Son dakıka

8 Haz 2008

Kıytırık Bir Hükümet ve Yıkılmaya Yüz Tutmuş Bir Devlet

İdeolojisi olmayan bir devlet derme-çatma bir yapı ile ayakta durmanın
yollarını arar. Her ne kadar T.C. için; "ideolojisi Kemalizm" deseler
de bunun gerçek bir yönü yoktur. Çünkü Kemalizm ideoloji niteliklerini
taşımamaktadır.

İdeoloji; kendisinden sistemin türediği akli bir akidedir. Kemalizm'in
veya T.C.'nin temel aldığı esas kapitalizm ideolojisinin esaslarıdır.
Yani laiklik temeli üzerine kuruludur ve kapitalist devlettir. Fakat
bir ayırım yapmamız gerekir; o da Türkiye devleti laikliği ile batı
devletlerindeki laiklik kâğıt üzerinde benzerlik arzetse de pratikte
ayrılırlar. Nedeni ise;

-Türkiye'de laiklik devletin kendisinde olup halkta olmamasıdır,

-Türkiye'de laiklik özümsenmiş değil bir dayatmadır,

-Türkiye'de laiklik batıdaki gibi siyasilerin uygulama alanında değil
devlet sahipleri/asker eliyle uygulanır,

-Türkiye'de laiklik halkın taşıdığı akide/İslam ile çelişir,

-Türkiye'de yeri geldiğinde kurumlar dine de müdahale eder, laikliğe
de,

-Türkiye'de laiklik halkın duygularını birleştirmede bağlayıcı olamaz,
ancak problemlerini çoğaltır,

-Türkiye'de laiklik ulus devletinin menfaatleri çerçevesinde
kullanılır ve buna da Kemalizm denilir...

Batı laikliğinde sorunlar yaşarken içerisinde bulunduğu ortama çareler
aramaktadır. Bu minvalde bazı düşüncesinden feragat ettiği görülür.
Fransa'nın dine müdahalesi gibi. Batıda halkın karşıtlığı ise devleti
yıkma eğilimi taşımayıp sadece yönetimden hoşnut olmadıkları şeklinde
yansır.

Türkiye'ye geldiğimizde bu böyle değildir. Çünkü Türkiye İngilizler
tarafından kurdurulmuş bir devlettir. Ve de aynı zamanda uygulayacağı
sistemde İngilizler tarafından uygulanması istenen sistemdir.

1922'de, İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon tarafından Türkiye'nin
bağımsızlığını tartışmak için Lausanne konferansı düzenlendi. O zaman,
Türkiye Hilafet kurumuyla müttefik kuvvetlerin işgalinin altındaydı.
Bu konferansta Lord Curzon, Türkiye'nin bağımsızlığını tanımak için
dört şart koştu. Bunlar;

...

4. Türkiye'de Laik bir devlet kurulması.

Yani Türkiye Devleti'nin kurulmasında ve laikliğe geçişte Müslüman
Türk halkının isteği ve rızası yoktur. İşgal ve ardından gelen
dayatmalarla, sömürgecilerin kurdurduğu bir devlet ve nizam vardır. O
günden bu güne halkla devlet, devletle halk kavgalıdır. O günden bu
güne laiklikle ümmet, ümmetle laiklik bağdaşamamıştır. Yani kısacası
Türk Devleti kendi diktasına, anlayışına, uygulamasına göre laikliği
evirip-çevirse de halka mâledilememiş bir sitem vardır. Daha açık bir
ifade ile halk İslam Nizamından kopuk yaşadığı gibi kapitalizmden de
kopuk yaşamaktadır. İdeolojik bir benimsemenin olmadığı, her iki halde
de çatışmanın yaşandığı ortadadır.

Peki; Türkiye Devleti bekasını hangi temeller üzerine
şekillendirmektedir? diye bir soru sorulabilir.

Bu soruya cevap vermeden önce kısaca toplumun tarifine bir bakalım.

