Son dakıka

5 Haz 2008

Başbakan, Kâfirin Dergisinde İslâm Aleyhine Konuşuyor

- Basın Açıklaması -

Başbakan, Kâfirin Dergisinde İslâm Aleyhine Konuşuyor
Başbakan Recep Erdoğan, AKP'nin Anayasa Mahkemesi'ne ön savunmasını
sunduğu günün sabahı, Newsweek Dergisi'ne bir demeç verdi. Demecin
özet metninde bilinen bazı ibretlik gerçekleri biraz daha açık
ifadelerle tekrar dile getirdi.

Başbakan demecinde; İslâm ile modernitenin bir arada bulunup
bulunamayacağına ilişkin soruya verdiği cevapta, Türkiye'nin kimsenin
inanamadığı bir başarı kaydettiğini ve bu başarının, "İslâm,
demokrasi, laiklik ve modernite arasında bir denge" kurmak olduğunu
söyledi. Oysa İslâm; akîdesi, ahkâmı ve nizamları ile eşsiz ve
özeldir, hiçbir eksiği bulunmayan mükemmel bir yapıdadır. Varlığının
temel karakteri olan mutlak doğruluk ve mükemmellik gereğince, kendisi
hâricindeki tüm fikirleri, mefhumları, hükümleri, inançları ve
nizamları keskin bir şekilde reddeder. Dolayısıyla demokrasi ve
laiklik (dinsizlik) gibi küfür fikirleri ile bağdaştırılmayı,
uyumlaştırılmayı, karşılaştırılmayı ve kendisi ile diğerleri arasında
denge kurulmasını asla kabul etmez. Modernite konusunda ise, bunun
mubah dâiresinde kalmak ve kendisine asla çelişmemek şartlarıyla izin
verir. Bunun için Başbakan'ın bahsettiği bu denge, saçmalıktır ve
İslâm ile alâkası yoktur. İslâm'ın değil, İslâm'ı ılımlılaştırmaya
uğraşan Kâfir Batı'nın çıkarınadır.

Yine Başbakan, kendilerinin Batı'da daima "din kökenli" bir parti
olarak tasvir edildiğini, oysa AKP'nin, "yalnızca dindar muhâfazakâr
insanların değil, sıradan Türklerin partisi" olduğunu, bu haliyle
Türkiye'nin, demokrasisi ile İslâm Âlemi'nin kalanı için bir ilham
kaynağı olduğunu söylemektedir. Oysa İslâm'a dayalı olmayan tüm
partiler küfür partileridir. Bu da Başbakan'ın, partisini gerçek vasfı
ile bir küfür partisi olarak itiraf ettiği anlamına gelmektedir.
Dünyada ilk kez iktidar partisine kapatma davası açılan demokrasisi
ile mi Türkiye, İslâm Âlemi'ne ilham kaynağı olmaktadır, sorusuna
yanıt vermesi gereken Erdoğan, bu söylemin kendisine değil,
Amerika'daki politika üreticilerden aldığı ilhama dayalı olduğunu
itiraf etme cüretini ise gösterememiştir. İslâm Âlemi'ne dayatılmak
istenen demokrasinin gerçek yüzünü görmek isteyenler, bunu İslâm
Âlemi'nin kanayan her bir yarasında açıkça görebilmektedir.

İslâm hakkında yeniden düşünülmesine yaptığı çağrı hakkındaki soruya
ise, politikacılar olarak bu tartışmaya girmeye hakları olmadığını,
ancak kadının toplumdaki yeri hakkında konuşabileceklerini, meselâ
Türkiye'de kadının siyâsî hayatta aktif bir parça olabilmesinin en iyi
yolunun AKP olduğunu, çünkü en çok kadın milletvekiline kendilerinin
sahip olduğunu söyleyerek cevap veriyordu. Oysa İslâm, kadının
toplumdaki yerini, İslâm'dan uzak politikacıların asla ağızlarına
alamayacakları netlikte açıklığa kavuşturmuş, kadının yönetim işlerini
üstlenmesini haram kılmıştır.

