bir
laikim." Hükümet yanlısı kesimler de, verdiği "sadece üniversitelerde
başörtüsü serbestisi" aleyhindeki kararının ardından saldırdıkları
Anayasa Mahkemesi'nin kurumsal yapısına saldırmamaya özen göstermekte,
meseleyi 11 yargıçtan 9'una mâl ederek şahsîleştirmektedirler.
Mahkemenin bu üyeleri yargılandıkları yahut görevden alındıkları
takdirde, Laik devletin bu askerî darbe mahsulü kurumu paklanmış mı
olacak? AKP hakkında gelecek ay verilmesi beklenen kararda AKP'yi
kapatmama kararı alırsa "ak"lanmış mı olacak?

Muhakkak ki bu bâtıl rejim çöküş yolundadır, çünkü; إِنَّ الْبَاطِلَ
كَانَ زَهُوقًا "Şüphesiz bâtıl yok olmaya mahkumdur." [el-İsrâ' 81]
Başbakan da bu gerçeği teyit etmekte ve bunu "sistem yetmezliği"
olarak tanımlamaktadır. İşte aralarındaki keskin çatışmaya rağmen hem
Hükümet hem de Muhâlefet kesimlerinin, bu Laik (Dinsiz) devletin
kurumlarına ve nizâmına karşı bu kadar harîs olmaları, buradan ileri
gelmektedir. Kendilerine yön veren küresel Sömürgeci Kâfirlerin,
üzerinde yaşadığımız coğrafya ve bu cümleden Türkiye hakkındaki en
büyük korkusu İslâm'dır, İslâm'ın devleti Râşidî Hilâfet'tir.
Hükümet'in efendisi Bush da, Muhâlefet'in efendisi Blair ve Brown da,
İslâm'dan ve Hilâfet'ten duydukları korkuyu pek çok kez izhâr
etmişlerdir. Dolayısıyla Türkiye'de kurumların çökmesi, nizâmın iflâs
etmesi ve devlet-millet köprülerinin koparak halkın siyâsî açıdan
İslâm'a yönelmesi durumunda, bu Kâfirlerin, nüfûzlarının, çıkarlarının
ve dolayısıyla uşaklarının sonu anlamına gelecektir.

İşte o gün, yasa koyucunun böyle bir Dırar Meclisi olmayacağı, yegâne
yasa koyucunun Allah [Subhânehu ve Te'alâ] ve Rasulü [SallAllahu
Aleyhi ve Sellem] olacağı, Allah ve Rasulü'nden başka hiç kimsenin bu
hakka asla sahip olamayacağı, egemenliğin halka değil İslâm Şeriatı'na
ait kılınacağı, İslâm'ı ve Müslümanları yükselten, Küfrü, Kâfirleri ve
uşaklarını da alçaltan Râşidî Hilâfet Devleti, Allah'ın izni ve
yardımı ile kurulacaktır. İşte o gün muhakkak Allah'ın kelimesi en
yüce, Küfrün kelimesi en alçak olacak, hiçbir beşer kendi hevâsından
küfür yasaları çıkaramayacak, Sömürgeci Kâfirlerin nüfûzu ve tahakkümü
asla dönmemecesine ortadan kaldırılacaktır. Bu ne bir vehim, ne de
sırf bir temennidir, bilakis bu, Allah'ın vazgeçmeyeceği vaadidir,
Rasulü'nün boş çıkmayacak müjdesidir, Kerîm İslâm Ümmeti'nin gönülden
arzusudur ve siyâsî geleceğin kaçınılmaz ufkudur. O halde Ey
Müslümanlar ve Ey Güç Sahipleri! Can çekişmekte olan bu kokuşmuş zâlim
rejimin ve birbirlerini boğazlayan Sömürgeci uzantılarının sonunu
getirmek üzere ayağa kalkınız. Biliniz ki eğer bütün bu
anlattıklarımız yanlışsa, şu an olduğu gibi hep birlikte zillet içinde
yaşamaya devam ederiz, ama eğer doğruysa -ki Allah'ın izniyle
doğrudur- o zaman icâbet etmemeniz halinde hüsrâna uğrayanlar sizler
olursunuz.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ
إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ
بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ "Ey imân
edenler! Allah ve Rasûlü sizi, size hayat verene çağırdığında icâbet
edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz muhakkak
O'nun huzurunda toplanacaksınız." [el-Enfâl 24]




Hizb-ut Tahrir
Türkiye Vilâyeti
H. 11 Cumâde’l Âhira 1429
M. 15 Haziran 2008

Hiç yorum yok:

Google Gruplar
irfanmektebi@hotmail.com grubuna kayıt ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Benim Peygamberim

İlgili aramalar: müzik - ilahi -  ilahi