Toplum; aralarında daimi alakalar (ilişkiler) bulunan insanlar
topluluğudur. İnsan topluluklarını toplum haline getiren tek unsur
aralarındaki daimi ilişkilerdir. Bu ilişkiler ise, o insanların
maslahatlarının (karşılıklı menfaatlerinin) itmesiyle oluşur.
Maslahat, alakaları oluşturan demektir. ...O halde maslahatı
belirleyen (tayin eden) mefhumdur. Mefhumlar, fikirlerin manaları
olduğuna göre maslahatı belirleyen fikirler olmaktadır. ...Zira
insanlar arasındaki fikir birliği bakış birliğini sağlar. ...Bununla
birlikte duygu birliğinin de bulunması gerekir. ...Ancak yine de duygu
ve fikirlerdeki birlik alakaların oluşmasına yetmez. Alakaların
bulunması için fikir ve duygu birliği ile birlikte kendisiyle
maslahatların tedavi edildiği (tanzim edildiği) nizam birliğinin de
bulunması lazımdır. Yani, alakanın oluşması için maslahatın tedavi
keyfiyeti üzerinde tarafların ittifak etmeleri gerekir. Bundan dolayı
insanlar arasındaki ilişkinin tam olabilmesi için; fikir, duygu ve
nizam birliğinin gerçekleşmesi lazımdır. ...Bu nedenle, aralarında
fikir, duygu ve nizam birliği bulunan insanlar toplumdur. Böylece
toplum; insan, duygu, fikir ve nizamlardan oluşur. Zira o, aralarında
sürekli alakaların bulunduğu bir insan topluluğudur.(Ümmetin Misakı s.
52)

Bu açıklamadan sonra Türkiye devletine ve halkın durumuna bakalım.

Ümmet Müslüman olmasına rağmen geçmişten bir miras almamıştır. Osmanlı
Hilafet Devletinin yıkılmasından sonra da herhangi bir ideolojiyi
kendisine verilmemiş, benimsememiş veya almamıştır. Dolayısıyla
sömürgecilerin güdümünde kurulan devletçiklerin verdikleri zoraki
kurallarla hayatlarına yön verilmeye çalışılmıştır.

Nizamın/ideolojinin yanlışlığına veya doğruluğuna veya fıtrata
uygunluğuna bakılmadan denilebilir ki; bir toplumdaki alakalar ancak
(yukarıda da geçtiği gibi) nizamlarla mümkündür.

Toplum ve halkları kalkınmışlık/gelişmişlik düzeyine getiren söz
konusu toplumun hayat hakkındaki düşünceleri olduğu gibi, bu
düşünceler, o toplumu çöküşe de götürebilir. Kuşkusuz toplum, taşıdığı
düşüncesinin yüceliği, tutarlılığı ile yücelir. Düşüncesinin
düşüklüğü, tutarsızlığı ile de inişe geçer veya düzeysiz bir yaşam
sürer. Bu bağlamda bir toplumun sahip olduğu dünya görüşü/hadaret; o
toplumun zihniyetini oluşturan, kendi içinde ve dışındaki diğer
toplumlarla olan ilişkilerini belli normlara göre düzenleyen ve
problemlerini sistematize eden düşünce yapısıdır. Böylelikle o düşünce
yapısı ölçeğinde bir hadaretin yükselişi veya inişi söz konusudur.
(Sağlıklı Kalkınma s.42)

Türkiye Devleti İngilizlerin desteği ile bu halkı İslamî hayattan
kopartmışlardır.

Günümüzde Müslüman Türk halkının ilişkilerini ve alakalarını tanzim
eden İslam değildir. Olmadığı gibi herhangi bir şekilde o yöne
yönelmek, hayatlarına ölçü almak, herhangi bir hükmü ilişkilerinde
uygulamaya kalkışmak T.C. devleti tarafından sert karşılık görür.
İslam ideolojisine geçiş demek Türkiye Devletinin bekasının sonu
demektir. Onun için İslam Nizamından fikir almak, onu alakalarda ölçü
kabul etmek, İslam toplumunu oluşturmak suçtur. Dolayısı ile bu halka
İslami fikirler verilmez, İslam fikirleriyle kalkınmaları engellenir,
devlet bu yolu açmaz, bu yola yönelen bütün çalışmalar yasaklanır.