Hayatı boyunca Türkiye'de dînî tutumlarda yaşanan değişiklikler
hakkında sorulan soruya da, dînin hükümlerinin aynı kaldığını, ancak
insanların dîne yönelik tutumlarında değişiklik meydana geldiğini,
ülkelerin medenîleşmesinin beraberinde artan bir servet ve farklı bir
hayat anlayışı getirdiğini, oysa insanların geçmişte alternatifleri
bulunmadığını, kendilerinin gayri-müslimler için de özgürlükler
tanıdığını, meselâ inşa yönetmeliğine "mescit" yerine "ibadethane"
ifadesini koyduklarını, Van'daki Ermeni kilisesi için devletin
parasından verdiklerini ve dînî vakıfların (devlet tarafından el
konulmuş mülklerini geri almalarına) yardım edecek şekilde yasa
değişikliği yaptıklarını söylemiştir. Oysa sorulan soru ile verilen
cevap arasında çelişki vardır. Başbakan bu soruya, başında bulunduğu
Laik (Dinsiz) devletin İslâm'a bakışı ve muâmelesi, İslâm'ın
hükümlerinin uygulanması ve uygulanmasına çağıranlara zulmü açısından
yaklaşmalı, özel olarak başörtüsü, Kur'ân kursları ve benzeri bâriz
yasakları dile getirmeliyken, belki de Kâfirlere yaranmak ve
dînlerinin güvencesi hakkında mutmain kılmak için aslî mecranın dışına
çıkmakta bir beis görmemektedir.

Türkiye'nin, kısa süre önce Suriye ile Yahudi varlığı arasındaki
müzâkereleri kolaylaştırmadaki rolü hakkındaki soruya ise,
politikalarının "düşman kazanmak değil, dost kazanmak" olduğunu, hem
Suriye hem de Yahudi varlığı ile iyi ilişkilerinden dolayı her iki
taraftan da kendilerine talep geldiğini... kendileri için önemli
olanın Ortadoğu'da barışa zemin hazırlamak olduğunu söyleyerek cevap
verdi. Hatta bir diğer soruya verdiği cevapta, barışa yönelik en büyük
umudunun, -Gazze'de mâsum sivillerin katledildiğini kendi diliyle
hatırlattığı halde- Yahudi varlığının Batı Şeria'da aşırı güç
kullanımını durdurmuş olması olduğunu söyledi. Oysa Yahudi varlığının
gaspını, katliamlarını, zulümlerini, iki yüzlülüğünü ve sözünden
dönüşlerini kendisi herkesten daha iyi bilir. Yine de "barış
istiyoruz, dost kazanmak istiyoruz" gibi içi boş söylemlerle bu utanç
verici tutumunu haklı göstermeye çalışması karşısında, Rabbimiz
[Subhânehu ve Te'alâ]'nın şu kavlini hatırlatmaktan başka bir şey
söylemek istemiyoruz:

أَفَمَن شَرَحَ اللَّهُ صَدْرَهُ لِلإِسْلاَمِ فَهُوَ عَلَى نُورٍ مِّن
رَّبِّهِ فَوَيْلٌ لِّلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُم مِّن ذِكْرِ اللَّهِ
أُوْلَئِكَ فِي ضَلاَلٍ مُبِينٍ

"Allah her kimin gönlünü İslâm'a açmış ise işte o, Rabbinden bir nûr
üzere olmaz mı hiç? Artık Allah'ın zikri (İslâm) hususunda kalpleri
katılaşmış olanlara yazıklar olsun! İşte onlar, apaçık bir sapıklık
içindedirler." [ez-Zumer 22]

Hiç yorum yok:

Google Gruplar
irfanmektebi@hotmail.com grubuna kayıt ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Benim Peygamberim

İlgili aramalar: müzik - ilahi -  ilahi