İslam'a konan tavır bellidir. Fakat laiklik, kapitalizm için
benimsenen uygulamalarda (o kadar sert olmasa da) aşağı-yukarı
aynısıdır. Kapitalizm (yanlış, fıtrata uygun olmayan bir ideoloji olsa
da) insanların alakalarını tanzim eden bir ideolojidir. Kapitalizm
fikirlerini alan bir halk (yanlış olsa da) kalkınmış olur. Rönesans'la
batılıların laikliğe geçerek kalkındıkları gibi. Türkiye Devleti halka
bu nizamı da tam olarak vermemektedir. Burada şunu da belirtelim ki;
Müslüman halkın kapitalizmi benimseyeceğine asla ihtimal vermiyoruz.
Çünkü akidesi ona müsaade etmez.

Türkiye Devletinin laiklik, kapitalizm fikirlerini vermediğini veya
vermek istemediğini dayatmalarında görüyoruz. Batıdaki laiklik ve
kapitalizm uygulamalarıyla zıtlıklar içermektedir. Türkiye Devleti
bunları ya şerh etmekte, ya tevil etmekte veya kendi anlayışına göre
yorumlamaktadır. Bundan dolayıdır ki; batıdaki laiklik tarifi ile
Türkiye'deki laiklik tarifi aynı değildir. Bunun gibi batı nizamına/
kapitalizme has birçok fikirler Türkiye'de değişik şekillerde tarif
edilmekte, başka anlamlarla ifade edilmeye çalışılmaktadır. Dolayısı
ile halka bu fikirlerde asıl tarifleri veya manaları korunarak
verilmiş değildir. Ancak güç sahiplerinin anladığı şekilde anlaşılması
istenmektedir. Bu şunu gösteriyor; Türk halkına İslami fikirleri
verilmediği gibi gerçek manada Kapitalist fikirlerde verilmemiş ve de
verilmek istenmemektedir. Bunun tek bir nedeni var; halkın fikri
kalkınmasını önlemek.

Fikren kalkınamayan halklar ilişkilerini düzenlemekten aciz kalırlar,
toplum olamazlar. Ancak istenilen yönde sürüklenip dururlar.

Türkiye Devleti bekasını korumak için kalkınmamış bir halk
istemektedir. Bu Türkiye Devletinin işlerini daha da
kolaylaştırmaktadır. Bundan dolayı Türkiye halkı ne İslami toplum
olabilmiş ne de kapitalist bir toplum olabilmiştir. Halkın karmaşık
ilişkiler üzerinde yürüdüğü malumdur. Bu ise bir devleti koruyan
unsurlardan değildir. Halk ile devletin kopuk yaşadığı, halkın
maslahatlarının farklı, devletin maslahatlarının farklı olduğunu
gösterir. Ne halkın devlete güveni vardır ne de devletin halka güveni
vardır. Derme-çatma bir devlettir. Böylesi bir devlet kuvvetli bir
fikri akım karşısında yıkılmaya mahkûmdur.

Devletin bekasını nasıl sürdürdüğüne gelince;

Devletin halka fikir vermediğini söylemiştik. Fikir düştükçe insanlar
beka içgüdüsüne yönelir. Bu bağdan da aynı topraklarda yaşamalarından
ve bu topraklara bağlı bulunmalarından dolayı vatancılık ve
milliyetçilik rabıtası doğar. Bu beka içgüdüsünün bir tezahürüdür.
Türkiye Devleti işte bu noktada insanları tutarak ulus varlığını
sürdürmektedir. Dolayısıyla vatancılığın, milliyetçiliğin en yaygın
olduğu ülke Türkiye dersek yanılmış olmayız. Aynı şekilde fikren en
çökmüş ülke Türkiye dersek yine yanılmış olmayız.

Bu şekilde Türkiye Devletinin ulus devleti varlığını korumada
kullandığı argüman; "fikren halkın kalkınmasını" önlemektir. Bunun
için vatancılık ve milliyetçilik canlı tutulması gerekir ki devlette
bunu yapmaktadır. Halkın eline verdiği bayraklarla, milli duyguları
uyandırmakla halkı teskin etmektedir.

Kurulan hükümetler, yukarıda bahsettiğimiz çizgide çalışmak
zorundadır. Halkı uyandıracak, halkı herhangi bir fikre yönlendirecek
çalışmalara girmeleri o hükümetlerin sonunu getirir.

Dolayısı ile bazen Türkiye'de devletle hükümetin, hükümetle kurumların
çatıştığını görürüz. Hükümetin getirdiği tarifle devletin getirdiği
tariflerin birbiriyle uyuşmadığı görülür. Kimileri Amerika'daki
laiklik uygulamasını sahiplenmeye kalkarken kimileri Avrupa'daki
laiklik uygulamasını esas almak ister. Çatışmaların bazen bu yönde
sürdüğü görülür. Kurumlar devreye girer, yargı yasaları bir kenara
atar ve değişik bir şekilde darbe gerçekleştirilmiş olur. Bundan
dolayı Türkiye Devleti için hükümetlerin hiçbir önemi yoktur. Yeri
geldiğinde askeri veya sivil darbesini yapar, (bahsettikleri) milletin
iradesini (!) kolayca silip atabilir. Son günlerde başörtüsü konusunda
olduğu gibi. Onun için Türkiye'de kurulan veya kurulacak olan
hükümetlerin (Amerika'yı arkalarına alsalar da) hiçbir garantileri
yoktur. Hükümeti kuran partilerin kendileri de ideolojik olmadıkları
için, halkın içerisinde ideolojik örgütlenmedikleri için üzerlerine
gelen herhangi bir durumda halktan gerekli desteği göremezler.
Menderes, Özal bu konuda verilebilecek en güzel örnektir. Yani Türkiye
Devleti altında kurulan hükümetler şeklen var olan kıytırık
hükümetlerdir.

Türkiye Devletinin bütün bunları kolayca yapmasının tek nedeni vardır
oda; bu halkın kendilerini kalkınmaya götürecek fikirden yoksun
olmasıdır. Fikirden yoksun olan halk sömürülmeye, kullanılmaya,
aşağılanmaya, sürekli üzerinde darbeler görmeye mahkûmdur. Çünkü onun
savunacak, arkasında korunacak, önünde rehber kılacak bir fikri ve o
fikirden/akideden doğan fikirler üzerine bina edilmiş nizamı da
yoktur.

Sonuç olarak Müslümanlara şunu söylemek isteriz; bu devlet sizin
devletiniz değildir. Devletin bekasını sürdürmek için kullandığı
argümanlar da sizin düşünceleriniz değildir. Her şeyi ile yabancı olan
bir devlettir. Bunun yıllardır ümit besleyerek arkasından koştuğunuz
partisi de yabancıdır, hükümetleri de yabancıdır. Bütün bunları
gördünüz ve de birçok deneyimler geçirdiniz. Bu konuda ısrarınız
hiçbir çözüm getirmeyecektir.

Sizi hayatta var kılacak olan; İslam akidesinden doğan, insan
fıtratına uygun olan İslam nizamından başkası değildir. Onun
fikirleriyle kaynaşmak, onun fikirleriyle ilişkilerinizi kurmak, onun
devleti Hilafetle var olmak sizin elinizdedir. Çünkü o sizdendir.

Allahu Teala şöyle buyurdu:

"Allah'a itaat edin, Resule itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine
de." (Nisa 59)

Mahmud Gıtal

Hiç yorum yok:

Google Gruplar
irfanmektebi@hotmail.com grubuna kayıt ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Benim Peygamberim

İlgili aramalar: müzik - ilahi -  ilahi